İhlasın Fazileti
İhlâsın Hakikati
İhlâsı Bozan ve Bulandıran Karışımların Dereceleri
Karışık Olan Amelin Hükmü.
İhlasın Fazileti
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Onlara emredilen şey, dini kendisine hâs kılarak Allah'a ibadet etmektir." (Beyyine, 5)
"Bilin ki, ancak hâlis olan din Allah içindir." (Zümer, 3)
"Tevbe eden, amelini düzelten, Allah'a güvenen ve ibadetini Allah'a hâlis kılan kimseler mü’minlerdir. Allah mü’minlere büyük bir mükâfat verecektir." (Nisa, 146)
"Kim Rabbine mülaki olmak (yüz akıyla O'nun huzuruna çıkmak) istiyorsa, sâlih amel işlesin ve Rabbinin ibâdetine kimseyi ortak etmesin." (Kehf, 110)
Allah Rasûlü (sa) da şunları söylemiştir: "Ameli Allah Teâlâ için hâlis kılmak, müslüman olan bir kimsenin kalbinin vazgeçilmez vasfıdır." (Tirmizî)
"Allah Teâlâ, bu ümmete zayıflara merhametleri, duaları, ihlasları ve namazları sayesinde yardım eder." (Nesâî)
"Amelini hâlis kıl. O zaman onun azı da sana yeterlidir." (Deylemî)
"İlim ve ibadetlerini övülme vesilesi yapan âlimler, sadaka ve hayırlarını sevilme vesilesi yapan zenginler, savaş ve cihadlarını şöhret ve takdir vasıtası yapan güçlüler kıyâmet gününde sorgulanırken amelleri iptal edilir ve kendileri cehenneme gönderilirler." (Geçti) Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Dünya hayatını ve onun ziynetini irade edenlere, amellerinin karşılığı tastamam bu dünyada verilir. Bunlar için ahirette yalnızca ateş vardır. Bunların dünyada yaptıkları ameller boşa gider. Çünkü amelleri kabul şartlarına uygun değildir." (Hûd, 15, 16)
Maruf el-Kerhî, göğsünü döver ve: "Ey Nefis! İhlâslı ol, halâs bul! (kurtul!) " derdi.
Yakup el-Mekfûf şöyle demiştir: "İhlâslı kimse, günahları gibi, hasenelerini de (ibadet ve hayırlarını da) gizleyen kimsedir."
Süleyman şöyle demiştir: "Allah Teâlâ'yı irade etmedikçe bir adım bile atmayan kimseye ne mutlu!"
Hz. Ömer (ra) şöyle demiştir: "Bir kimsenin niyeti hâlis olursa, Allah Teâlâ onun insanlarla olan sorunlarında kendisine yeterlidir."
Eyyûb es-Sahtiyânî şöyle demiştir: "Amelde niyeti hâlis kılmak, amelin kendisinden daha zordur."
Yahya İbni Muâz şöyle demiştir: "Hâlis amel süt gibidir. Süt, kan ve sidikten arı olduğu gibi, o da riya ve dünya mülâhazalarından arıdır."
Şöyle denilmiştir: "İlim tohumdur; amel onun ekilmesi, ihlâs da onun sulandırılmasıdır."
Tohum ekilmezse ambarda çürür. Ekilip de sulandırılmazsa o zaman da tarlada çürür. Bu o demektir ilim ve amelin ziraat gibi, yeşerip çoğalması ihlâs sayesindedir. (Bir parça ruhî olgunluk ve hassasiyet kesbeden insanlar bile, kendileri için yapılan işlere riya ve gösteriş karıştırılmasından şiddetle sıkılıp rahatsız olurken, Allah Teâlâ’nın kendisi için yapılması gereken ibadet ve işlere riya ve gösteriş katılmasına razı olması mümkün değildir.)
Es-Susî şöyle demiştir: "Kulların amellerinden Allah Teâlâ’nın hissesi onlardaki ihlastır." Bu sözü teyid eden bir ayet-i kerimede şöyle buyurulmuştur:
"Kurbanların etleri ve kanları Allah'a ulaşmaz. O'na ulaşan, bunların kesimindeki ihlâsınızdır." (Hac, 37)
El-Mervezî şöyle demiştir:
"Dünya ve ahirette kurtuluş ve mutluğunun formülü iki şeydir. Bunlar Allah Teâlâ’nın takdir ettiğine rızâ göstermek ve O'nun için yapılması gereken amelde ihlâs gözetmektir."
Hz. Ali (ra) bir kâfirle savaşmış ve onu yere yıkıp öldürmek istemiş. Kılıcını indireceği sırada, altındaki kâfir onun yüzüne doğru tükürmüş. Bunun üzerine Hz. Ali onu serbest bırakmış ve şöyle demiş:
"Ben seni Allah için öldürecektim. Fakat yüzüme tükürünce, hiddetlendim ve senden intikam almak istedim. Bu durumda seni öldürseydim, Allah için değil, nefsim için öldürecek ve katil olacaktım."
İsrailoğulları döneminde bir abid, kendi kulübesinde ibadetle meşgul iken, bir topluluğun bir ağaca taptıklarını görmüş. Bunların yaptıkları bu yanlış işe kızmış ve baltasını alıp ağacı kesmeye gitmiş. Giderken, İblis yaşlı bir adam suretine girip karşısına çıkmış ve bu teşebbüsünden vazgeçmesini istemiş. Abid, vazgeçmeyeceğini söyleyince kapışmışlar ve abid onu yere yıkıp göğsüne oturmuş. İblis, "Beni bırak, sana güzel bir teklifim vardır." demiş. Abid onu bırakmış ve teklifinin ne olduğunu sormuş. İblis şöyle demiş: "Sen bu ağacı kesmekle bir sonuç alamazsın. Çünkü, onun yerine yenisini dikerler. Fakat sen bu işten vazgeçersen, her akşam sana iki altın getiririm. Bunlarla hem kendin geçinirsin, hem de fakir ve muhtaçları beslersin. Bu sana daha çok sevap kazandırır." Teklif âbidin hoşuna gitmiş ve onu kabul etmiş. İblis iki gece altınları getirmiş, ondan sonra getirmemiş. Aldatıldığını gören abid kızmış ve tekrar baltasını alıp ağacı kesmeye gitmiş. Yolda İblis yine o yaşlı adam suretinde görünmüş ve fikrinden vazgeçmesini istemiş. Kızgın olan abid, yakasını tutup yere yıkmaya çalışmış, fakat bu sefer İblis onu devirmiş. Abid, buna hayret etmiş ve sebebini sormuş. İblis şöyle demiş: "Evvelki sefer sen Allah için benimle kapıştın. Allah da sana yardım edip güç ve kuvvet verdi. Bu sefer ise sen altınlar için kapıştın. Onun için kendi gücünle kaldın."
İhlasta kuvvet ve ilâhî yardım vardır. Onun için Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Küçük bir topluluk çok kere, büyük bir topluluğu Allah’ın izniyle yenmiştir. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara, 249)
İhlâsın Hakikati
Bil ki, yabancı bir madde karışabilen bir şey, karışık olmadığı zaman ona 'hâlis' denir. Onu yabancı maddeden temizlemeye ve ondan korumaya da 'ihlâs' denir. İhlas'ın karşıtı karıştırmaktır. Buna göre, tevhidde ihlâs, Allah Teâlâ’nın birlik vasfına ikilik unsurunu katmaktan sakınmak ve O'ndan başka ilâh bulunduğuna inanmamaktır. Amelde ihlâs ise, ameli yalnızca Allah Teâlâ için yapmak, ona başka bir niyet, gaye ve garaz karıştırmamaktır.
İhlâsın oluşması için, amel ederken Allah Teâlâ’nın emrini yerine getirmenin, O'nun rızasını tahsil etmenin ve O'nun va'dettiği sevabı kazanmanın yegâne maksat olması lâzımdır. Yegâne maksadın bu olduğu amel hâlis ameldir. Sahih ve geçerli olan amel de bu ameldir. Maddî olan şeylere yabancı bir madde karıştığı zaman, onları bulandırır, bozar veya özelliklerini azaltır. Fakat, amele başka gaye ve maksatlar karıştığı zaman onu kökten bozup geçersiz hâle getirir. Allah Teâlâ bir hadis-i kudside şöyle buyurmuştur:
"Benim ortaklara ihtiyacım yoktur ve ben kimseyle (bir işte) ortaklık kabul etmem. Onun için, bir amelde bana ortak koşulursa (benim rızamı aramak yanında başka bir gaye de aranırsa), ben o amelden hisse almam, onun hepsini koşulan ortağa bırakırım."
İhlâs kazanmanın yolu ise, nefsin arzularını kırmak, dünyadan ve halktan ümidini kesmek ve bütün himmetiyle ahirete yönelmektir. Bu yapılmadığı takdirde, hâlis gibi görünen amellerde bile bir karışıklık ve bulaşıklık bulunur. Bir zat şöyle demiştir:
"Ben otuz sene bütün farz namazları cemaatle ve birinci safta kıldım. Bu bana zevk verirdi ve ben bunun hâlis bir amel olduğunu sanırdım. Sonra bir sefer biraz geç geldiğim için ancak ikinci safta yer bulabildim ve bu safta namaz kılınca da halktan utandığımı hissettim. O zaman anladım ki, ben otuz sene riya ve gösteriş için erken mescide gitmiş ve birinci safta namaz kılmışım. Bunun üzerine istiğfar edip bu otuz senelik namazları kaza ettim." Riya, gösteriş, menfaat ve diğer dünya mülahazaları görünmeyen mikroplar gibi amele girer ve onu bozarlar. Onun için Kur’ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
"Kıyâmet gününde Allah tarafından onlar için farkında olmadıkları ve hesaba katmadıkları şeyler (günahlar, amelleri bozan hususlar) ortaya çıkarılır ve bunlar kendilerine gösterilir..." (Zümer, 47, 48)
İhlâs iki kısımdır. Birincisi, ibadette ihlastır. Bu ihlâs, yapılan bir ibadette yalnızca Allah Teâlâ’nın rızasını ve sevabını düşünmektir. İkincisi, ise ibadetin dışında kalan fiil ve işlerde de ihlastır. Bu ihlâs, bunları da ibadetteki düşünce ile yapmaktır. Bu ikinci kısma işaret eden Sehl şöyle demiştir:
"İhlâs, kulun bütün hareket ve davranışlarının Allah Teâlâ için olmasıdır." Bu ihlasa sahip olan bir kul, devamlı surette ibadet halindedir. Onun bütün işleri ibadet, bulunduğu her yer mescid ve mabed, Allah Teâlâ’nın rızasını kasdetmek de onun kıblesidir. Bu kul, o zaman haklı olarak şu duayı okur: 'Namazım, haccım, kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir." (En'âm, 162)
İhlâsı Bozan ve Bulandıran Karışımların Dereceleri
Bil ki, ihlâsı bozan ve bulandıran karışımların bir kısmı açık, bir kısmı gizlidir. Bunlardan her birinin de bir kısmı kuvvetli, bir kısmı zayıftır. Açık olandan maksat, kolaylıkla fark edilen karışımdır. Gizli olandan maksat ise, fark edilmesi dikkat isteyen karışımdır. Bunun gibi, kuvvetli olandan maksat da Allah rızası niyetinden daha güçlü olandır. Zayıf olandan maksat ise, bu niyetin gerisinde kalandır. Bu karışımların en yaygını, Allah Teâlâ için yapılması gereken ibadet ve amelle kendini insanlara beğendirme arzusudur. Bu arzu amel ve ibadetten önce, onun ifâsı sırasında ve ondan sonra doğabilir. Bu arzu bazen açık, bazen gizli, bazen kuvvetli, bazen de zayıf olur. Gizli ve zayıf olması hâlinde dikkatten de kaçabilir. Allah Rasûlü (sa), bunu kasdederek şöyle buyurmuştur:
"Riya, kalpte siyah karıncanın karanlık bir gecede siyah taşta dolaşması gibi dolaşır." Bu riya türü zayıf olması bakımından ondan sakınmak daha kolaydır. Ancak onun farkına varmak dikkat ve marifet ister. Bu dikkat ve marifete de ancak kalplerini devamlı olarak kontrol altında tutan ve içlerinde kıpırdayan duygu ve düşüncelerin meşruiyet durumunu bilen kimseler sahiptir. Bu kimselerin bir ibadeti, diğerlerinin bin ibadetinden daha üstündür. Çünkü bunların yaptıkları ibadet ve hayırlarda Allah Teâlâ rızasını düşünmekten başka hiçbir etken bulunmaz. Bunların amelleri tam ayar altın gibidir.
Karışık Olan Amelin Hükmü
Bil ki, her hangi bir amelle halisen Allah Teâlâ'nın rızası gözetildiği zaman o amel makbuldür. Onunla bütünüyle Allah Teâlâ’nın rızası dışındaki bir gaye güdüldüğü zaman da o amel merduttur. Bunlar kesindir. Âlimler arasında ihtilâf konusu olan ve hükmü bir ölçüde meçhul olan amel ise, hem Allah Teâlâ rızası, hem de nefse ve dünyaya ait bir gayenin birlikte güdüldüğü ameldir.
Nassların (âyet ve hadislerin) zahir mânaları bu türlü amellerin de merdud olduklarını gösterir. Ancak, yine nassların işaretlerine dayanan bir görüşe göre, bir ameldeki dinî gaye (Allah Teâlâ rızası) nefse ait gayeden daha kuvvetli ise, o amel bütünüyle reddedilmez, sadece sevabı azaltılır. Çünkü Allah Teâlâ, "Kim zerre kadar hayır işlese onu görür." (Zilzâl, 7) buyurmuştur. Fakat, dinî gaye daha zayıf ise veya iki gaye aynı ağırlıkta iseler, o takdirde amel reddedilir. Amellerin sevapları gibi, kalbi etkilemeleri de bu ölçüye göredir. Çünkü, bütünüyle hâlis olan ameller, kalbin nurunu çoğaltır ve ondaki Allah ve ahiret sevgisini arttırırlar. Bütünüyle dünyevî ve nefsanî gaye ve garazlara dayanan ameller ise, kalbin ışığını söndürür ve ondaki yüce duyguları öldürüp süflî duyguları canlandırır. Karışık gayeli amellere gelince, bunlar, güdülen gayelerin ağırlığına göre, kalbi olumlu veya olumsuz etkilerler.
Hiç şüphe yoktur ki, dünyanın helâlına talip olmak meşrudur. Ancak, Allah Teâlâ için yapılan amelleri buna âlet etmek câiz değildir. Çünkü bu amellerin faydası ahirete aittir. Bu sebeple, ihlâs sahibi kimseler, yaptıkları amellerden dünyaya ait bir fayda temin etmeyi düşünmek şöyle dursun, iradeleri dışında hasıl olan bu kabil faydalara üzülürler ve bu faydaların ahiretteki sevabın yerine geçme ihtimalinden korkarlar. Çünkü kıyâmet gününde bazı kimselere şöyle denir:
"Siz nimetlerinizi dünya hayatınızda tükettiniz ve onlarla safa sürdünüz. Bugün size sadece hakaret ve azap vardır..." (Ahkâf, 20)
Amellerin manevî şartı olan ihlâs, onların maddî şartları, farz ve vacipleri kadar önemlidir. Bu sebeple, örneğin, namaz kılarken sırtını kıbleye çevirmek nasıl onu bozarsa, ahiretteki sevaba sırt çevirip namazla dünya faydasını düşünmek de onu bozar.
Amelleri açık riyadan, yani bile bile yapılan riyadan korumak ihlâs sahipleri için zor değildir. Onun için, bunlar daha çok gizli riyadan, yani farkında olmadıkları hâlde amellerine karışabilen riyadan korkarlar. Açık riya gibi, gizli riya da açıkta yapılan amellerde söz konusu olduğu için Sufyân es-Sevrî şöyle demiştir: "Ben açıkta yaptığım amellerimi saymam."
Abdulaziz İbni Revvâd da şöyle demiştir: "Ben atmış sene hac ettim. Fakat, bunları gizli riyadan koruduğumu söyleyemem. Onun için, bu haclar ne lehimde, ne aleyhimde olsalar razıyım."
(Mü’min, her hal-ü kârda kendisini riya tehlikesi karşısında görür, bu tehlikeye karşı dikkatli ve uyanık davranır ve buna rağmen, kendi nefsini riyakârlıkla, amelini de riya karışmış olmakla itham eder. Ancak, o, ortada yeterli delil bulunmadıkça ve özellikle kendisini ilgilendirmeyen konularda başka mü’minleri riyakârlıkla veya amel ve niyetlerini riya karışmış olmakla itham etmeye kalkışmaz. Çünkü bu türlü bir itham doğru değilse iftiradır; doğru ise, ortada ciddî bir delil bulunmadığı için su-i zandır. Bunların ikisi de günahtır. Onun için, mü’min kendisi hakkında kötümser, başkaları hakkında iyimserdir. O kendi nefsine karşı savcı, başkaları için avukattır. O kendi nefsinin kötülüklerini, başkalarının ise iyiliklerini görür. Münafık ise bütün bu hususlarda onun aksinedir.)