Hesap Sormak.
Terazi Kurulması
Hasımların Çekişmesi ve Hakların İâde Edilmesi
Hesap Sormak
Kıyâmet ve mahşer günü, hesap sormak günüdür. İnsanları yaratan ve onları dünya hayatında imtihana tâbi tutan Allah Teâlâ, o gün onlardan hesap sorar. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
"Yemin olsun, biz kendilerine peygamber gönderdiğimiz milletlerden de, onlara gönderdiğimiz peygamberlerden de hesap soracağız. Biz bunların yaptıklarını tam bir bilgi ile onlara anlatacağız. Çünkü biz onlardan uzak değildik. O gün amelleri tartmak gerçektir. Kimin iyi amelleri ağır gelirse, o iflâh olur. Kimin amelleri hafif gelirse, âyetlerimize karşı işledikleri zulümden dolayı kendi canlarını kaybederler." (A'râf, 6, 7)
"Rabbine yemin olsun, onların (teklif çağına gelmiş insanların) hepsinden yaptıklarının hesabını soracağız." (Nahl, 92, 93), "Sonra o gün, size verilen nimetlerin hesabı sorulacaktır." (Tekâsur, "Ey insanlar ve cinler! Bir günü sizi sorgulamak için ayıracağız. Siz Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?" (Rahman, 31)
"Allah doğrulardan doğruluklarının hesabını soracaktır. O, inkârcılara da elemli bir azap hazırlamıştır." (Ahzâb, Allah Teâlâ, doğruluğun da hesabını soracağına göre, artık eğriliğin, yanlışlığın, kötülüğün, hile ve yalancılığın hesabını düşünün.
Hesap sorulurken, "kim zerre kadar iyilik yapmışsa onun sevabını ve kim zerre kadar kötülük yapmışsa onun da cezasını görecektir." (Zelzele, 7, Ve " kimseye hurma çekirdeğinin astarı kadar haksızlık yapılmayacaktır." (Nisa, 49, 77; İsrâ, 71)
Allah Teâlâ, kullarından hesap sorarken peygamberleri, melekleri, tanıyan kimseleri şâhid olarak hazır bulundurur. Bazen de, emre muhalefet eden ve günah işleyen kimselerin kendi uzuv ve organlarını konuşturur. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
"O gün dilleri, elleri ve ayakları onların kötü amellerine şâhidlik edecektir. O gün Allah onlara yalnızca hak ettikleri cezayı verecek ve onlar Allah’ın âdil-i mutlak olduğunu göreceklerdir." (Nur, 24, 25)
"O gün onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri söyler ve ayakları şâhidlik eder. İsteseydik dünyada da bunların gözlerini kör ederdik. O zaman da yolda itişip kakışırlardı. Çünkü gözleri olmayınca nasıl görebilirlerdi. Ya da onları felç ederdik. O zaman da oldukları yerde kalır, ne gidip ne de gelebilirlerdi. (Fakat, onlara bir müddet mühlet verdik ve onları bu süre içinde imtihan ettik. Mahşer gününde ise bu imtihanı sonuçlandırırız.)" (Yasin, 66, 67)
Sorgulama ve hesap sorma kimileri için gizli yapılır. Bu türlü sorgulamadan Allah Teâlâ ile kuldan başkası haberdar olmaz. Allah Teâlâ, bu suretle bu kimselerin ayıp ve kusurlarını gizli tutar ve onları mahşer halkı önünde utandırmaz. Bu kimseler iyi amelleri çoğunlukta olanlardır. Bunlar, olabilen günah ve kusurlarını da gizlemişlerdir. Sorgulama kimileri için de açık yapılır. Melekler bunların amellerini ve amellerinin sonuçlarını mahşer halkına ilân ederler. Bu ilândan maksat, bu kötü insanları teşhir ve rezil etmektir.
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Kim mü’minlerin kusurlarını gizlerse, Allah Teâlâ da kıyâmet gününde onun kusurlarını gizler."
Allah Rasûlü (sa), hesap sırasında kulun duruşunu da şöyle anlatmıştır: "Aranızda örtü ve tercüman bulunmadan Allah Teâlâ’nın önünde durup hesap vereceksiniz." (Muttefekun aleyh)
"Arada örtü ve tercüman bulunmaksızın her biriniz Allah Teâlâ’nın önünde duracaksınız ve kendisi size, 'Sana şu nimetleri vermedim mi? Sana şu iyilikleri yapmadım mı? Sana peygamber ve uyarıcı göndermedim mi?’ diye soracaktır. Ve siz, bütün bu sorulara, 'Evet.’ diyeceksiniz. Çünkü Allah Teâlâ, yalnızca olmuş olanları sorar. Ve siz (kusur, günah ve ihmallerinizi görüp) mahcubiyet, korku ve pişmanlık duyacak ve kaçmak isteyeceksiniz. Fakat sağ tarafınıza bakınca, orada cehennemi göreceksiniz, sol tarafınıza bakınca orada da cehennemi göreceksiniz. (Bunun üzerine, kaçmanın da mümkün olmadığını anlayacaksınız.) Kendinizi cehennemden kurtarmak için bulabildiğiniz kadar sadaka verin. Bir hurma yarısını bulsanız, onu da verin. Bunu da bulamazsanız, faydalı ve gönül yapıcı bir söz söyleyin." (Buharî)
"Bir kimse dört şeyin hesabını vermedikçe hesap yerinden ayrılamaz. Bu şeyler ömrünü neyle tükettiği, vücudunu neyle yıprattığı, bilgisiyle ne yaptığı ve malını nasıl kazanıp nasıl harcadığıdır." (Tirmizî)
Abdullah İbni Mes’ûd (ra) şöyle demiştir: "Bulutsuz bir gecede aya karşı durduğunuz gibi Allah Teâlâ’nın önünde duracaksınız ve O size, 'Ey insan! Neden benim hakkımda aldanma yolunu seçtin? Ey insan! Bildiğinle ne amel ettin? Ey insan! Peygambere uydun mu? Ey insan! Ben senin gözlerini, kulaklarını ve dilini gözetlediğim hâlde, neden bunlarla emirlerime muhalefet ettin?’ diye soracaktır."
Sorgulamadan kurtuluşla ayrılmanın sevinci sonsuzdur. Bütün mahşer halkı kurtulmuş olana gıpta ile bakarlar. Sorgulamada suçlu bulunup cezaya çarptırılmanın da keder ve elemi sonsuzdur. Bu sonuçla ayrılan bir kimsenin hâline gök ve yer birlikte ağlasalar yine azdır. Kurtuluş berâtı, sorgulanmış olan kişinin sağ eline, ceza fermanı ise sol eline verilir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Kimin kitabı (yazılı beratı) sağ eline verilse, o kimse (sevinç ve coşkunlukla bağırarak) 'Hey insanlar! Alın, kitabımı okuyun! Ben bu hesabı bekliyordum.’ der. Bu kimse, artık yüksek bir cennette safâlı bir hayat içindedir. Kimin kitabı (yazılı fermanı) sol eline verilse, o kimse (keder ve kahırla) 'Ah keşke bana bu kitap verilmeseydi ve ben hesabımın sonucunu öğrenmeseydim! Ah keşke! Bir kere ölmüşken bir daha dirilmeseydim! Ne malım, ne de saltanatım bir işe yaramadı!’ der. (Bu sırada Allah Teâlâ da meleklere şu emri verir:) Onu yakalayıp kelepçeleyin ve götürüp cehenneme atın. Sonra onu orada yetmiş metre zincirle bağlayın." (Hâkka, 19, 32)
Terazi Kurulması
Terazi, ağırlıkları ölçen âlet demektir. Bu âletin dünyada değişik şekil ve türleri vardır. Mahşer günündeki terazi de amellerin ağırlığını ölçen bir aygıttır. Onun şekil ve türü de yaptığı işin özelliğine ve ahiretin ölçülerine göredir. Bu konuda bilinmesi gerekli ve önemli olan, bu aygıtın şekil ve türü değil, işlevidir. Allah Teâlâ, gözle görülen bu cihazla kullarına adaletini gösterir. Çünkü onlar, amellerinin ağırlığını bu terazide gözleriyle görürler, ondan sonra haklarında verilen hükmün, kendi kendilerinin verebilecekleri hükmün aynısı olduğunu anlarlar. (İsrâ, 14) Bundan dolayı, onlara, "Kendin de hesabını yapabilirsin." denir.
Allah Teâlâ, terazi kurulması konusunda şöyle buyurmuştur: "Biz kıyâmet gününde, adaletimizi göstermek için terazileri kurarız. Ameller terazilerde tartıldığı için kimseye zulmedilmez. Bir kimsenin yaptığı bir amel bir hardal tanesi kadar da olsa, onu da getirip (teraziye koyarız). Biz hesap görücü olarak güçlü ve yeterliyiz." (Enbiyâ, 47)
Ameller tartılınca bazı kimselerin bütün amelleri bozuk ve çürük çıkar. Bunlar ya hiç iyi amel işlememişler, ya işledikleri iyi amelleri usulüne göre yapmamışlar, ya da bunları riya, gösteriş, minnet etmek gibi âfetlerle yakmışlardır. Tartmanın sonucu belirlenince bu kimselere kelepçe vurulur ve onlar zebaniler tarafından kamçılanarak cehenneme götürülürler. Bunların çoğu ayakta duracak hâlde olmadıkları için, yüz üstü yatmış vaziyette ya perçemlerinden, ya da ayaklarından tutulup çekilirler.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Boyunlarında halkalar ve zincirler olduğu hâlde yerde sürüklenirler. Önce kaynar suya, oradan da ateşe atılırlar." (Gafir, 72)
"Mücrimler bugün sapıklık ve çılgınlık içindedirler. Kıyâmet gününde ise yüzleri üzerinde (yüz üstü) ateşe çekilirler. Ve onlara, 'Cehennemin dokunuşunu tadın!’ denir." (Kamer 47, 48)
"İnkârcıların ve oynayıp eğlenenlerin vay hâline! Bunlar o gün itile katıla cehenneme götürülürler. Onlara, 'Bu, inanmadığınız ateştir. Bu da sihir midir? Yoksa onu görmüyor musunuz? İçine girip yanın! İster sabredin, ister sabretmeyin, sizin için sonuç değişmez. Size ancak amellerinizin cezası verilmiştir.’ denir." (Tur 11-16)
Bunlar, hesap yerinden cehenneme doğru işkence ve hakaretle götürülürken, arkalarından bir ses duyulur: "Bunlar, saadeti bulunmayan bir şekavete gidiyorlar."
Bazı kimselerin bütün amelleri doğru ve sağlamdır. Bunlar Allah Teâlâ'yı her an zikredenler, O'na her zaman hamd ve şükredenler, dünya meşguliyetleri sebebiyle kulluk vazifelerini ve ahiret hazırlıklarını gevşetmeyenlerdir. Hesap sonuçları terazide belli olunca, bunlar bekletilmeden melekler refakatinde cennete gönderilirler. Bunların mahşer halkı içinden geçişleri sultanların geçişleri gibi debdebeli ve ihtişamlıdır. Allah Teâlâ, bunlar hakkında şöyle buyurmuştur:
"Rablerine karşı takva hâlini yaşayanlar cennete sevk edilirler. Bunlar oraya vardıklarında cennetin kapıları açılır ve cennetin muhafızları onları selâmlayıp kendilerine, 'Hoş geldiniz! Ebedî kalmak üzere cennete girin.’ derler." (Zümer, 73) Bazı kimseler ise, farklı oranlarda iyi ve kötü amelleri birlikte işlemişlerdir. Allah Teâlâ, bunları da cezalandırması hâlinde adâleti hakkında şüphe ve şaibeye yer vermemek, affetmesi durumunda ise fazl ve kereminin büyüklüğünü göstermek için, onların iyi ve kötü amellerini terazinin ayrı kefelerine koyup karşılıklı olarak tartar, Kur’ân-ı Kerim, bu tartının sonucunu şöyle bildirmiştir:
"Kimin iyi amelleri ağır gelirse, o kimse mutluluk verici bir hayat kazanır. Kimin iyi amelleri hafif gelirse, o kimsenin de yeri Haviye'dir. Sen Haviye'nin ne olduğunu bilir misin? O kızgın bir ateştir." (Karia,6, 11)
Allah Rasûlü (sa) bir gün eve geldiğinde Hz. Aişe'nin ağlamakta olduğunu görür ve sebebini sorar. Hz Aişe (ra)’a, "Ben, mahşeri düşündüm ve oradaki hâlime ağladım." der ve şunu ekler: "Ya Rasûlullah! Siz o gün ev halkınızı düşünür müsünüz?" Allah Rasûlü (sa) şu cevabı verir:
"Allah'a yemin ederim, üç durumda, yani, ameller terazide tartılırken, kararın sağ ele mi, sol ele mi verileceği beklenirken ve Sırat köprüsü geçilirken herkes ancak kendi canını düşünür." (Ebu Dâvûd)
Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
"Allah Teâlâ kıyâmet gününde, (insanlığın babası ve ilk peygamber olan) Adem'e, 'Ey Âdem! Kalk, cennet ehliyle cehennem ehlini birbirinden ayır.’ diye emreder. Âdem, (as), Allah'ım! Bunların nisbeti kaça kaçtır?’ diye sorar. Allah Teâlâ şöyle buyurur: 'Cehennem ehli binde dokuz yüz doksan dokuz, cennet ehli ise binde birdir.’ Mahşer halkı bu haberi duyunca, umumî bir ağlaşma meydanı kaplar." (Muttefekun aleyh) Kur'ân-ı Kerim'de, sakınılması emredilen kıyâmet sarsıntısı da budur.
Hasımların Çekişmesi ve Hakların İâde Edilmesi
Bil ki, mahşer yerindeki hesap ve tartı, insanların ebedî kaderlerini tâyin eden olaydır. Onun için, bu olay olabildiğine büyük merak, heyecan ve korkuların duyulmasına sebep olur. Bu azaptan beter olan heyecan ve korkuları azaltmak ve hatta tamamen silmek istenirse, bunun çaresi, dünyada iken hesaplı yaşamak ve nefsini her işten önce ve sonra hesaba çekmektir. Onun için, Hz. Ömer (ra) şöyle demiştir:
"Hesaba çekilmeden evvel nefislerinizi hesaba çekin ve tartılmadan önce amellerinizi tartın." Nefsini hesaba çekmek ve tartmaktan maksat amel ve ahlâkını Şeriat ölçüleriyle tartmak, yanlış olanları terk etmek, geçmiş günahlardan dolayı istiğfar etmek, farzları kaza etmek, hakları sahiplerine iâde etmek veya onlardan helallik dilemektir. Bunları yapmış bir insanın ahiretteki hesap ve tartıdan korkması için bir sebep kalmaz. Çünkü Allah Teâlâ durup dururken kimseye zulmetmez ve sebepsiz yere ona sıkıntı ve azap çektirmez. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
" 'Rabbimiz Allah'tır.’ diyen, ondan sonra da istikamet üzerinde yaşayan kimselerin üzerine (ölürken, kabirde dirilirken ve mahşer gününde) melekler iner ve onlara şöyle derler: 'Korkmayın, üzülmeyin ve size söz verilen cennetle müjdelenin. Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin dostlarınızız. Cennette sizin için iştiha duyduğunuz ve istediğiniz her şey vardır"( Fussilet, 30, 31)
"Onlar ki, 'Rabbimiz Allah'tır.’ derler, ondan sonra da istikamet üzerinde yaşarlar, onlar için korku yoktur ve onlar üzülmezler. Onlar cennet ehlidirler ve amellerine karşılık olarak orada ebediyyen kalırlar." (Ahkâf, 13, 14)
Kıyâmet gününde hesap ve tartıdan korkan ve bunu korku ile bekleyenler, ahiretteki sonuçların kıyaslanamayacak derecede büyüklük ve ağırlıkları da eklenerek, bir anlamda, dersine çalışmamış bir talebenin imtihan kapısındaki hâlini ve suç işleyen bir caninin ağır ceza mahkemesindeki psikolojisini yaşarlar.
Allah Teâlâ’nın hiç affetmediği günahlar, küfür ve şirkten sonra, kul haklarıdır. Dünyada tahsil edilmemiş olan bu hakların sahipleri mahşer gününde zâlimlerin yakasına yapışırlar ve onları Allah Teâlâ'ya şikâyet ederler. Bu şikâyetlerin sorgulanması zâlimlere hafakanlar yaşatır ve onların kaderlerini değiştirir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:
"Bilir misiniz müflis kimdir? Müflis o kimsedir ki, kıyâmet gününe namaz, oruç, hac ve zekâtla (bunların sevaplarıyla) gelir. Fakat şuna sövmüş, şunu dövmüş, şunu gıybet etmiş, şuna iftira etmiş, şunu öldürmüş (ve bunlar gibi zulüm ve haksızlıklar yapmış)tır. Bu sebeple, onun ibadetlerinin sevabı hak sahiplerine verilir, ve eğer sevapları buna yetmezse, o zaman da hak sahiplerinin günahları onun terazisine aktarılır ve kendisi (kendisinin işlemediği)bu günahlarla cehenneme atılır." (Geçti)
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın zâlimlerden habersiz olduğunu zannetme. O bunları bir güne tehir etmiştir." (Geçti)
Allah Teâlâ, inkârcılara da, kul hakkını çiğneyenlere de "zâlim" ismini vermiş ve ikisine de lanet etmiştir. Kur’ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
"O gün bir melek herkesin duyacağı bir sesle bağırıp, 'Haberiniz olsun, Allah’ın laneti zâlimlerin üzerindedir.’ der." (A'raf, 44)
Mahşer gününde tahsil edilen haklar yalnız insan hakları değildir. Bu hakların bir kısmı da hayvan haklarıdır. Allah Teâlâ haklarını tahsil etmek için, kendisine karşı mükellef tutmadığı hayvanları da diriltip haşreder. O gün hayvanların hakları insanlardan tahsil edilirken, aynı zamanda onların (hayvanların) birbiri üzerindeki hakları da tahsil edilir. Bu iki türlü hakları da tahsil edildikten sonra, Allah Teâlâ’nın emriyle bunlar (hayvanlar) toprak hâline gelirler. Hayvanları toprak hâlinde gören inkârcılar, onların hâline imrenir ve, "Ah keşke, biz de toprak olsaydık!" (Nebe', 40) diye inlerler.
Ey miskin ve müflis zâlim! Sen hakların tahsil edildiği o büyük günde amel defterine bakınca, bunca emek verip kazandığın ve kurtuluşun için ümit besleyip bel bağladığın sevaplarının silindiğini görecek ve bu yüzden, ticaret için gittiği yabancı ve uzak bir ülkede para sandıklarını kaybeden müflis bir tüccar gibi, "Sevaplarım! Sevaplarım nereye gitti.!" diye ağlayacak ve üstünü başını yırtacaksın. Sonra, yaşlı gözlerle bir daha amel defterine bakınca, bu sefer de orada işlemediğin günahları göreceksin. Halbuki, dünyada iken bu günahları işlememek ve onları amel defterine yazdırmamak için dişlerini sıkmış ve bin bir sabırla onlardan uzak durmaya çalışmıştın. Bu yabancı günahları kendi amel ve kader defterinde görünce, duyduğun kahırla mümkün olsa bin kere öleceksin.
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Şeytan artık sizin ona tapmanızdan ümidini kesmiştir. Bundan sonra o, size yalnızca günahları işletmekle razı olacaktır. Çünkü günahlar da birikince helâk edici hâle gelirler. Onun için, küfürden olduğu gibi, günahlardan da sakının ve gücünüz yettiğince zulümden kaçının. Çünkü zulmetmiş bir kimse, kıyâmet gününe dağ gibi tâatlarla (tâat sevaplarıyla) gelir ve bunların kendisini kurtaracağını zanneder. Fakat o bunu zannederken, zulmettiği kimseler gelip haklarını isterler. Allah Teâlâ da, meleğe, 'Bunların haklarını onun sevabından çıkar.’ diye emreder. Sonuçta da çoğu zalimlerin hiçbir sevapları kalmaz." (Müslim, Ahmed, Beyhakî)
"O gün, her hak sahibine kesinlikle hakkını vereceksiniz." (Ahmed, Beyhakî)
"Allah Teâlâ, insanları çıplak ve fakat cinsiyet organları görülmez bir hâlde haşreder ve en yakında olanlar gibi, en uzakta olanların da duyduğu bir sesle kendilerine şöyle hitap eder:
"Sultan benim! Hâkim benim! İster cennet ehli, ister cehennem ehli olsun, hiç kimse üzerindeki hakları ödemeden bu meydandan ayrılamaz." (Ahmed)
Zübeyir (ra) şöyle demiştir:
"Zâlimler için mahşer günü çok çetin bir gündür! O gün onlar birisinin tarlasına attıkları bir adımın, birisine dokundurdukları bir kelimenin, bir köleye attıkları bir tokatın da hakkını ödemek zorunda kalırlar."
Enes (ra) şunu nakletmiştir:
"Bir gün kendisiyle birlikte oturmuşken Allah Rasûlü'nün gözlerinden yaş aktığını gördük Ömer, 'Ya Rasûlullah! Bir şeye mi kederlendin?'diye sordu. Allah Rasûlü (sa) şunu söyledi:
"Mahşer gününden iki adam gözlerimin önünde belirdi. Bunlardan birisi ötekinin yakasına yapışıp onu Allah Teâlâ'ya şikâyet etti ve şöyle dedi:
-'Allah'ım! Benim hakkımı bu kardeşimden al.’ Allah Teâlâ, ötekine:
-'Kardeşinin hakkını ver.’ dedi. Adam:
-'Allah'ım! Bildiğin gibi, sevabım kalmadı. Ben ona ne vereyim?’ dedi. Allah Teâlâ, şikâyetçi olana:
-'Bak işte, kardeşinin sevabı kalmamıştır. Sana ne versin?’ dedi. Adam:
-'Allah'ım! Sevabı kalmamışsa, benim günahlarımı alsın.’ dedi. Allah Rasûlü (sa) bunu anlattıktan sonra da şunu söyledi:
"Kıyâmet günü öyle bir gündür ki, kişi kurtulmak için kardeşini feda etmekten çekinmez." (Hâkim, İbnu Ebid-Dünya)
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Allah'tan sakının ve birbirinizin arasını bulun. Bilin ki, Allah Teâlâ da kıyâmet gününde kullarının arasını bulur." (Hâkim, İbnu Ebid-Dünya) Allah Teâlâ, razı olduğu kullarının üzerindeki hakları kendi tarafından verir ve bu suretle mağdurları onlarla barıştırır.