Cehennem Azapları
Cennet Nimetleri
Cehennem Azapları
Ey günüyle meşgul olup geleceğini unutmuş biçare insan! Ey bitmeye yüz tutmuş dünya hayatını düşünüp ahirette ne hâlde olacağını aklına getirmeyen gâfil insan! Aklının gözünü önemsiz şeylerin üzerinden kaldırıp önünde seni bekleyen korkunç manzaraya bak ve cehennemi gör! Çünkü bu gafletinle, korkulur ki, yerin orası olacaktır. Çünkü Allah Teâlâ, kesin olarak şöyle buyurmuştur:
"İyiler cennette, kötüler de cehennemde olacaklardır." (İnfitar, 13) "Terazisi hafif gelenlerin yeri cehennemdir." (Karia, 8-9) Bundan başka bir âyette de şöyle buyurmuştur:
"İçinizden cehenneme uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, Rabbinin aldığı kesin bir karardır. Ondan sonra, biz takva sahiplerini kurtaracağız, zâlimleri ise takatten düşüp çömelmiş bir vaziyette orada bırakacağız." (Meryem, 71, 72) Bu âyete göre de, senin cehenneme girmen kesindir. Fakat oradan çıkman kesin değildir. Çünkü bunun şartı takva sahibi olmaktır. Takva sahibi olmayanlar ve zâlimler ise orada kalacaklardır. Öyleyse bu kötü akıbetin dehşetini kalbinde duy ve silkinip kendine gel. Bil ki, Allah Teâlâ’nın rahmeti de, azabı da kudreti gibi büyük ve sonsuzdurlar. Onun sonsuz rahmeti cennette, sonsuz azabı ise cehennemdedir. Cennetteki sonsuz rahmetten de, cehennemdeki sonsuz azaptan da dünyaya ancak küçük serpintiler ve kıvılcımlar yansımıştır. Bu serpinti ve kıvılcımları akıl dürbününde büyütüp onların ahiretteki asıllarını şimdiden görmek ve öğrenmek de mümkündür.
Mahşer gününün akşamına doğru, beklemekten ve ayakta azap çekmekten herkesin canı dudağına gelmiş ve takati kesilmişken, birden ortalığı zifirî bir karanlık çöker, yaklaşan cehennemin gürültüsü duyulur ve karaya taşan okyanus dalgaları gibi, cehennemden taşan ateş dalgaları mahşer meydanını basar. Ne kaçacak yer vardır, ne de hatta yer olsa bile kimsede kaçma mecali kalmıştır. Ateş dalgaları mahşeri süpürerek o zamana kadar orada kalmış olan kâfir ve fasıkları da alıp cehennem çukuruna doğru götürür. Bunların canhıraş feryatları, zebanilerin kamçı vuruşları ve tüyleri ürperten haykırışları birbirine karışır. Ateş tufanı içinde cehenneme sürüklenen bu mahşerî kalabalık sinekler gibi, yetmiş sene derinlikteki cehennem çukuruna dökülür ve ateşler içinde kaybolurlar. Artık onların yeri orasıdır. Altları ateş, yanları ateş, üstleri ateştir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:
"Bildiğiniz dünya ateşinin yakıcılığı cehennem ateşi yakıcılığının yüzde biridir." (Ahmed)
"Cehennem ateşi katran gibi siyah ve gece gibi karanlıktır." (Beyhakî)
"Eğer cehennem ateşinde yananlar dünya ateşini bulsalar, içinde uyuyup dinlenirler." (Munzirî, et-Terğib, 4/464)
Cehennemde herkesin azabı ameline göredir. Ancak oradaki en az azap bile insan takatini aşan cinstendir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:
"Cehennemde azabı en az olan kimsenin ayaklarına ateşten bir çift takunya giydirilir ve bunların hararetiyle onun dimağı fokur fokur kaynar." (Muttefekun aleyh)
Enes (ra) şöyle demiştir:
"Dünyada en çok nimet görmüş günahkâr bir kişi, bir kere ateşe batırılıp çıkarılır ve kendisine, 'Dünyada nimet gördün mü?’ diye sorulur. Kendisi, bunun acı ve dehşetinden bütün geçmişini silip, 'Hayır! Hiç nimet görmedim.’ der. Ondan sonra da ateşin içine atılır."
Ateş, cehennem ehlinin etini yakıp döker. Geriye deri, sinir ve kemikten ibaret iskeletler kalır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Onların derileri pişip yandıkça, azabı duymaları için onlara yeni cilt giydiririz." (Nisa, 56)
Hasan el-Basrî şöyle demiştir: "Onların derileri günde yetmiş bin kere yanar ve yenilenir."
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Cehennem ehlinin alt çeneleri göğüsleri üzerine iner, üst çeneleri de alınlarına kadar çıkar. Bundan sonra sırıtan bir kelle hâlinde kalırlar." (Tirmizî)
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Ateş yüzlerine vurur ve onlar (kuru bir kelle hâlinde) sırıtırlar." (Mu’minûn, 104)
Bunlar çok acıkınca diken yerler, susadıkça da "gassak" içerler. "Gassak", cehennem ehlinden akan ve ateşte kaynayan kan ve irindir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:
"Cehennem ehline açlık ve susuzluk musallat edilir. Bu da onlar için bir azap türüdür. Bu sebeple, diken yerler ve yedikleri diken onların ağızlarını, boğazlarını ve midelerini yırtıp parçalar. Sonra, gassak içerler. Bu da onların dillerini, boğazlarını, mide ve barsaklarını yakıp kavurur." Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Yalvarıp su isteseler, onlara erimiş maden gibi sıcak ve yakıcı bir sıvı verilir. Bu sıvıyı ağızlarına yaklaştırdıklarında yüzleri yanar." (Kehf, 29), "Onunla yüz derileri ve iç organları kavrulur. Orada onları dövmek için demir sopalar da vardır." (Hac, 22), "Bizim yanımızda zincirler, ateş, boğazda kalan taam (diken, zakkum) ve elemli azap vardır." (Müzzemmil, 12)
Cehennem ehline zehirli yılanlar ve akrepler musallat edilir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:
"Cehennemde devenin boynu kalınlığında yılanlar ve katır büyüklüğünde akrepler vardır. Bunlar bir kere ısırınca, acısı kırk sene devam eder." (Ahmed)
"Allah bir kimseye mal verir de, o bunun zekâtını vermezse, cehennemde (veya kıyâmet gününde) malı kel bir yılan hâline gelir ve onun boynuna dolanıp çenesini ısırır. Kendisi feryad edip, 'Sen nesin?’ dediğinde de, kel yılan, 'Ben senin malınım, ben senim servetinim!’ der." (Buharî)
Ateşle temaslarının çoğalması için cehennem ehlinin cüsseleri çok büyütülür. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Bir inkârcının çenesi Uhud dağından daha büyüktür." (Müslim)
Cehennem ehli bu ve benzeri korkunç azapları çekerken çok ağlarlar. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:
"Cehennem ehli önce göz yaşlarıyla ağlarlar. Yaşları tükenince, bu sefer kan ağlarlar. Yaş ve kanların aktığı yüz çukurlarında gemiler yüzebilir." (İbnu Mâce)
Muhammed İbni Kâ'b şöyle demiştir:
"Cehennem ehli, cehennemden çıkarılıp kendilerine yeni bir fırsat verilmesi için çok yalvarıp dua ederler. Onlar bu dua ve isteklerini uzun bir zaman (yüzlerce sene) tekrarlayınca, Allah Teâlâ tarafından dilleri tutulur ve bir daha konuşamazlar. Kur'ân-ı Kerim'de onların bu dua ve istekleri şöyle bildirilmiştir:
"Rabbimiz! Bizi iki kere öldürdün ve iki kere dirilttin. Günahlarımızı itiraf ediyoruz. Bizim için bir çıkış yolu yok mudur?" (Gâfir, 11)
"Rabbimiz ! Gördük ve duyduk. Bizi dünyaya geri çevir, sâlih amel işleyelim. Biz artık kesin iman etmişiz." (Secde, 12)
"Onlar orada feryad edip, 'Rabbimiz! Bizi buradan çıkar, önceki amellerimizin aksine, sâlih amel işleyelim.’ derler." (Fâtır, 37)
"Onlar yalvarıp, 'Rabbimiz! Şekavet bize galip geldi ve biz sapık bir kavim olduk. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha eski şekavet ve sapıklığa dönersek, biz gerçekten zâlimler oluruz.’ derler." (Mu’minûn, 106, 107) Bunlara şu cevap verilir:
"Kesin sesinizi, bana yalvarmayın." (Mu’minûn, 108) Bu cevap karşısında ümidi bütünüyle kesilen bu insanlar, kendi aralarında şöyle derler:
"İster feryat edelim, ister susalım, bizim için sığınacak bir merci yoktur." (İbrahim, 21)
Cehennem ehlini yakan en şiddetli bir ateş de pişmanlık ve hasret ateşidir. Bunlar, kısa bir ömürde yaptıkları hata ve yanlışlardan dolayı kendilerini ebedî veya çok uzun olan bir azaba müstahak etmelerine yanarlar. Uğrunda bu azaba- müstahak oldukları zevk ve sefayı kaybetmelerine yanarlar. Alıştıkları şeyleri bulamamalarına yanarlar. Sevdiklerinden ayrı ve uzak düşmelerine yanarlar. Sapıklık ve dalâlet yoluna itip hayatlarını mahvettikleri eş, evlat ve sevdikleri için yanarlar.
Cehennem ehli kendi kendilerine şunu söyleyip inlerler: Kısa olan dünya hayatımızda biraz sabretseydik, şimdi her şey başka olurdu. Biz o zaman bu elemli ve karanlık ateş kuyularında yanıp azap çekmez, Allah Teâlâ’nın nuruyla aydınlanmış cennetin geniş bahçelerinde, serin gölgelerde ve güzel köşklerde zevk ve safa sürerdik. Ey baht! Yerin dibine bat! Ey akıl! Bin kere kahrol! Ey nefis! Bana garazın neydi?!
Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Cehennemi uzaktan gördüklerinde, onun gürültü ve uğultusunu duyarlar. Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar çukurlarına atıldıklarında da kendi kendilerine küfür ve beddua ederler. 'Bu gün artık dilediğiniz kadar kendi kendinize küfür ve beddua edin.’ denilir." (Furkan, 12-14)
Allah Teâlâ gülmeyi cennet ehli, ağlamayı da cehennem ehli için yaratmıştır. Dünyadaki gülmeler ve ağlamalar ise, bunları hatırlatmaktan ibaret jestlerdir.
Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
"Onlara hasret gününü hatırlat. Fakat onlar şimdi gaflettedirler ve inanmak istemezler." (Meryem, 39)
Cehennem azabı küfür ve inkâr ehli için ebedî, günah sahibi mü’minler için ise cezalarının bitmesine kadardır. Ancak bunlardan bir kısmı şefaatçilerin şefaati veya Allah Teâlâ’nın doğrudan doğruya rahmeti sayesinde cehenneme atılmazlar veya oraya atıldıktan sonra cezaları bitmeden önce çıkarılırlar.
Cennet Nimetleri
Bil ki, cennet ve cehennem birbirinin tamamen zıddıdırlar. Cehennem akla gelebilen ve gelemeyen saf azapların, sıkıntıların ve musibetlerin yeri; cennet ise akla gelebilen ve gelemeyen saf nimetlerin, sevinçlerin ve mutlulukların yeridir. Onun için cehenneme karşı korku, cennete karşı da ümit hislerini geliştirmek ve bu hislerin kamçılarıyla nefis ve iradeyi kötülük ve şer yolundan çevirip takva ve hayır yoluna sevk etmek lâzımdır.
Cennette yalnızca ölüm ve ayrılığın olmaması, hastalık, ihtiyarlık ve fakirliğin bulunmaması yeterli nimetler iken, orada bunların yanında gözlerin görmediği, kulakların (hikâye ve efsanelerde bile) işitmediği, aklın tasavvur edemediği ve hayalin yetişemediği nimetler vardır.
Önlerinde her şeyiyle zevk, keyf ve mutluluk olan böyle kalıcı bir yurt dururken, insanların her türlü olumsuzluk, keder ve sıkıntıya maruz oldukları geçici bir dünyaya asılıp kalmaları, akıl ile izah edilebilen bir hata ve yanılgı değildir. Kaldı ki, nimetler yurdu olan cenneti kazanmak için, dünyayı bütünüyle fedâ etmeye de gerek yoktur. Bunun için emir ve mükellefiyetleri içtenlik ve samimiyetle yerine getirmek, haram ve yasaklardan memnuniyet ve gönül rızası ile uzaklaşmak yeterlidir. Allah Teâlâ, dini yaşamayı kolaylaştırmış, cennetin fiyatını da ucuzlatmıştır. Fakat, dini yaşamamanın cezasını ağırlaştırmış, cennete talip olmamanın kaybını da çok büyütmüştür.
Kendileri için bir "gelecek" kurma arzusu, insanların temel arzularındandır. Fakat "gelecek" nedir? Ölümün kol gezdiği bir dünyada "gelecek" var mıdır? Ölüm tehdidi altındaki birkaç nefeslik zaman "gelecek" olabilir mi? Elli atmış sene boyunca "gelecek" hazırlığı yapan insanlar için üç beş senelik ihtiyarlık, hastalık ve ölüm dönemini "gelecek" saymaktaki tuhaflık ve yanlışlık açık değil midir?
Fıtrat (yaratılış ve yaratılıştan gelen hisler) yalan söylemez ve yanılmaz. Onun için, herkesin fıtratında mevcut olan "gelecek" hazırlama ihtiyacı bir gerçektir. Fakat, çoğu kimseler bu geleceğin tesbit ve tayininde nefis ve şeytanın oyununa gelerek hataya düşerler. Halbuki, fıtratın da talip olduğu bu "gelecek", cenneti kazanmak ve orada mutluluk içinde yaşamaktır. Allah Rasûlü (sa), "Cennet ehline, 'Bu cennet bütün nimetleriyle size miras edilmiştir.’ diye seslenilir." (A'râf, 43) âyetini tefsir ederken şöyle buyurmuştur:
"Bir melek cennet ehline şöyle seslenir: 'Ey cennet ehli! Sizin için burada devamlı sağlık vardır. Siz burada hiç hastalanmayacaksınız. Sizin için burada devamlı yaşamak vardır. Siz burada hiç ölmeyeceksiniz. Sizin için burada devamlı gençlik vardır. Siz burada hiç ihtiyarlamayacaksınız. Sizin için burada devamlı sevinç vardır. Siz burada hiç üzülmeyeceksiniz." (Müslim) Yine O, "Rabbinden korkanlar için iki cennet vardır." (Rahman, 46) âyetini tefsir ederken de şöyle buyurmuştur: "Bu cennetlerden birisi, köşkleri ve bütün eşyasıyla altından, diğeri de saf gümüştendir." (Muttefekun aleyh)
Cennet ehli cennete girerken Allah Teâlâ'ya şöyle hamd ederler: "Bizi bu mutluluğa erdiren Allah'a hamd olsun. O bizi hidayet etmeseydi, biz bunu bulamazdık. Yemin olsun ki, Rabbimizin elçileri gerçeği getirmiş ve doğru söylemişlerdir." (A'râf, 43)
Herkesin cennetteki yeri ve derecesi ameline göredir. Onun için Allah Teâlâ, kullarını bu konuda yarışmaya davet ederek şöyle buyurmuştur: "Rabbinizin mağfiretini ve genişliği göklerle yer kadar olan cenneti kazanmak için yarışın. Bu cennet, Allah'a ve peygamberlerine iman edenlere va'dedilmiştir. Bu (cennet veya iman), Allah’ın fazl ve keremidir, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl ve kerem sahibidir." (Hadîd, 21)
"İyiler nimet içindedirler. Koltuklarda oturup güzellikleri seyrederler. Yüzlerinde mutluluk neşesini görürsün. Onlara, damgalı, mühürlü (açılmamış, el değmemiş) halis bir içki sunulur. Bu içkinin son yudumu da misktir. Bir şey için yarışmak isteyenler, bu mutluluğu yakalamak için yarışsınlar." (Mutaffifîn, 22-26)
"Bak, dünyada insanları nasıl birbirinden üstün kılmışız. Ahiretteki üstünlükler ve dereceler buradakilerden daha çok ve daha büyüktür." (İsrâ, 22)
Şaşılacak şeydir ki, bazı insanlar dünyadaki nimet, servet ve derecelerde herkesin önünde olmak ister ve bunu sağlamak için geceli gündüzlü çalışırlar. Cennet mevzuunda ise kanaatkar geçinir ve, "Bir köşeye sıkıştırılsak yeter." veya, "Cehennemde ebedî kalmasak da iyi." derler. Aslında bunların bu kanaatkârlığı, yanlış bir seçimin tabiî ve kaçınılmaz sonucudur. Çünkü Allah Teâlâ, her insana ancak bir kalb vermiştir. İnsan bu kalbini neye kaptırırsa, onun dışındaki şeyler kendisi için ikinci plana düşer ve hatta bütünüyle silinip yok olurlar. Bu kural, kalbini dünyaya kaptıranlar için de, onu ahirete yönlendirenler için de böyledir. Hâl bu olunca, dünyayı seven ve kalbini onun sevgisiyle doldurup şişiren bir insanın ahiret ve cennetin yüksek derecelerine talip olması ve hatta bunların asıllarıyla ciddi bir şekilde ilgilenmesi mümkün değildir.
Allah Rasûlü (sa), "Allah, mü’min erkek ve mü’min kadınlara altında nehirlerin aktığı ve içinde ebedi kaldıkları cennetler ve güzel köşkler va'detmiştir." âyetini tefsir ederken şöyle buyurmuştur:
"Cennette her türlü mücevherlerden köşkler vardır. Mücevherleri saf ve parlak olduğu için, köşklerin içi dışından, dışı içinden görünür. Bu köşklerdeki müştemilât ve eşya ise gözlerin hiç görmediği cinstendirler." (Ebu Nuaym), "Cennetin toprağı za'feran, çakılı halis misktir." (Tirmizî), "Cennetin nehirleri misk dağlarından çıkarlar." (Akilî), "Cennette gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve aklın alamadığı nimetler ve güzellikler vardır."
"Cennet ehlinin yüzleri ay gibi beyaz ve aydınlıktır. Onlar cennette balgam çıkarmaz, sümük atmaz, abdest bozmazlar. Kullandıkları eşya altın ve gümüştendir. Terleri misktir. Aralarında çekişme, kavga ve buğz yoktur. Hepsinin kalbi bir tek kalb gibidir. Onlar sabah ve akşam Allah Teâlâ'yı tesbih eder ve (melekler gibi) bundan a'zamî bir zevk duyarlar." (Muttefekun aleyh)
"Cennette bir kişiye yüz kişinin yemek, içmek ve cinsel ilişkide bulunmak gücü verilir. Yiyip içtikleri misk gibi kokan ter hâlinde çıkar." (Nesâî/ el-Kübra)
"Cennet ehlinin etleri beyaz, vücut ve yüzleri kılsız, gözleri sürmeli, saçları kıvırcık, boyları Âdem (sa)’ın boyu gibi atmış zira, omuzlarının genişliği yedi zira'dır." (Tirmizî)
"Kişi oturduğu yerde uçan bir kuşun etini arzu ederse, kuşun eti hemen kızartılmış bir hâlde altın tabak içinde önüne konulur." (Bezzâr)
"Cennet ehline verilen kadınlardan birisi dünya ufkunda görünse, dünya onun ışığı ve güzel kokusuyla dolar." (Buharî)
"Cennet ehlinden her biri yüz huri ile evlendirilir." (Ebuş Şeyh/el-Azameh)
"Huriler hayız kanından, gaita ve idrardan, balgam ve sümükten temizdirler." (Tirmizî)
Allah Teâlâ, huriler hakkında şöyle buyurmuştur: "Onlar için orada temiz eşler vardır." (Bakara, 25)
"Cennette, gözlerini yalnız erkeklerine çeviren huriler vardır. Erkeklerinden önce kimse onlara dokunmamıştır. Onlar tıpkı inci ve mercan gibidirler." (Rahman, 56, 58)
Abdullah İbni Ömer (ra) şöyle demiştir:
"Cennette en aşağı derecede olan kimsenin bin hizmetçisi vardır. Daha yukarıda olanların seksen bin hizmetçisi vardır." Abdullah İbni Ömer (ra), "Onlara yiyecek ve içecekler altın tepsiler ve kadehlerle sunulur." (Zuhruf, 71) âyetinin tefsirinde şöyle demiştir: "Her öğün için önlerine atmış tabak yemek konulur. Her yemekteki zevk diğerlerinden farklıdır."
Hasan el-Basrî şöyle demiştir:
"En aşağı derecedeki cennet ehlinden her birine, yüz sene dolaşmakla bitmeyen bir mülk verilir. Bu mülk, baştan başa altın ve gümüşten yapılmış köşklerle, inciden örülmüş çadırlar, bal, süt ve tatlı su nehirlerinin aktığı bahçelerle donatılmıştır. Kendileri bu şeylerin en uzak olanını en yakın olan gibi görüp seyrederler ve istedikleri zaman her yere anında ulaşırlar."
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Takva sahiplerine va'dedilen cennette tatlı su nehirleri, taze süt nehirleri, içenlere lezzet veren (sarhoşluk değil) şarap nehirleri ve süzülmüş bal nehirleri vardır. Onlar için her çeşit meyveler ve Rablerinin mağfireti vardır." (Muhammed, 15)
Bir adam Allah Rasûlü’ne, "Ya Rasûlullah! Ben ata binmekten hoşlanırım. Cennette at var mıdır?" diye sordu. Allah Rasûlü (sa) şu cevabı verdi:
"Cennete girersen, orada canının istediği ve gözünün zevk aldığı her nimet vardır." (Tirmizî)
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Cennette, nefislerin istediği ve gözlerin zevk aldığı her türlü nimet vardır. Ve siz orada ebedisiniz." (Zuhruf, 71)
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Cennette bir çarşı vardır. Bu çarşıda bir şey satılmaz. O bir sergi yeridir. Orada Allah Teâlâ’nın üstün kudret eserleri teşhir edilir. Orada sonsuz derecede güzel suretler ve şekiller (heykeller) de vardır. O suret ve şekillerden birini beğenen, isterse hemen o suret ve şekle girer." (Tirmizî)
"Cennet, nurun kesafet kazanmış hâlidir." (İbnu Mâce, İbnu Hibban) Onun için, maddesi de nur gibi saftır.
"Allah Teâlâ cenneti yaratınca ona, 'Konuş.’ demiş. Cennet, ‘mü’minler iflâh oldular.’ demiştir." Kur’ân-ı Kerim'de bu mü’minler şu şekilde tarif edilmişlerdir:
"Mü’minler iflah oldular. Bunlar o kimselerdir ki, namazlarında huşû ve saygı duyarlar; boş şeylerden uzak dururlar; zekât verir, temiz yaşarlar; cinsel organlarını haramdan korurlar; emanet ve sözlerine riâyet ederler; namazlarını muhafaza ederler. Bunlar Firdevs'e (cennete) vâris olurlar ve bunlar orada kalıcıdırlar." (Mu’minûn, 1-11)
Cennet nimetlerinin en büyüğü ise Allah Teâlâ'yı görmektir. Hiçbir nimet kâinat sultanını görmek kadar ne heyecan, ne zevk, ne de lezzet verir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:
"Cennet ehli cennete girip yerleştikten bir müddet sonra bir melek şöyle seslenir:
'Ey cennet ehli! Allah Teâlâ’nın size bir sözü daha vardır. O diğer sözleri gibi bunu da yerine getirmek istiyor.’
Cennet ehli bunun ne olduğunu sorup öğrendikten sonra, edep vaziyetine geçerler ve iştiyakla beklerler. Bu sırada, gözlerinin üzerindeki manevî perde açılır ve onlar gökteki ayı rahatlıkla seyrettikleri gibi, ezel ve ebed padişahını, dünya ve ahiretin mutlak hâkimini sonsuz bir muhabbet, minnet, hürmet ve hayranlıkla seyrederler. Cennet ehli bundan duydukları huzur, güven ve mutluluğu hiçbir nimette bulamazlar." (Müslim)