Kinin Kötülüğü
Kızgınlık, tatmin edilmesi elde olmayan bir sebeple ve özellikle güçsüzlük yüzünden önlendiği zaman, kalpte tıkanır ve kin hâline gelir. Kin, hedef insana buğzedilmesi, ondan nefret edilmesi, onun varlığından rahatsızlık ve huzursuzluk duyulması ve bu olumsuzlukların devamlılık kazanmasıdır. Kin, kızgınlığın zehirli bir meyvesidir. Kinin zehiri şu şekillerde kendini gösterir.
1- Hased etmek. Hased, kinden dolayı hedef insanın nimet görmesine üzülmek, belâ görmesine sevinmektir. Bu hâl, münafıkların huyudur.
2- İçteki hasedi dışa vurmak ve sözü edilen üzüntü ve sevinci söz ve fiil ile açıkça göstermek.
3- Hedef insanla ilişkiyi kesmek, onun yaklaşmasına rağmen ondan uzaklaşmak.
4- Buna haklılık kazandırmak için de o insanı küçültmek ve konuşmaya, dostluğa değmediğini ileri sürmek.
5- Onun hakkında helâl olmayacak şekilde konuşmak, örneğin onu gıybet etmek, ona iftira etmek, sırrını ifşa etmek ve onu sıkıntıya sokan hâllerini açıklamak.
6- Onu çirkinleştirmek ve onunla alay etmek maksadıyla söz ve davranışlarını taklit etmek.
7- Fırsat bulunca vücuduna veya malına zarar vermek.
8- Alacağını vermek, affını istemek, sıla-i rahim yapmak gibi haklarını ifâ etmemek.
9- Onun hakkında su-i zan etmek, kötü olduğunu düşünmek, iyi olduğuna ihtimal vermemek.
10- Ona haksızlık yapan veya düşmanlık edenle dost olmak ve ona bu suretle eziyet vermek. Bir müslümana kin tutan sözde bir müslüman, onun inadına ve onun düşmanıdır diye bir kâfir veya mürtedle dostluk kurar ve onun tarafına geçerse, Allah Teâlâ’nın gayretine dokunan büyük, bir günah işlemiş olur. Ehl-i kitap olan yahudiler, Allah Rasûlü’ne ve ona iman edenlere karşı duydukları kinden dolayı, kitapsız müşriklerin bunlardan üstün olduklarını söyleyince, Allah Teâlâ şu ayetleri indirmiştir:
"Kendilerine Kitaptan bir nasip verilenlere bakıp şaşmadın mı? Bunlar putları ve şirki hoş görüyor ve dinsizlerin müminlerden daha iyi yolda olduklarını söylüyorlar. Allah bunlara lanet etmiştir." (Nisa, 51, 52)
Kin duyan bir kimse din kardeşinin yüzüne gülmez, onunla yumuşak konuşmaz, onu önemsemez, ona acıyıp merhamet etmez ve ihtiyacını görmez, onunla birlikte bir hayır işini yapmaya yanaşmaz, onun iyiliklerini söylemez ve ona iyi davranılmasını tavsiye etmez. Bütün bunlar, kin duyan müminin manevî derecesini düşüren, ona büyük sevaplar kaybettiren ve ona çok sayıda günahlar kazandıran kötülüklerdir. Onun için Allah Rasûlü (as), olabilirmiş gibi kin tutmayı nehyetmemiş, kesin bir ifade ile müminin kinci olamayacağını bildirerek, "Mümin kinci değildir." demiştir. (Geçti)
Kinin İlâcı Affetmektir
Bil ki affetmek, sahip veya müstahak olduğu bir hakkı düşürmek ve onu elde etmekten vazgeçmektir. Affetmek, hilim göstermek ve kızgınlığını yutmaktan ayrı bir şeydir. Çünkü hilim göstermek veya kızgınlığını yutmak, hakkını meşru yollarla aramaktan vazgeçmek anlamına gelmez. Affetmek ise bu arayıştan vazgeçmektir. Onun için affetmenin derecesi bu ikisinden de üstündür. Allah Teâlâ, "Af yolunu tut." (A'râf, 199) Ve "Affetmek takvaya daha yakındır." (Bakara, 237) buyurmuştur. Allah Rasûlü (as) da şunları söylemiştir: "Sadaka malı azaltmaz; affetmek kişiye şeref kazandırır; istemek fakirlik kapısını çalmaktır." (Müslim, Ebu Dâvûd, Tirmizî), "Tevazu göstermek kişiyi yüceltir; tevazu gösterin ki Allah Teâlâ sizi yüceltsin. Affetmek kişiye şeref kazandırır; affedin ki, Allah Teâlâ sizi şereflendirsin. Sadaka malı bereketlendirir; sadaka verin ki, Allah Teâlâ malınızı bereketlendirsin." (İsfahânî/et-Terhib vet-Terğib; Deylemî), "Musa, 'Ya Rabbi! Senin yanında en şerefli ve aziz olan kulun hangisidir?’ diye sormuş. Allah Teâlâ, 'O, gücü yettiği hâlde affedendir.’ cevabını vermiştir." (Harâitî), "Mahşerde insanlar hesabı beklerken, bir melek, 'Allah üzerinde hakkı olanlar kalksınlar!’ diye seslenir. Haklarını Allah için affetmiş olanlar kalkarlar ve hesabı beklemeden cennete giderler." (Taberanî)
Muaviye (ra) şöyle demiştir: "Haksızlığa karşı sabır ve tahammül gösterin. Güç ve fırsat bulunca da affedin."
Şöyle denilmiştir: "Zulme uğradığı zaman hilim gösteren, fakat güç ve fırsat bulunca intikam alan bir kimse halîm değil, kincidir."
"Allah Rasûlü (as), kendi hakları için kimseyi cezalandırmazdı. Allah’ın hakkını ve kul hakkını ise cezasız bırakmazdı." (Müslim)
Allah Rasûlü (as), Mekke'yi fethettiği gün, Mescid-i Haram'a girip Kabe'yi tavaf etti, iki rekât namaz kıldı, ondan sonra Kabe'nin kapısında durup meydanda toplanmış olan Mekke halkına döndü, "Allah'tan başka ilâh yoktur; O birdir, ortaksızdır. Kuluna verdiği sözü yerine getirdi, kuluna yardım etti ve kendi gücüyle onun muhaliflerini yendi." dedikten sonra, "Ey Kureyş topluğu, ey Mekke halkı! Bana yaptığınız kötülük ve haksızlıklara karşı bugün benden ne bekliyorsunuz?" diye seslendi. Yaptıkları kötülüklerden dolayı kılıçtan geçirilmesi lâzım gelen bu suçlu insanlar, "Senden af ve iyilik bekliyoruz. Çünkü sen kerem sahibi ve merhametlisin." dediler. Allah Rasûlü (as) onları süzdü ve, "Ben de kardeşim Yusuf gibi, 'Bugün size kınama yoktur. Allah sizi affetsin.’ (Yûsuf, 92) derim. Serbestçe evlerinize gidin." dedi. O insanlar, kabirden çıkmış gibi rahatladılar ve bu âlicenaplığa karşı İslâm’ın hak din olduğunu anlayıp müslüman oldular. (İbnu Ebid-Dünya, İbnul-Cevzî)
Hz. Ebu Bekir (ra), akrabası Mistah’ın geçim masrafını karşılar ve ona yakınlık gösterirdi. Münafıklar Hz. Aişe'ye yönelik ağır bir iftira uydurunca, Mistah da onların diliyle konuşmaya başladı. Bunu duyan Hz. Ebu Bekir (ra), çok kırıldı ve bir daha bu nankör adama masraf vermeyeceğini ve yüzüne bakmayacağını söyledi. Fakat onun bunu söylemesinden hemen sonra bir âyet indirildi. Allah Teâlâ bu âyette, Hz. Ebu Bekir’i kasdederek şöyle diyordu: "İçinizdeki fazilet ve servet sahibi kimseler, akrabalarına, miskin ve muhacirlere yaptıkları yardımı kesmesinler; affetsinler, hoş görsünler. Siz, Allah’ın sizi affetmesini istemez misiniz? Allah affedici ve merhametlidir." (Nûr, 22) Onu örnek alın. Bu âyet kendisine okununca, Hz. Ebu Bekir, ağlayarak, "Allah'ım! Elbette ki, bizi affetmeni isteriz." dedi ve Mistah'ı affedip eskisi gibi ona bakmaya devam etti.
Abdullah İbni Mes’ûd (ra), pazara çıkmış ve bir şey almıştı. Parasını vermek için cüzdanını arayınca, onun çalındığını anladı. Bunun üzerine, aldığı şeyi geri verdi ve şöyle duâ etti: "Allah'ım! Paramı çalan hırsız, ihtiyaçtan dolayı çalmışsa, onu kendisine mübarek kıl; para hırsıyla çalışmışsa bundan sonra kendisine bu günahı işletme."
İbnul-Mukaffa' şöyle demiştir: "Haksızlık ne kadar büyükse, onu affetmenin derecesi ve şerefi de o kadar büyüktür."
Bir grup bozguncu, Halife Abdulmelik'e karşı isyan çıkarmışlardı. Yorucu bir uğraşmadan sonra, Halifenin gücü galip geldi ve isyancılar yakalanıp onun huzuruna getirildiler. Halife, veziri Recâ'ya dönüp, "Bunlara ne yapalım?" diye sordu. Vezir, "Sultanım! Allah Teâlâ sana sevdiğin galibiyeti verdi, sen de O'nun sevdiği affı ver." dedi. Bu söz üzerine, Abdulmelik, suçluları affedip serbest bıraktı.
(Yukarıda geçen bir hadis mealinde de işaret edildiği gibi, affedilebilen ancak kişisel haklardır. Bu itibarla, bir kimse ancak kendi şahsî haklarını affetme yetkisine sahiptir. O, ne Allah Teâlâ’nın, ne de bir başkasının hakkını affetme yetkisine sahip değildir. Kamu hakları da affedilemeyen haklardandır. Kişisel hakların helâl edilmesi için aracı ve ricacı olmak da, onların affedilmesi gibi sevaptır. Buna şefaat etmek denir. Allah Rasûlü (as), "Şefaat edin, sevap kazanırsınız." buyurmuştur.)