GÜLCEMAAT DİYARINA HOŞGELDİNİZ
   
  Yeni islami Portaliniz
  TEMİZLİK VE ÇEŞİTLERİ NELERDİR?
 

TEMİZLİK..

Temizliğin Çeşitleri

Beden ve Kalb Amelleri

Necis Şeyler.

Temizleyici Şeyler.

Temizlik Nasıl Yapılır?.

Def-i Hacet Edepleri

İstincâ yapmak.

Abdest Almak.

Abdest Alırken Mekruh Olan İşler.

Abdestin Sevabı

Gusletmek.

Gusül Çeşitleri

Teyemmüm Etmek.

Diğer Temizlikler.

Hamama Gitmek.

Hamamın Vacip ve Edepleri

Vücutta Oluşan Fazlalıklar.

Sakalın Mekruhları


TEMİZLİK

Allah Rasûlü’ne nisbet edilen bir sözde şöyle denilmiş­tir: "Din, temizlik üzerine kurulmuştur. Temiz olun; çünkü bu din temizdir. Temizlik, sahibini iman etmeye davet eder." Çünkü temizliği seven ve ona talip olan bir kimse, onu maddî ve manevî yönleriyle en güzel ve en mükem­mel bir şekilde iman ve İslâm’da bulur.

Allah Rasûlü (sa) şunları da söyle­miştir: "Namazın anahtarı temizliktir." (Tirmizî), "Temizlik imanın yarısıdır." (Müslim, Tirmizî) Allah Teâlâ da temizlenenleri överek şöyle bu­yurmuştur: "Orada, temizlenmeyi seven kimseler vardır. Allah, temizlenenleri sever." (Tevbe, 108) Ve şöyle demiştir: "Allah (di­nî hükümlerle, emir ve yasaklarla) size zorluk çıkarmak is­temiyor; sizi temizlemek istiyor." (Mâide, 16)

Temizliğin Çeşitleri

Temizliğin üç (çeşidi ve) mertebesi vardır.

Birincisi, bedeni necasetlerden ve taharetsizlikten te­mizlemektir.

İkincisi, kalbi kötü ahlâktan ve rezil huylardan temiz­lemektir.

Üçüncüsü, dimağı Allah Teâlâ'yı düşünmenin dışında­ki her şeyden temizlemektir.

Temizlik; beden, kalb ve dimağın her birisiyle yapılan amellerin yarısıdır. Özellikle de kalb ve aklın temizliği önemlidir. Çünkü bunlar temiz olmadıkça, Allah marifeti içlerine girmez ve O'nun büyüklük nuru üzerlerine yansı­maz. Bu sebeple, Kur'ân-ı Kerim de "Allah! de; ve onları bı­rak, kirlilik içinde batıp eğlensinler." (En'âm, 91) buyurulmuştur.

Beden ve Kalb Amelleri

Ameller beden ve kalb amelleri olmak üzere ikiye ay­rılırlar.

Beden amelleri iki çeşittir. Bunlardan birincisi, onu maddî pisliklerden temizlemek ve manevî pislikler olan günahlardan korumaktır. İkincisi ise, onu ibadet ve tâatlarla donatmaktır. Kalb amelleri de iki çeşittir. Birincisi, onu rezil huylardan, bozuk inanç ve düşüncelerden uzak tut­maktır. İkincisi ise, ona güzel ahlâk, doğru inanç ve düşün­celer kazandırmaktır.

Beden amelleri, kalb amelleri için temel hükmündedir. Temel sağlam olmadığı takdirde üzerindeki bina sağlam olmadığı gibi, bedeni temiz ve amelleri sâlih olmayan bir kimsenin kalb temizliğine sahip olması, iyi sıfatlar kazan­ması ve bunlarla iyi işler yapması da mümkün değildir. Sâ­lih ameller kolay işler değildir. Bu sebeple, onlar kuru iddi­alarla ve boş temennilerle gerçekleştirilemez, tembellik ve ciddiyetsizlikle başarılamazlar. Dünyanın şerefi ve âhiretin saadetini kazandıran amellerin zor olması ve çok mânileri­nin bulunması tabiidir. Çünkü işlerin zorluk ve kolaylığı, sağladıkları sonuçlarla orantılıdır. Bu yüzden, güzel sonuç­ları olmayan işlerin zorluğu da, engelleri de yoktur.

Şu da bilinmelidir ki, beden temizliği vasıta, kalb te­mizliği gayedir. Birincisi çekirdeğin koruyucu kabuğu ye­rinde, ikincisi ise, onun besleyici ve hayat verici özü mesa­besindedir. Hal bu iken, câhil kimseler, ikinci temizliği ih­mal edip bütün dikkatlerini birinci temizlik üzerinde yoğunlaştırır, enerji ve zamanlarını onda tüketirler. Bunlar, bu alanda aşırı gidip dinin hoş görmediği vesvese derecesine varan titizlikler gösterir ve hatalı olarak bu titizlikleri takva zannederler. Bunların bu tutumları, bir bahçıvanın bütün emek ve çalışmasını bahçenin çit ve duvar çalışması üzerin­de teksif etmesi, içerde ağaçların susuzluk ve bakımsızlık­tan kuruyup dökülmesine aldırış etmemesi gibidir. Bilindi­ği gibi, Allah Rasûlü’nün mescidi çakıl döşeliydi. Bu yüz­den de, kendisi ve ashabı namazlarını ayakkabılarıyla kılar­lardı. Ayakkabılarda açık bir necaset bulunmaması şarttı; lâkin, bunlarla temiz olmayan yerlerden ve yollardan geçil­diği de muhakkaktı. Hiç şüphe yoktur ki, yıkanmış çıplak ayaklar ayakkabılardan daha temizdirler. Ancak dinde em­redilen asıl temizlik kalb temizliğidir. Bu tatbikata bakarak bazı âlimler, ayakkabılarla namaz kılmanın Sünnet'e daha uygun olduğunu söylemişlerdir. Hanefî mezhebi de, çorap­la namaz kılmanın çıplak ayaklarla kılmaktan efdal olduğu­nu söylerken bu olaydan esinlenmiştir. (İmam Şafiî ise, çıp­lak ayaklarla namaz kılmanın efdal olduğunu söylemiştir. Daha çok temizlik gibi, çıplak el ve ayakların toprağa tema­sıyla vücuttaki zararlı akımların boşalması da bu İmamın bu konudaki ictihadını takviye edici mahiyettedir.)

Zamanımızda da çoğu kimseler, maddî temizlik konu­sunda gelin ve damatlar gibi özen ve önem gösterirken; kalplerini kibir, ucub (kendini ve amelini beğenmek), ceha­let, riyakârlık ve münafıklık pislikleriyle çürümeye terk ediyorlar. (En garip şey de, bunların kalplerinin temiz ol­duğunu iddia etmeleridir. İnsanın kendi kendisi hakkında­ki iddiası ve şahidliği geçerli değildir. Geçerli olan, başkalarının şahidlik etmesidir. Onun için bir adam, "Ya Rasûlullah! Ben iyi olduğumu nasıl bilebilirim?" diye sorunca, Al­lah Rasûlü (sa) şu cevabı vermiştir: "Se­ni tanıyanlar senin iyi olduğunu söylerlerse, sen iyisin." buyurmuştur.)

Necis Şeyler

Maddî şeyler, cansızlar ve canlılar olmak üzere iki kıs­ma ayrılır. Cansız şeylerden rakı ve benzeri sarhoşluk veri­ci sıvılar necistir. Canlılardan ise, domuz ve köpek necistir. Kesilmeyen veya kesimi geçerli olmayan bütün canlı ölüle­ri de necistirler. Ancak insan, balık, çekirge, meyve kurdu, sinek ve kanı akmayan benzeri haşerelerin ölüleri temizdir. İnsan etini yemek haram iken, diğerlerini yemek de caizdir. Canlı hayvanlardan koparılan et ve deri necistir. Eti yenen hayvanların kesilen kılı ve tüyü ise temizdir. (Şafiî mezhebinde, kesilmeden ölen kesim hayvanlarının kıl ve tüyü hakkında iki görüş vardır. Bir görüşe göre, bunlar necistirler. Bir görüşe göre de temizdirler. Ölen insanın kıl ve saçları hakkında da bu iki görüş vardır. Hanefî mezhebine göre ise, kıl ve saçlar temizdirler. Kemik, diş, boynuz, tırnak da iki mezhepteki kıl ve saç hükmüne tabidirler. Ancak, Şafiî mezhebine göre, diri olan canlıdan koparılan kemik necistir.) Bütün hay­vanların kusmuk, kan, dışkı ve sidiği necistir. (Bu şeylerin necisliği hakkında mezhepler ve hatta aynı mez­hebin âlimleri arasında görüş farklılıkları vardır. Bu sebeple, bunların hükümlerini ayrıntılı bir şekilde öğrenmek için geniş İlmihallere bak­mak lâzımdır.) Temiz olan canlıların göz yaşı, teri, ağız suyu, sümüğü de temizdir. Şa­fiî mezhebine göre bu hayvanların ve insanın menisi de te­mizdir. Hanefi mezhebine göre ise meni necistir.

Necis olmakla birlikte, istincâ izi, yoldaki pis çamur­lar ve tozlar, ayakkabıların altı, akıcı olmayan yara kanı ve sivilce sıvısı affa tabidirler.

(İstincâ izi, abdest bozulan uzuvlarda kalan pisliktir. Hanefî mezhebine göre bu pisliğin tamamı, Şafiî mezhebine göre ise, taş, kâğıt veya su ile temizlik yapıldıktan sonra kalan iz affa tâbidir. Şafiî mez­hebine göre, def-i hacet yerlerini su veya taş gibi pislik giderici bir şey­le üç kere temizlemek farzdır. Hanefî mezhebine göre, akıcı olan yara ve sivilce sıvısı abdesti de bozar.)

Temizleyici Şeyler

Taşla yapılabilen istincânın haricinde, necis olan her hangi bir şeyi ancak su temizleyebilir. (Hanefî mezhebine göre, temiz bir sıvı veya çok miktarda sabun köpüğü karışmış su da temizleyicidir. Ayrıca bazı hallerde, bütün mez­heplere göre, toprak da temizleyicidir.) Bu suyun da temiz olması lâzımdır. İçine necis bir madde düşen az miktarda­ki durgun bir su, temiz değildir. Su akıntı halinde ise veya kulleteyn miktarı çoksa, bu takdirde ancak renk, koku ve tadından birisinin bozulmasıyla necisleşir. (Kulleteyn, iki tulum miktarıdır. İmam Nevevî, bunun beş yüz Bağdat litresi olduğunu söylemiştir. Şafiî mezhebine göre bu kadar su çok sayılır. Hanefî mezhebine göre ise, suyun çok sayılması için ya kuyu, ya da 10x10 zira genişliğinde bir havuz olması lâzımdır.) Mâliki mezhebi­ne göre ise, az olan durgun suyun hükmü de, akıntı halin­de veya çok olan suyun hükmü gibidir. Ben (İmam Gazali), Şafiî mezhebinde de bunun böyle olmasını isterdim. Çün­kü, bu mezhebin sular arasında yaptığı ayırım meşakkat ve sıkıntı getirdiği gibi, Allah Rasûlü ve ashabı dönemindeki tatbikatta fiilen bu ayırımın yapıldığına dâir rivayet de yoktur. Ancak İmam Şafiî, bu görüşünde, "Su kulleteyn miktarına ulaşınca pislik taşımaz." (Sünen kitapları, İbnu Hibban, Hâkim) şeklindeki sözlü hadi­se dayanmıştır.

Temizlik Nasıl Yapılır?

Necaset gözle görülür halde ise, onu giderinceye kadar yıkamak lâzımdır. Gözle görülmeyip hüküm halinde mev­cut ise, üzerinden su akıtmak yeterlidir.

(Domuz veya köpeğin ağzı bulaşmış veya ıslak bir halde onlar­la temas oluşmuşsa, Şafiî mezhebine göre bir defası toprakla olmak üzere yedi kere yıkamak lâzımdır; Hanefî mezhebine göre ise, üç kere su ile yıkamak yeterlidir.)

Temizlik konusunda vesvese taşıyanlar şunu bilmeli­dirler ki, eşya temiz olarak yaratılmıştır. Bu itibarla, necasetin varlığı kesin bir şekilde bilinmedikçe, onu sorun hali­ne getirmemek lâzımdır.

Def-i Hacet Edepleri

Abdest bozmak, tabiî olmakla birlikte çirkin bir fiildir. Onun çirkinliği şu edeplerle giderilir:

1- Bunu görünmeyecek yerde yapmak;

1- Önünü veya arkasını Kıble tarafına getirmemek;

2- Kullanılan su içine, meyveli ağaç altına, oturulan yerlere ve geçilen yollara abdest bozmamak;

3- Helaya sol ayakla girip sağ ayakla çıkmak.

4- Ayakta işememek;

5- Âyet veya dua yazılı bir şeyi üstünde taşımamak;

6- Helaya girmek isterken, "Bismillah! Allah’ım! Habis cinlerin şerrinden sana sığınırım." diye dua etmek; oradan çıkınca da; "Beni eziyetten kurtaran ve bana afiyet veren Allah'a hamd olsun!" diye hamd ve şükretmek;

7- Sol el ile taharet almak.

İstincâ yapmak

Def-i hacet mahalli kapandıktan sonra onu su, kâğıt veya taş gibi katı, necaset kaldırıcı ve kuru bir madde ile temizlemek vaciptir. (Hanefî mezhebine göre, istincâ sünnettir.) Böyle bir madde ile, en az üç kere te­mizlenmek gerekir. Bu sayı yeterli gelmezse, daha fazlasını yapmak lâzımdır. Bunu üç, beş gibi tek olan sayılarla yap­mak sünnettir. Necaseti tabiî yerinden etrafa dağıtmamak lâzımdır. Aksi takdirde, su ile yıkamak vacip olur.

Önce taş, ondan sonra su ile taharet almak en mükem­mel temizlenme şeklidir. Rivayet edildiğine göre, "Orada, temizlenmek isteyen kimseler vardır. Allah temizlenenleri sever." (Tevbe, 108) âyeti indirildiği zaman, Allah Rasûlü (sa) bu kimseleri ziyaret etmiş. Bunlar Kübâ'daki müslümanlardı. Âyeti kendilerine okumuş ve nasıl temiz­lendiklerini sormuş. Bunlar, "Biz önce taş, arkasından da su ile taharet alırız."demişlerdir.

(Allah Rasûlü’nün bu kimseleri ziyaret edip nasıl temizlendiklerini sorması olayı gerçek ise, bunun sebebi o kimselerden nasıl temizlendik­lerini öğrenmek değil, yaptıkları temizlenme şeklinin doğ­ru olduğunu kendilerine bildirmek ve bunu diğer insanla­ra da örnek göstermektir. Çünkü onun (Allah Rasûlü) için, üzerine indirilen âyetlerin mânalarını başkalarından öğren­mek söz konusu değildir. Allah Teâlâ kendisine indirdiği âyetlerin mâna ve tefsirlerini de ilham yoluyla veya Cebra­il (as) aracılığıyla kendisine bildirirdi. "Kur'ân'ı indirdikten sonra, açıklamak da bize aittir." (Kıyâmet, 19) âyeti bunu açıkça bildirmiştir.)

Abdest Almak

Taharet işini hallettikten sonra hemen abdest almak sünnettir. Çünkü, Allah Rasûlü (sa), abdestsiz kalmamak için böyle yapardı. Abdestin farz ve sünnetleri şöyledir:

1- Üçer sefer elleri, ağzı ve burnu yıkamak sünnettir. Bunlar birer kere de yıkanabilir, kökten terk de edilebilirler.

Ağzını misvakla fırçalamak sünnettir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Ümmetime meşakkat vermiş olmasaydım, her namazda (bir rivayette de, her abdestte) misvak kullanmalarını emrederdim." (Müttefekun aleyh) Kendisi de her münasebette ve özellikle abdest alırken, na­maz kılarken, uykudan uyanırken misvak kullanırdı ve şöyle derdi: "Misvak kullanın. Çünkü o, dişleri temizler ve Allahın rızasını kazandırır." (Buharî, Nesaî) Abdullah İbni Abbas (ra) şunu söylemiştir: "Allah Rasûlü (sa), misvak kullanmamız üzerinde o kadar önem ve ısrarla dururdu ki, biz bunun eninde sonunda farz olacağı­nı düşünürdük."

Bu konuda şu sözler de söylenmiştir: "Ağızlarınız Kur'ân'ın yollarıdır. Bu yolları misvak ile temizleyin.", Misvak kullanmak hâfızayı güçlendirir, balgamı söktü­rür.", "Sararmış dişlerle sırıtmayın; misvak kullanıp dişle­rinizi parlatın."

Allah Rasûlü’nün ashabı, evden çıkarken misvakları kulaklarının üzerinde görülürdü.

Namaz kılarken, abdest alırken, Kur'ân okurken, tavaf yaparken, zikre başlarken, ağzın tadı bozulmuşken misvak kullanmak sünnettir. Misvak, Hicaz bölgesinde çokça yeti­şen Erak ağacı dalından yapılırdı. Ancak, onun gibi dişleri temizleyebilen diğer çubuklar da misvak olarak kullanıla­bilir. Erak dalı ise, özelliklerinden ve Allah Resulünün kul­landığı misvak olmasından dolayı tercih edilir.

2- Kıbleye doğru durmak sünnettir.

3- Besmele ile başlamak sünnettir. Bazı âlimler, bunu vacip saymışlardır. Çünkü Allah Rasûlü (sa): "Allah'ın ismini söylemeyenin abdesti yoktur." buyurmuştur. (Tirmizî) Besmeleden sonra, "Rabbi, Eûzu bike min hemezâtişşeyâtini ve eûzu bike Rabbi en yahdurûn." (Mu’minûn, 97) âyeti­ni okumak da sünnettir.

4- Yüzünü yıkamadan önce abdest alma niyetini getir­mek Şafiî mezhebine göre farz, Hanefî mezhebine göre sünnettir.

5- Yüzü bir kere yıkamak farz, üç kere yıkamak sün­nettir. Üçten fazla yıkamak ise, mekruhtur. Yüz, normal al­nın üst sınırından alt çene kemiğinin altına kadar uzanan ve iki kulak arasında kalan uzuvdur. Sıkı olan sakalın dibi­ne su ulaşamadığı zaman, onu su ile sıvazlamak yeterlidir. (Hanefî mezhebine göre, böyle bir sakalı sıvazlamadan yı­kamak da kâfidir.)

6- İki kolu dirseklere kadar birer kere yıkamak farz, üçer kere yıkamak sünnettir. Parmaktaki yüzüğün altına su geçirmek farzdır. (Hanefî mezhebine göre, bunu çevirmek yeterlidir.) Yıkamaya sağ koldan başlamak sünnettir.

7-  Başını mesh etmek (su ile ıslatmak) farzdır. Bunun asgarisi Şafiî mezhebine göre bir kıl, Hanefî mezhebine gö­re başın dörtte biridir. Yüzün üzerine sarkabilen uzun saç kısmı mesh için geçerli değildir. Başın hepsini mesh etmek de sünnettir.

8- Kulakların iç ve dış kısımlarını mesh etmek sünnettir.

9- Hanefî mezhebine göre, boynu mesh etmek sünnettir.

10- Ayakları bilek kemiklerine kadar birer kere yıka­mak farz, üçer kere yıkamak sünnettir. Sağ ayaktan başla­mak sünnettir.

11- El ve ayak parmaklarının arasına su ulaştırmak farzdır. Allah Rasûlü (sa), abdest alanla­ra hitaben, "Cehennem ateşi aralarına girmeden parmakla­rınızı su ile aralayınız." (Merginanî, el, Hidâye, 1/13) buyurmuştur. Aralarına parmak sokup sıvazlamak ise sünnettir.

12- Abdest uzuvlarının farz olmayan uzantılarını yıka­mak sünnettir. Çünkü kıyâmet gününde, abdest suyuyla yıkanmış olan yerler nurlanıp parlar ve abdestte yıkadıkla­rı yere kadar müminlerin el ve ayaklarına süsler takılır. (Müttefekun aleyh) Bu sebeple, Allah Rasûlü (sa), "Abdest uzuvlarınızın sınırlarını ne kadar genişletebilirseniz, bunu yapınız." buyurmuştur. (Müttefekun aleyh)

13- Abdest alma işini bitirince, başını veya ellerini göğe doğu kaldırıp "Eşhedu ellâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Rasûluh. Allahümme'c'alnî minettevvâbîn ve'c'alni minel-mütetahhirîn. Sübhâneke 'llahumme ve bihamdike lâ ilahe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk." (Ben şâhidlik ederim ki, Allahtan başka ilâh yoktur ve şâhidlik ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. Al­lah'ım! Beni devamlı tevbe edenlerden ve devamlı temizlenenlerden eyle. Allah'ım! Seni kusur ve eksikliklerden tenzih edip sana hamd ederim. Senden başka ilâh yoktur. Senden bağışlama diler ve sana tev­be ederim.) duasını okumak sünnettir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Bir kimse iyi abdest alır, ondan sonra "Eşhedü..." duasını okursa, istedi­ği kapıdan girmesi için cennetin sekiz kapısı ona açılır" (Müslim, Nesaî)

Abdest Alırken Mekruh Olan İşler

1- Uzuvları üç kereden fazla yıkamak. Bir sahabî şunu rivayet etmiştir: "Allah Rasûlü (sa), uzuvlarını üçer sefer yıkarak abdest aldı. Ondan sonra: "Kim bundan fazla yıkarsa, zulüm ve kötülük eder." bu­yurdu." (Ebu Dâvûd, Nesaî, İbnu Mâce)

2- Lüzumundan fazla su harcamak. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:

"Bu ümmetten bir nesil, dua etmekte ve temizlenmekte sınırı aşacaktır." (Ebu Dâvûd, İbni Hibban, Hâkim. Not: Bu hadisin mânası, zamanımızda gerçekleşmiştir. Çünkü, abdest, gusül ve diğer temizlik işlerinde haddi aştığımız gibi, duada haddi aşıyoruz. Cemaat içinde yapılan dualar onlarca dakika sürüyor ve bu süreyi doldurabilmek için de çok ilgisiz şeyler zikrediliyor. Halbuki duanın örnekleri Kur'ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde verilmiştir. Bunları örnek almak ve onlarla yetinmek lâzımdır.)

3- Ellerini silkip abdest suyunu sıçratmak. (Şafiî mez­hebine göre, abdest ve gusülde kullanılan su temizdir. Ha­nefî mezhebinde ise bu konuda iki görüş vardır. Bir görüşe göre bu su necistir.)

4- Abdest sırasında fuzulî şeyler konuşmak. Her bir uzvu yıkarken ona münasip bir dua okumak müstehabtır. Abdest alırken selâm ve sorulara cevap verilir.

5- Şafiî mezhebine göre, uzuvlarını kurutmak. Hanefî mezhebine göre bu mekruh değildir. Çünkü Allah Rasûlü (sa), yüzünü gömleğinin ucuyla kurut­muştur.

Abdest alan bir kimsenin, bununla yalnızca dışını te­mizlediğini, bu dış temizliğinin yanında içini de temizle­mesi gerektiğini düşünmesi ve günahlardan tevbe etmek, kötü huyları bırakmak ve iyi huylar edinmek suretiyle iç temizliğini de gerçekleştirmesi lâzımdır. Bunu yapmayıp dış temizlikle yetinen bir kimse, evinin dış duvarlarını yı­kayıp içini türlü pisliklere terk eden kimse gibidir.

Abdestin Sevabı

Allah Rasûlü (sa) şunları söylemiştir: "Kim güzelce abdest alır ve dünyayı aklına getirme­den onunla iki rek'ât namaz kılarsa, annesinden doğduğu gün gibi günahlardan temizlenir." (Müttefekun aleyh), "Allah Teâlâ’nın gü­nahlara kefaret ettiği ve derece kazanmaya vesile kıldığı şeyleri size söyleyeyim mi? Bunlar nefsin hoşlanmadığı hallerde tam abdest almak, mescidlere gitmek için yürü­mek ve bir namazı kılınca (olduğu yerde) ondan sonraki namazı beklemektir. İşte "ribât" budur.", "Kim Allah Teâlâ'yı düşünüp zikrederek abdest alırsa, Allah Teâlâ onun bütün vücudunu temizler. Kim düşünüp zikretmeden ab­dest alırsa, Allah Teâlâ onun yalnızca abdest suyu değen uzuvlarını temizler." (Darekutnî)

Hz Ömer (ra) şöyle demiştir: "Abdest şey­tanı senden uzaklaştırır."

Mücâhid şunu söylemiştir: "Yapabilirseniz, uyumadan önce abdest alın, zikir ve istiğfar edin, ancak bundan sonra uyuyun. Böyle uyurken ölürseniz, kıyâmet gününde öyle dirilirsiniz." Çünkü kim ne halde ölürse o hal üzerinde di­rilir.

Abdest müminin silâhıdır.

Gusletmek

Abdest almak gibi, gusletmenin de farzları ve sünnet­leri vardır. Bunları şöyle hülasa etmek mümkündür.

1- Önce istinca etmek (avret yerlerini yıkamak), vücut üzerinde bulunan necaseti temizlemek, bunları yaptıktan sonra da abdest almak sünnettir.

2-  Gusletme niyetini getirmek. Şafiî mezhebine göre farz, Hanefî mezhebine göre sünnettir.

3- Bütün vücudu su ile bir kere yıkamak farzdır.

4- Ağız ve burnu yıkamak. Şafiî mezhebine göre sün­net, Hanefî mezhebine göre farzdır.

5- Önce başı, sonra sağ tarafı, sonra sol tarafı yıkamak ve bu yıkamaları üçer sefer tekrarlamak sünnettir. Suyun ıslattığı yerleri ayrıca elleriyle ovmak bazı âlimlere göre farz, bazılarına göre sünnettir.

6- Kadınların saç örgülerini çözmeleri gerekli değildir.

7- Yıkamak maksadı dışında avret yerlerine dokun­mak, Şafiî mezhebine göre abdesti bozar. Hanefî mezhebi­ne göre ise, bunun bir sakıncası yoktur.

8- Gusletme ve abdest alma niyeti birlikte getirilirse, gusülle birlikte abdest de alınmış olur. Bazı âlimlere göre ise, gusletmek otomatik olarak abdesti de içinde taşır. (Ha­nefî mezhebi ile Şafiî mezhebinin bir görüşü böyledir. An­cak gusülden evvel abdest almak da sünnettir.)

Gusül Çeşitleri

Meni çıkması, kadın ve erkeğin sünnet yerlerinin bir­birine girmesi, hayız olma ve nifas (doğum yapma) halle­rinde gusül vaciptir. Bunun dışındaki münasebetlerde, ör­neğin bayram ve Cuma namazları için, ihram giymek, Ara­fat'a çıkmak, Müzdelife'de durmak, Mekke'ye girmek, ta­vaf yapmak için gusletmek sünnettir.

Cünüp olmayan kâfirin müslüman olması, baygınlık­tan çıkma ve ölü yıkama hallerinde de gusletmek müstehabtır.

Teyemmüm Etmek

Namaz vakti girdiğinde su bulamayan veya hastalık gibi sebeplerle onu kullanamayan bir kimse teyemmüm eder. Teyemmüm, temiz olan kuru toprakla yapılır. Teyem­mümün farzları ikidir.

1- Niyet etmek.

2- Yüz ve kollara toprak sürmek. Teyemmüm eden kimse, iki avucunu toprağa vurup onları yüzüne sürer. İkinci bir sefer daha vurup sol avucunu sağ koluna, sağ avucunu da sol koluna sürer. Teyemmüm, sembolik bir te­mizlik ve ibâdet olduğu için, kendini toz toprak içinde bı­rakmaya gerek yoktur. Fakat, ikinci vuruşta kollarını dir­seklere kadar mesh edemeyen bir kimse, ilâve vuruşlar ya­parak bunu tamamlayabilir. Teyemmüm, hem abdest, hem de gusül karşılığında yapılır ve onunla sadece bir vakit na­mazı kılınabilir. Ancak, kişi iki namaz vakti arasında kalan süre içinde istediği kadar sünnet namazı kılabilir ve abdest gerektiren diğer ibadetleri yapabilir. Kaza namazının hük­mü de vakit namazı gibidir. (Hanefî mezhebine göre ise, te­yemmümle birkaç vakit namazı da kılınabilir.)

Diğer Temizlikler

İslâm dininde temizlik sadece abdest almak ve guslet­mekten ibaret değildir. İnsanları sık boğaz etmemek için farz kılınmasa da, tavsiye ve teşvik edilen diğer temizlik şekillerinden bazıları şunlardır:

1- Saçları temiz ve bakımlı tutup onları yıkamak, tara­mak ve yağlamak. Allah Rasûlü (sa), belli aralıklarla bizzat bunları yapar ve ashabına şunları söylerdi: "Saçları olan, onların bakımını yapsın.", "Ara sıra saçlarınızı yağlayın." (Ebu Dâvûd, Tirmizî, Nesâî'deki rivayet, yağlamanın sık değil, ara sıra yapılması tenbihi şeklindedir.) Bir bedevi, saçı dağınık bir halde yanına gelmişti. Allah Rasûlü ashabına bakarak: "Bu adam, saçlarını düzgün tutacak bir miktar yağ bulamamış mı?" diye sormuş ve şunu eklemiştir: "Biriniz, şeytan gibi dağınık saçlarla dolaşmasın!" (Ebu Dâvûd, Tirmizî, İbnu Hibban)

2-  Kulakların kıvrımlarını, içini ve arkasını temiz tut­mak;

3- Burun pisliğini atmak ve abdest suyuyla onun içini temizlemek;

4- Diş temizliğine önem vermek ve onları her münâse­bette misvaklamak;

5-  Sakalı temiz tutmak ve taramak. Allah Resulünün misvakı, tarağı ve aynası vardı ve bunları kullanırdı. Ken­disine nisbet edilen bir sözde şöyle denilmiştir: "Allah Teâlâ, arkadaşlarının yanına giden kulunun kendine çeki dü­zen vermesini sever." Câhil insanlar, bunu dünyaya ve nef­se âit bir iş zannederler. Halbuki, üstüne başına dikkat et­mek dinin emridir ve her konuda olduğu gibi, burada da amel niyete göredir. Allah Rasûlü (sa) bir hadiste, "Bir müminin kendi küçük düşürmesi helâl de­ğildir." buyurmuştur. Halbuki, hırpani bir görünüş, insanı gözlerden düşürür, gönüllerden uzaklaştırır. Ümmete din konusunda öncülük eden ve saygı telkin etmesi gereken âlimlerin, söz ve nasihatlerindeki tesir ve etkinliği kaybetmemek maksadıyla kılık kıyafetlerine bakmaları dünyaya ve nefse hizmet değildir. (Ancak, burada da ölçüyü iyi ayarlamak lâzımdır. Çünkü, ehl-i dünya ile yarışır biçimde kılık kıyafete düşkünlük göstermek, israfa kaçmak, genel seviyenin üstünde pahalı ve özellikle de alafrangavarî şey­ler giymek, bulundurmak ve evlerinde kullanmak, dar pan­tolon, kısa gömlek ve şık kravatla dolaşmak âlimlere ve âhiret öncülerine, dahası, peygamber vârislerine yakışmaz. Bu soğuk özentiler ve taklitler onlara saygı kazandırmaz; tam aksine onlara duyulan sevgi ve güveni yıkar.)

6- Tırnakları kesmek ve tırnak altlarında kir birikmesi­ne fırsat vermemek.

7- Koltuk altlarını yıkamak ve kıllarını almak.

8- Kasık kıllarını almak.

9- Ter kokusunu gidermek ve bunun için sıkça çamaşır değiştirmek ve duş yapmak.

Hamama Gitmek

Hamama gitmek caizdir. Allah Rasûlü’nün ashabı, Şam hamamlarına gitmişlerdir. Onlardan sonra, âlimler ve sâlih kimseler de hamama gidip yıkanmışlardır. Abdullah İbni Ömer (ra) şöyle demiştir: "Hamam, sonra­dan ihdas edilen bir nimettir." Hamam için, birbirinin aksi olan şu iki söz de söylenmiştir: "Hamam ne iyi şeydir! Vü­cudu temizler ve cehennemi hatırlatır.", "Hamam ne kötü şeydir! Avretleri teşhir eder ve utanmayı kaldırır." Bu iki sözün sahipleri, hamama farklı açılardan bakmışlardır. Bu sebeple, ikisinin de değerlendirmesi doğrudur. Bu o demektir ki, diğer birçok şey gibi, hamam da kullanış tarzı­na göre ya iyidir, ya da kötüdür.

Hamamın Vacip ve Edepleri

Hamama giden bir kimsenin riâyet etmesi gereken va­cipler ve edepler vardır. Vacipler şunlardır:

1-  Kendi avret yerini (göbekle diz kapakları arasını) gözlerden saklamak;

2- Kimsenin avret yerine bakmamak;

3- Vücudunun avret yerini kimseye keseletmemek. Er­keğin avreti, önden ve arkadan göbekle dizler arasındaki bölgedir.)

4- Avret yerlerini açanları uyarmak ve bunun caiz ol­madığını söylemek. Çünkü, fitneye sebep olmayan emr-i maruf ve nehy-i münker her yerde vaciptir. Bunlar (emr-i maruf ve nehy-i münker), istendiği gibi etkili olmasalar bi­le, vicdanlarda ve zihinlerde bir iz bırakırlar.

Günah ve kötülüklere karşı uyarı görevini yapamayan veya bunun fitne koparmasından korkan bir kimse, bu şey­lerin olduğu yerden uzaklaşmak mecburiyetindedir. Böyle bir durumda, sorumluluktan kurtulmanın yolu günah ve kötülük işleyenlerle bir araya gelmemektir. Bu prensip doğrultusunda hareket eden eski müslümanlar, günah ve çirkin şeylerle yüz yüze gelmemek için hamamı bir iki saatliğine kiralar ve ona tek başlarına girerlerdi. Bişr el-Hafî şöyle demiştir: "Ben daha ucuzu mümkünken, bir şey için fazla para harcanmasını sevmem. Fakat, bir kimse, hamamı kiralamak için sahip olduğu bütün parayı verse, ben onu eleştirmem."

Hamamın edepleri ise şunlardır:

1- Hamama giderken dinin emrettiği temizliği yapma­yı niyet etmek;

2-  Hamama sol ayakla girmek ve hela girişinde oku­nan duayı okumak;

3- Gözlerini etrafta gezdirmemek;

4-  Peştemal ile avret yeri olan göbek ve diz kapakları arasını iyice sarmak;

5-  Hamam sahibinin razı olduğundan fazla su ve sa­bun kullanmamak;

6- Hamamda kaldığı süre içinde cehennemi düşünmek ve kendini orada farz etmek. Aslında akıllı bir insan, âhireti, cennet ve cehennemi hiç bir yerde hatırından çıkarmaz. Çünkü, âhiret onun hakikî vatanı ve ebedî yurdudur. Bu sebeple, o, hoşuna giden her şeyde cenneti, hoşlanmadığı ve sıkıldığı her şeyde de cehennemi düşünür ve bundan dolayı da devamlı surette cennet özlemi ile cehennem kor­kusu duyar. Bu cümleden olarak o, gece karanlığında kab­ri, bir yılan gördüğünde cehennem ejderhalarını, çirkin bir suretle karşılaştığında azap meleklerini, ürperten bir ses duyduğunda azap ehlinin feryatlarını düşünür. Öbür yan­dan, bir bahçe, bir çiçek, bir meyve, bir güzellik gördüğü zaman da cenneti ve onun nimetlerini ve güzelliklerini ak­lına getirir. Dünyadaki bütün şeyler, cennet nimetleriyle ce­hennem azaplarının küçük misâlleri ve numuneleridirler. Allah Teâlâ, bunlar vasıtasıyla bize bu dünyada cennet ve cehennemi tanıtmış ve kendimize bunlardan birini seçme hakkını ve hürriyetini vermiştir. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Ta ki, helak olan da bilerek helak olsun; hayat bulan da bilerek hayat bulsun." (Enfâl, 42)

7- Hamamda selâm vermemek. Gerektiği zaman bu­nun yerine, "Şifalar olsun!" gibi bir cümle kullanmak.

8- Hamamda gereksiz yere konuşmamak ve yüksek sesle Kur'ân okuyup zikretmemek.

9- Hamamdan çıkınca Allah Teâlâ'ya şükretmek.

Erkekler, bu vacip ve edeplere riâyet etseler bile, ka­dınlar bunu yapmazlar. Ayrıca, kadınların hamama gidip gelmesi fâsık kimselerin onları takip ve taciz etmelerine se­bep olur. Bu yüzden, dinimiz, mümkün mertebe kadınların hamama gitmemelerini önermiştir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve âhiret günü­ne iman eden bir kimse peştemalsız hamama girmesin ve hanımını oraya göndermesin." (Nesaî, Hâkim)

Ancak Allah Rasûlü (sa), mecburi­yeti göz önünde tutarak hasta ve loğusa kadınlara izin ver­miştir. (Ebu Dâvûd, İbnu Mâce) Bu ruhsatı kullanan kadınların da yukarıda zikre­dilen vacip ve edeplere riâyet etmeleri lâzımdır. Ayrıca, gidip gelirken, yolda uymaları gereken İslâmî prensiplere de uymaları gereklidir.

(Bir toplumun manevî temizliği ve saadeti, kadınları­nın iffetine dayanır. İslâm dini, kadınların şerefi ve tüm toplumun huzur kaynağı olan bu iffeti korumakta titizdir ve bu iffetin korunması için sarf edilen her türlü emeğe va'dettiği mükâfat da göz kamaştırıcı ve gıpta uyandırıcı­dır. Fakat ne çare ki, aklının yularını şeytanın eline veren­ler, iffet, namus gibi kavramları hiçe sayarlar ve hatta bun­larla alay ederler. Akılları maddî temizliğe erdiği halde, manevî temizlikten bir şey anlayamazlar. Bir toplumda bu tiplerin veya tipsizlerin çok ve çoğunluk olması, manevî te­mizlik, iffet, namus ve saadet için ciddî sıkıntılar ve sorun­lar doğurur.)

Vücutta Oluşan Fazlalıklar

1- Saç. Saçı temizlik ve kolaylık için kesmek de, bakı­mını yapmak şartıyla uzatmak da caizdir. Ancak, fâsıkların saç modellerini taklit etmek, diğer kötü taklitler gibi, caiz değildir.

2- Bıyık. Bıyığı kökten tıraş etmek mekruh bir bid'atdır. (Ülkemizde bıyıkları jilet ve ustura ile tıraş etmek lâik kesi­min şiarı ve âdetidir.) Sünnete uygun olan ise, bıyığı makas­la hafifletmek ve üst dudağı açmaktır. Bunların yapılmasıy­la, onun burun akıntılarına ve yenen şeylere bulaşması ön­lenmiş olur. Allah Rasûlü (sa) şöyle bu­yurmuştur: "Bıyıkları hafifletin; sakalları ise çoğaltın." (Müttefekun aleyh), "Yahudiler (bir rivayette de, mecusiler) bıyıklarını çoğaltıp sakallarını hafifletirler. Siz onların aksini yapın." (Ahmed)

Allah Rasûlü’nün ashabı, onun kendilerine emrettiği gibi, bıyıklarını hafifletirlerdi. Tabiilerden bir zat, bıyığını makasla hafifletmiş bir adamı görünce, sevinmiş ve kendi­sine, "Sen bana Allah Rasûlü’nün ashabını hatırlattın." de­miştir. Bıyıkların uçlarını uzatmanın sakıncası yoktur. Nite­kim Hz. Ömer ve diğer bir kısım ashâb bunu yapmışlardır.

3- Koltuk altı kılları. Bu kılları kırk günde bir yolmak veya tıraş etmek müstehabtır.

4- Kasık kılları. Bunları da kırk günde bir kazımak müstehabtır.

5- Tırnaklar. Tırnakları kesmek müstehabtır. Çünkü uzun tırnakların görüntüsü çirkindir ve bunlar kir tutarlar. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuş­tur: "Tırnaklarınızı kesin. Çünkü şeytan, uzayan tırnakların altına yerleşir." (Hatip, el-Câmi') (Şeytan çirkinlik, kirlilik, insan üstünlüğünü inkâr ve Allah Teâlâ'ya karşı gelmenin sembolüdür.)

Tırnak kesmeye nereden başlamanın müstehab oldu­ğu hususunda sahih hadis yoktur. Ancak bunu bir tertiple yapmak gerekirse, sağ elin şehâdet parmağından başlayıp onun devamındaki parmakları bitirdikten sonra sol elin baş parmağına gelmek ve bu parmağı bitirip sağ elin baş parmağına gelmek ve en son bu parmağın tırnağını kes­mek en uygun olanıdır. Çünkü şehadet parmağı, Kelime-i şehâdeti söylemekte kullanıldığı için, en şerefli parmaktır. Ondan sonra sağ tarafa doğru devam etmek ise, diğer ha­yır işlerinde de müstehabtır. Bu mânaları düşünerek böyle bir tertip yapmak güzeldir. Çünkü, insanı hayvanlardan ayıran önemli bir özelliği de, onun hareketlerinde mâna bulunmasıdır. Nitekim, Allah Rasûlü’nün hareketlerini in­celediğimiz zaman, onun hiçbir hal ve hareketinin mânâsız ve hikmetsiz olmadığını görürüz.

6- Göbek hortumunu kesmek. Bu fazlalık doğum sıra­sında kesilir.

7- Sünnet olmak. Allah Rasûlü’ne nisbet edilen bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Sünnet olmak erkekler için ibadet, kadınlar için üstünlüktür." (Ahmed, Beyhakî) Yahudiler, çocuklarını yedinci günde sünnet ederler. Onlara muhalefet ederek, çocuğun süt dişlerini düşürmesine kadar bunu geciktirmekte yarar vardır.

8- Sakal. (Bir kısım âlimlere ve Hanefîlere göre, sakal bırakmak vacip, bir kısmına ve Şâfiîlere göre ise sünnettir. Âlimlerin bu gibi konularda ihtilâf etmeleri ümmet için rahmet ve genişliktir.) Seleften bazı kimseler, sakalın olduğu gibi bırakılmasını tercih ederken, diğer bazıları, bir tutamdan fazlasının kesilmesini tercih etmişlerdir. Bunlara göre, çok uzun olan sakal bazı yüzleri çirkinleştirir ve gıybetlere se­bep olur. en-Nehaî şöyle demiştir: "Akıllı olduğu halde, sa­kalını kısa ile uzun arasındaki itidal ölçüsüne uydurmayı düşünmeyip salıveren bir kimseye şaşıyorum." Gerçekten de, itidal ölçüsü, yani vasat ve orta hal her işte güzeldir. Uzun sakalla ilgili olarak şu söz de meşhurdur: "Kişinin sa­kalı uzadıkça aklı kısalır."

Sakalın Mekruhları

Aşağıdaki hasletler, sakalın mekruhlarıdır. Bunların bazılarındaki kerahet (mekruhluk), diğer bazılarından da­ha şiddetlidir:

1- Sakalı (saç da böyledir) siyaha boyamak. Allah Rasûlü (sa), saç ve sakalı siyah renge boya­mayı nehyetmiştir. Onun bu konudaki sözleri şöyledir:

"Saç ve sakalınızı siyaha boyamayın. Çünkü bunları siyaha boyamak, cehennem ehlinin (diğer bir rivayette, kâfirlerin) âdetidir." (Taberânî, Hâkim), "Beyazı bir renkle değiştirin. Fakat siyahtan sa­kının." (Müslim. Hz. Ebu Bekir'in babası Ebu Kuhafe getirilmişti. Yaş­lılıktan dolayı saçları pamuk gibi bembeyazdı. Allah Rasûlü (sa) onu bu halde görünce, bu sözü söyledi.), "Âhir zamanda bir kavim, saç ve sakalını siyaha boyayacaktır. Bunlar, cennetin kokusunu bile duymaya­caklardır." (Ebu Dâvûd, Nesâî)

Denildiğine göre, saç ve sakalı siyaha boyamayı ilk olarak Firavun yapmıştır. Beyaz saç ve sakalı siyaha boya­mak kişiye gaflet kazandırır ve yaşının yanlış tahmin edil­mesine yol açıp aldanışlara sebep olur.

Rivayete göre, Hz. Ömer (ra) zamanında bir kişi saç ve sakalını siyaha boyamış ve bir kız bulup ev­lenmiştir. Onun gerçek yaşı anlaşılınca, kız tarafı onu Hz. Ömer'e şikâyet etmiş. Hz. Ömer, şikâyeti haklı bulup kıyı­lan nikâhı bozmuş ve adamı aldatmak suçundan dolayı kırbaçlamıştır. Allah Rasûlü (sa), şöyle buyurmuştur: "Bizi aldatan bizden değildir." (Müslim, Ebu Dâvûd, Tirmizî, Ahmed) Ve şöyle bu­yurmuştur: "En kötü yaşlılarınız, kendilerini gençlerinize benzetenlerdir." (Taberânî)

Bazı âlimler, savaş halinde olanların, düşman tarafına genç ve güçlü görünmek için beyaz olan saç ve sakallarını siyaha boyamalarını caiz görmüşlerdir. Çünkü "savaş taktiktir."

2- Yaşlanıp olgunlaştığını, saygı görme ve sözü dinle­nir olma hakkını kazandığını göstermek için, saç ve saka­lı beyaza boyamak.

Şu bilinmelidir ki, olgunlaşmak yaşla değil, ilim ile­dir. Cahil bir insan yaşlı da olsa ham ve çiğdir. İlim sahi­bi olan kimse ise, genç de olsa olgundur. Bu sebeple, her yaşta onun sözü dinlenir ve kendisine saygı duyulur.

Nitekim Hz. Ömer (ra), henüz çok genç olan ve fakat ilim tahsil etmiş bulunan Abdullah İbni Abbas'ı meşveret meclisi'ne davet eder ve gündemde olan konular hakkında onun fikrini sorardı.

İlim de genç yaşta kazanılır. İleri yaşlarda onun tahsili zorlaşır. Abdullah İbni Abbas (ra) şöyle demiş­tir: "Allah Teâlâ ilmi bana genç yaşta verdi. Hayrın hepsi de genç yaştadır. Onun için Kur'ân-ı Kerim'de de gençler övülmüş, küfür ve şirke karşı geldikleri zaman Hz. İbra­him ve Ashâb-ı Kehf’in genç olduklarına işaret edilmiştir."

Enes (ra) şöyle demiştir: "Allah Rasûlü ve­fat ettiği zaman, saç ve sakalında yirmi adet beyaz kıl var­dı. Allah Teâlâ onu genç bir yaşta aldı, yaşlandırıp kötü hallere düşürmedi."

İmam Mâlik şunu söylemiştir: "İlim ve irfanınız yok­sa, sakal sizi gururlandırmasın! Çünkü teke'nin de sakalı vardır."

Eyyûb es-Sahtiyanî şöyle demiştir: "Sizden evvel öyle bir döneme yetiştim ki, seksen yaşındaki ihtiyarlar, ilim öğ­renmek için genç âlimlerin peşinde koşarlardı."

Ali İbni Hüseyin şunu söylemiştir: "İlimde seni geçen, yaş itibarıyla senden genç de olsa senin önündedir."

3- Yaşlanmayı nefsine yediremediği için, beyaz kılları­nı almak. Allah Rasûlü (sa) bunu nehyetmiş ve "saçlardaki beyazlığın müminin nuru olduğu­nu" söylemiştir. (Ebu Dâvûd, Tirmizî, Nesaî)

4- Kıllarını çekip yolmak. Bunu yapmak, kişinin hafifli­ğini gösterir. Bu yüzden Hz. Ömer ve kadı İbni Ebi Leylâ, sa­kalını yolan kişinin şâhidliğini kabul etmezlerdi.

5- Sakalının çıkmaması için, ilk delikanlılık tüylerini koparmak. Bu iş, büyük münkerlerdendir. Çün­kü, sakaldan kaçmamak lâzımdır. O, yaratılışı tamamlar, erkeği süsler, onu kadınlardan ayırır, ona vakar, olgunluk, haya ve ciddiyet kazandırır. Sakal, sahibinin namusuna sövülmesini de önler. Çünkü sakallı bir kimseye kızan sefih ve fâsık bir kimse, onun sakalına söver.

6- Sakalı bir tutamdan daha kısa kesmek. (Ülkemizde sakallarını çoğu bir tutamdan daha kısa kesilir. Bu mekruh­tur. Ancak şartlar bunu zorluyorsa, böyle bir sakal sakalsızlıktan daha iyidir. Çünkü, "bir hayrın ve ibadetin tamamı yapılamazsa, tamamı terk de edilmez." Kaldı ki, sakalı bu şekilde kısaltmak mekruh iken, onu tamamen tıraş etmek Hanefî mezhebine göre haramdır. Haram ise mekruh'dan daha ağır bir hükümdür. Allah Teâlâ, kimseye gücünün yet­mediği mükellefiyetler vermez. Şu da bilinmelidir ki, sakal bırakmak neresinden bakılırsa bir sünnettir. Buna göre, ham bir kimse sakal bıraktığı için gurura kapılır ve kendi­sini üstün görme kibrine mübtelâ olursa, bundan kazandı­ğı günah sakal bırakmanın sevabını fersah fersah geçer. Sa­kal bırakmanın hikmeti kibir öğrenmek değil, tevazu ve mahviyet öğrenmektir.)

7- Yanakları tıraş edip sakalı çene üzerinde kuş kuyru­ğu gibi bırakmak.

8- Favorileri uzatıp sakalın üzerine salmak. Bu keyfi­yet, sâlih kimselerin değil, fâsıkların âdetidir.

9- Sakalı gösteriş için taramak veya zühd intibaını ver­mek için ihmal etmek. Bişr İbni Hars (el-Hafî) şöyle demiş­tir: "Sakalda iki çeşit şirk vardır. Bunlardan birisi, onu gösteriş için süslemek, diğeri de zâhid görünmek için onu ken­di haline terk etmektir."

10- Siyah sakalına gençlik gafletiyle, beyazına da yaş­lılık büyüklenmesiyle bakmak. Bu iki bakış bütün haller­de mekruhtur. Çünkü gaflet ve büyüklenmek kötülenmiş sıfatlardır. Bu kötü sıfatlar diğer kötülüklerin de kaynak­larıdır.

Buraya kadar saydıklarımız, cesetteki kirlilikler ve faz­lalıklardır. Şu kesin olarak bilinmelidir ki, kalb ve ruhta oluşan kirlilikler ve onlardan sökülüp atılması gereken faz­lalıklar, sayı itibarıyla bunlardan daha fazla, ele alınması yönünden de daha önceliklidirler.

 
  Bugün 39 ziyaretçi (50 klik) kişi burdaydı! gullerinefendisi1.tr.gg  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol