GÜLCEMAAT DİYARINA HOŞGELDİNİZ
   
  Yeni islami Portaliniz
  PEYGAMBERİMİZ (SAV) VE DÖRT HALİFENİN İRTİHALİ.
 

Allah Rasûlü’nün Vefatı

Hz. Ebu Bekir'in Vefatı

Hz. Ömer'in Vefatı

Hz. Osman'ın Vefatı

Hz. Ali'nin Vefatı

Allah Rasûlü’nün Vefatı

Bil ki, ölümün vakti saati kesindir. Bu vakit ve saat ge­lince, ölüm geciktirilemez. Bu vakitten önceye de alınamaz. Allah Teâlâ bu kesin gerçeği şöyle ifâde etmiştir:

"Her bir ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince, bun­lar ne onu geciktirebilirler, ne de ileri alabilirler." (A'râf, 34)

Kaza aşamasında ölümün durumu böyle kesindir. Ka­der aşamasında ise sadaka, ibadet ve hayır işleri onun ge­ciktirilmesine, küfür, zulüm ve günahlar da çabuklaştırıl­masına sebep olabilirler. Kaza, kararlaştırılmış ölüm emri­nin infazı demektir. Kader ise, onun takdir edilmesi ve ka­rarlaştırılması demektir. Allah Teâlâ, kulları için ölümü ka­rarlaştırırken, bazı sebeplerle bazı kimselerin ömrünü uzun, bazıların ömrünü de kısa olarak takdir etmiştir. Bu sebepler arasında onların iyi ve kötü amelleri de vardır. Ancak, ömrün uzun veya kısa olması mutlak olarak ne iyi, ne de kötüdür. Bunun iyi veya kötü olması kişilere ve du­rumlara göre değişir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:

"Hayırlınız, ömrü uzun ve ameli iyi olanınızdır. Şerli­niz de ömrü uzun ve ameli kötü olandır."

Allah Teâlâ’nın bazı kulları da vardır ki, ancak uzun bir ömre sığdırılabilen iyi amelleri kısa bir ömre sığdırırlar. Bu bahtiyar kimseler için hayırlı olan, çabuk ölüp yaptıkları amellerin sevap ve mükâfatına kavuşmaktır. Hiç şüphe yok­tur ki, Allah Rasûlü (sa) bu bahtiyarların başında gelir. Çünkü onun kısa sayılabilen bir ömre sığdır­dığı ibadet ve hizmetin ne sınırı, ne de hududu vardır. Bu se­beple, Allah Teâlâ habibi olan bu zatı daha fazla dünya sı­kıntılarında bırakmayıp atmış üç yaşında ve henüz olduk­ça sıhhatli ve dinç iken huzuruna davet etmiştir.

Allah Rasûlü (sa), mübarek ruhunu teslim ettiği lâhzaya kadar ümmetini ikaz ve irşâd görevin­den geri kalmamıştır.

Abdullah İbni Mes'ûd (ra) şöyle demiştir: "Allah Rasûlü’nü vefatına yakın bir sırada ziyaret ettik. Bi­ze duâ etti ve şöyle buyurdu: "Size Allah Teâlâ'ya karşı tak­va gözetmenizi vasiyet ediyorum. (Çünkü kıyâmet günün­de bütün insanlar cehennemin içinden (içindeki köprüden) geçmek zorunda kalırlar ve ancak takva sahipleri onu ge­çerler. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Hepiniz cehenneme uğrayacaksınız. Bu Rabbinin kesin kararıdır. Ondan sonra biz, takva sahiplerini oradan çıkarırız. Zâlimleri ise orada mefluç hâllerde bırakırız.") (Meryem, 71, 72)

Sizi cehenneme karşı uyarıyorum. Bir de Allah Teâlâ’nın mülkünde O'nun kullarına karşı kibir ve üstünlük taslamayın. Çünkü, 'O, kibirlenenleri sevmez.’ (Nahl, 23) ve 'O'nun yanında en üstününüz takvası en çok olanınızdır.’ (Hucurât, 13)" (Bezzâr, İbnu Ebid-Dünya, Taberanî)

Vefatı yaklaşınca, Cebrâil (as)’a, "Benden son­ra ümmetimin hâli ne olacak?" diye sormuştur. Cebrail (as) ona Allah Teâlâ’nın şu mesajını göndermiştir:

"Benim habibime müjde ver ki, ben onu ümmeti ko­nusunda üzmeyeceğim ve onun ümmetini cennete sokma­dan cennetin kapılarını diğer ümmetlere açmayacağım. Kendisi de diriliş gününde kabrinden ilk çıkan olacak ve mahşer halkının seyyidi ve efendisi durumunda buluna­caktır." (Taberanî)

Aişe (ra)’a şunu anlatmıştır: "Allah Rasûlü (sa) hasta iken bir gün evde yıkandı ve mescide çıkıp vakit namazını kıldırdı. Namazdan sonra Uhud şehidlerine istiğfar etti (Allah Teâlâ'dan af diledi) ve kısa bir konuşma yaparak ashâbından birbirinin iyilikleri­ni takdir etmelerini, birbirinin kusurlarını görmezlikten gelmelerini istedi; ondan sonra da şöyle dedi: 'Allah Teâlâ, bir kulunu dünya ile ahiret arasında muhayyer bıraktı. O kul ise ahireti seçti.’ Kendisi bu sözü söyleyince, Ebu Bekir (ra) ağlamaya başladı. Çünkü Allah Rasûlü (sa) kendi kendisinden bahsetmiş ve ve­fat edeceğini üstü kapalı bir üslupla bildirmişti." (Darimî)

Aişe (ra)’a şunu anlatmıştır: "Hastalığı ar­tınca Allah Rasûlü’nün önüne bir kap su bırakmıştık. Ateşi arttıkça elini suya batırır ve, 'Lâ ilâhe illallah! Ölümün sekerâtı vardır.’ derdi. En sonunda da, 'Allah'ım! En yüksek sohbet ve en yüce beraberliği istiyorum.’ dedi. Biz o zaman vefatının kesin ve yakın olduğunu anladık." (Muttefekun aleyh)

"Allah Rasûlü’nün hastalığı ilerleyince, ashâb, hâne-i seâdet (mutluluk evi) önünde toplanıp endişe ile bekleme­ye başladılar. Kendisi bunu haber alınca, Abbas, Ali ve Fadl'ın yardımıyla mescide çıktı. Ashabın huzurunda Al­lah Teâlâ'ya hamd ve sena ettikten sonra şunları söyledi:

"Ey insanlar! Duyduğuma göre, siz benim ölümüm­den dolayı fazla üzülüyorsunuz. Ölümü kötü mü buluyor­sunuz? Veya onu bir peygambere yakıştırmıyor musunuz? Halbuki, Allah Teâlâ bizi bu olaya hazırlamak için, çok ön­ceden beni ve sizi kasdederek, "Hiç şüphesiz sen öleceksin, onlar da öleceklerdir." (Zümer, 30) âyetini indirmiştir. Hem benden önceki bütün peygamberler de ölmemişler midir? Bilin ki, ben ölüp Rabbime kavuşacağım; benden sonra sizler de ölüp bana kavuşacaksınız. Size vasiyetim şudur:

Birbirinizin iyiliklerini ve İslâm’a hizmetlerini takdir edin; birbirinizin kusurlarına karşı da hoş görülü ve bağış­layıcı olun. Bilin ki, Allah Teâlâ’nın irade ettiği her şey, zamanı gelince gerçekleşir. Onun için bir şeyi ne vaktinden evvel arayın, ne de onu vaktinden kaydırmaya çalışın. Bunlar boş çabalardır. Kimse Allah Teâlâ ile güç denemesi­ne kalkışmasın. Çünkü bütün güç ve kuvvetlerin sahibi O'dur. Bu sebeple O'na karşı gelenin mağlubiyeti kesindir. Kimse O'nu aldatmaya ve kandırmaya da çalışmasın. Çün­kü, bunu yapan bir kimse, O'nu değil, kendi kendisini al­datır ve kandırır.

Bilin ki, ben ahirete gidişte sizin öncünüzüm. Siz de beni takip edeceksiniz. Buluşmamız Havuz başında ola­caktır. Bana verilen bu havuz Şam ile Yemen arasındaki alan kadar geniştir. Ona cennetteki Kevser suyu akar. Bu su, sütten daha beyaz, kaymaktan daha yumuşak ve bal­dan daha tatlıdır. Ondan içen, artık mahşer meydanında hiç susamaz ve (acıkmaz). Havuzun taşları inci, çakılları misktir. Kıyâmet gününde bu Havuza ulaşmayan bir kim­se, bütün hayırdan mahrum kalır. Onun için, bu Havuz ba­şında benimle buluşmak isteyenler, dillerini ve ellerini ha­ram işlerden uzak tutsunlar.

Ey insanlar! Günahlar nimetleri giderir, kısmetleri değiş­tirirler. İyi yönetilmek de bir nimet ve kısmet olduğu için, siz iyi olursanız, sizi yönetenler de iyi olurlar; siz kötü olursanız onlar da kötü olurlar.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "İşledikleri kötü amel­lerden dolayı biz bir kısım zâlimleri diğer bir kısmın başı­na geçiririz." (-En'âm, 129)" (Ebu Hatim)

Allah Rasûlü (sa), son demlerinde şunu söylemiştir:

"Beni yıkayıp kefenledikten sonra bir saat kadar ce­nazemi yalnız bırakın. Çünkü bu zaman içinde melek taife­leri inip üstümde namaz kılacaklardır. Ondan sonra, sizler namazı kılarsınız. Cahiliyyet usulüyle beni övmek ve be­nim için ağlamaktan da sakının. Bunlarla beni üzmeyin." (İbnu Sa'd/Tabakât)

Allah Rasûlü (sa) ağırlaşınca, "Ebu Bekir'e söyleyin, o namazları kıldırsın." buyurdu. Hz. Aişe, "Ya Rasûlullah! Babam Ebu Bekir yufka yüreklidir ve seni çok sever. Onun için, senin mihrabında senin yerine namaz kıldırmaya dayanamaz, ağlar." dedi. Allah Rasûlü (sa), onun bu itirazından hoşlanmayıp tekrar, "Ebu Bekir'e söyleyin, o namazları kıldırsın." buyurdu." (Muttefekun aleyh)

(Allah Rasûlü’nün ısrarla namazları kıldırma görevini Hz. Ebu Bekir'e vermesi, onu kendisinden sonra halife seç­tiği anlam ve işaretini taşıyordu. Çünkü, halife olan zat, na­mazları da kıldıracaktı.)

Hz. Aişe (ra)’a şöyle demiştir:

"Allah Rasûlü (sa) vefat edeceği günün sabahında oldukça iyileşti. Onun iyileştiğini gören ashâb çok sevindiler ve rahatladılar. Ondan sonra da, evle­rine ve işlerine gittiler. Ancak onlar gittikten sonra hastalı­ğı tekrar arttı. Allah Rasûlü (sa) bir ara bana, 'Ey Aişe! Kenara çekil. Melek içeri girmek için izin is­tiyor.’ dedi. Ben gelenin vahiy meleği olduğunu sandım ve kenara çekildim. Biraz sonra beni yanına çığırdı ve şunları söyledi: "Gelen ölüm meleğiydi. Ruhumu almak için ben­den izin istedi ve şunu söyledi:

'Biz ruhları alırken kimseden izin istemeyiz. Fakat Rabbin sana bu ayrıcalığı tanıyarak şerefini arttırmak ve kadrini yükseltmek istemiştir."

Allah Rasûlü (sa), bundan sonra, 'Bana kızım Fatıma'yı çağır.’ dedi. Fatıma gelince, Allah Rasûlü (sa) ona gizlice vefat edeceğini söyledi. Fatıma bunu duyunca ağlamaya başladı. Allah Rasûlü (sa), bunun üzerine, yine gizlice ona, 'Üzülme! Benden hemen sonra sen de geleceksin.’ de­di. Bu haberi alan Fatıma, ağlamayı kesti ve tebessüm etti. Bu gizli konuşmaları daha sonra Fatıma bana anlattı. (Ve o da Allah Rasûlü’nden altı ay sonra vefat etti.)

Allah Rasûlü (sa), Fatıma ile bunla­rı konuştuktan sonra terlemeye ve alnından terler boşan­maya başladı. Terler inci gibi saf ve misk gibi kokuluydu. Ve Allah Rasûlü (sa), ashâbı dağılmış durumdayken Rebiülevvel ayının on ikinci pazartesi gü­nü kuşluk vaktinde vefat etti." (Taberanî)

Allah Rasûlü (sa), hastalığının son dakikalarında mükerreren şunu söyledi:

"Namaza dikkat edin, cemaate dikkat edin. Siz namaz­larınızı birlikte (cemaat hâlinde) kıldıkça birliğinizi koru­yacaksınız." (Taberanî)

Allah Rasûlü’nün vefat ettiği duyulunca, ashâb geri döndüler ve hâne-i saadetin etrafında ve mescitte toplandı­lar. Şoke olmuşlar ve âdeta akılları başlarından gitmişti. Onlardan kimisi vefat haberinin yalan olduğunu, bunu münafıkların uydurduğunu ve Allah Rasûlü’nün yaşadığı­nı söylüyor, kimisi sayıklıyor ve anlaşılmaz sözler söylü­yor, kimisi de bitkin bir hâlde susuyordu. Bu arada Hz. Ömer (ra) da, kılıcı sıyırmış, "Hayır! Allah Rasûlü vefat etmemiştir. O yaşıyor. Kim onun vefat ettiğini söylerse, bu kılıçla boynunu vururum!" diyordu.

Acı haber kendisine ulaşınca, daha uzak bir semtte bulunan Hz. Ebu Bekir de geldi. Allah Rasûlü’nün cenazesi onun kızı Aişe'nin evinde olduğu için izin istemeden içeri girdi ve yaklaşıp Allah Rasûlü’nün mübarek yüzü üzerin­deki perdeyi kaldırdı. Onun hayatta olduğu gibi nurlar içinde parlayan yüzüne baktı ve sessizce ağlamaya başladı. Ondan sonra eğilip alnını öptü ve şöyle dedi: "Annem, ba­bam sana feda olsun! Sen hayatta iken de çok güzeldin; şimdi de çok güzelsin."

Ondan sonra dışarı çıktı ve ashâbın hâlini gördü. Bu­nun üzerine onları mescide davet etti ve minbere çıkıp kı­sa bir konuşma yaptı.

Acısını gizlemiş bir hâlde Allah'a hamd ve Rasûlü’ne salat ve selâm okuduktan sonra şöyle dedi:

"Ey insanlar! Hatırlayın ki, siz Allah Rasûlü’ne değil, Allah'a tapıyorsunuz ve ölümsüz olan da yalnızca Al­lah'tır. "Muhammed ilâh değil, bir Rasûldür. Ondan önce de Resuller gelip gitmişlerdir." Bilin ki, Allah’ın Rasûlü öl­müştür. Allah ise hayy ve ölümsüzdür." Hz. Ebu Bekir'in bu zamanında ve yerinde konuşması, ashâbı kendileri­ne getirdi ve herkes, "İnnâ lillâh ve inna ileyhi râciûn." (Bakara, 156) deyip acı gerçeği kabul etmek gerektiğini anladı.

Bu arada meleklerin taziye sesleri duyuldu. Bu sesler­den birisi şöyle diyordu: "Ey Ehl-i Beyt! Size selâm ve esen­lik olsun! Bilin ki, her nefis ölümü tadıcıdır. Allah Teâlâ, her gidene bedel, her arzuya vesile ve her kurtuluşa mercidir. Bu sebeple, umduklarınızı O'ndan umun ve her işte O'na güvenin."

Bir ses de şunu söylüyordu: "Allah Teâlâ’nın varlığın­da her musibete karşı teselli ve her arzu için ümit vardır. Bu yüzden, O'na itâat edin ve O'nun emri olan Kur'ân'la amel edin." (Hâkim, İbnu Ebid-Dünya)

Allah Rasûlü’nün vefatı, vücut yıpranması veya bir or­ganın görev yapmaması sonucu değil, Hayber fethinde yahudilerin onun yediği ete zehir ekmesi yüzünden olmuş­tur. Bu zehir, hemen o zaman etki göstermemiş, fakat yıllar sonra onun tabiî eceli tamamlanınca, bu zehir nüksetmiş ve onun şehid olarak vefat etmesine vesile olmuştur. Allah Teâlâ, sevdiği kulları için, şerleri de hayra tebdil eder.

Dünyada uzun yaşamak, tek başına bir fazilet ve mezi­yet olsaydı, hiç şüphe yoktur ki, Allah Rasûlü (sa), en uzun yaşayan insan olacaktı. Binaenaleyh, onun vefatında hem mü’minlerin ölümü için teselli, hem de ölümün kaçınılmaz bir gerçek olduğu konusunda ders vardır. Allah Teâlâ’nın sonsuz salât ve selâmı bu gönüller sevgilisinin üzerine olsun!

Hz. Ebu Bekir'in Vefatı

Hz. Ebu Bekir (ra) ölüm hâlinde iken, kızı ve mü’minlerin annesi Hz. Aişe, ölümün önlenemeyen bir olay olduğunu anlatan bir beyit (iki mısra) okudu. Hz. Ebu Bekir (ra) gözlerini açtı ve ona şöyle dedi: "Bu beyti değil, şu âyeti oku: "Ölüm sarhoşluğu va'dedildiği gibi geldi. Bu senin hep kaçtığın şeydir." (Kaf, 19)

Hz. Ebu Bekir (ra) vasiyet ederken şöyle dedi: "Beni üstümdeki bu iki parça elbise ile kefenleyin. Ye­ni elbiseler ölüler için değil, diriler için daha çok lâzımdır."

Ona: "Doktor getirelim, sana baksın." dediler.

Kendisi: "Doktor bana baktı." dedi.

"Ne söyledi?" dediler.

"Ben yaptığımı yaparım, dedi." karşılığını verdi. Hz. Ebu Bekir (ra), doktor sözüyle Allah Teâlâ'yı kasdediyordu.

Hz. Ebu Bekir (ra), ölüm hastalığında ken­disini ziyaret eden ashaba şunları söylemiştir:

"Allah Teâlâ, dünyayı size fethettirecektir. Fakat siz, ondan ancak azık miktarı alın. Bilin ki, Allah Teâlâ’nın hem gündüz, hem de gece üzerinizde hakları vardır. O gündü­zün hakkını gündüz, gecenin hakkını gece ister. Bilin ki, kıyâmet gününde terazisi ağır gelenler, dünyada hakka uyan ve hakkın ağırlığını taşıyanlardır. Bir terazide hak olursa, onun ağır gelmesi de haktır. O gün terazisi hafif gelenler ise, dünyada bâtıla uyan ve bâtılın hafifliğini taşıyanlardır. Bir terazide bâtıl varsa, o terazinin hafif gelmesi de haktır. Bilin ki, Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de cennet ehlini en iyi amelleriyle, cehennem ehlini de en kötü amelleriyle zikret­miş, rahmet ayetleriyle azap âyetlerini de birlikte indirmiş­tir. Ta ki, mü’minler cennet ehlinin ameline bakıp kendi amellerini az görsün ve cennete gidememekten korksunlar. Öbür yandan da cehennem ehlinin ameline bakıp o amel­leri işlemedikleri için cennete gitmeyi ümit etsinler. Rah­met ayetleriyle ümit duysun, azap ayetleriyle bu ümide korku katsınlar. Çünkü, mü’minlerin korku ve ümit içinde olmaları lâzımdır. Sadece ümit zındıklık, yalnızca korku da küfürdür. Kendinizi kendi ellerinizle ateşe atmayın. Hak olmayan bir şeyi Allah Teâlâ'dan isteyip beklemeyin. Bu dediklerime göre hareket ederseniz, ölüm gelmesini en çok istediğiniz şey olur; bunlarla amel etmezseniz, ölüm gel­mesini en çok istemediğiniz şey hâline gelir."

Hz. Ebu Bekir (ra), ileri gelen ashâbın tale­bi üzerine Hz. Ömer'i kendisine halife seçti ve bazı kimse­lerin Hz. Ömer'in sert olduğunu söylemeleri üzerine de şöyle dedi: "Rabbim 'Niçin Ömer'i seçtin?’ diye sorarsa, ben, 'Allah'ım! Benim anladığım kadarıyla Ömer bu ema­nete en uygun olan kimseydi.’ diyeceğim."

(Hz. Ömer (ra), fazilet ve meziyette diğer ashaba açık fark attığı için, Hz. Ebu Bekir (ra), emaneti ona devretmekte tereddüt etmemiştir. Fakat, Hz. Ömer (ra), kendisi gibi diğer ashaba ilim ve fa­zilette açık fark atan başka bir kimse göremediği için Hali­fe seçimini Şura'ya bırakmıştır.)

Hz. Ebu Bekir (ra) şöyle duâ etmiştir:

"Allah'ım! Kim senden başkasına güvenir ve umduğu­nu senden başkasından umarsa, ben sana güvenir ve um­duğumu senden umarım. Allah'ım! İhtiyacın olmadığı hâl­de insanları yarattın ve bir kısmına hidayet ve muvaffaki­yet verip cennet ehli yaptın. Bir kısmını da nefislerine ha­vale ettin ve cehenneme müstahak hâle getirdin. Beni cen­net ehlinden eyle. Allah'ım! Sen hayır ve şerri yarattın ve bir kısım kullarını hayırda, bir kısmını da şerde kullandın. Beni hayırda kullandığın kullarından eyle. Allah'ım! Bütün hareket ve kuvvet sendendir. Bunu bilen kulların bu hare­ket ve kuvveti takvada, bilmeyenler ise fısk ve fücur'da sarf ederler. Beni verdiğin hareket ve kuvveti takvada sarfeden kullarından eyle."

Hz. Ömer'in Vefatı

Amr İbni Meymun ("Meymun" mü­barek ve bereketli demektir) şunu anlatmıştır:

"Ömer'in vurulduğu gün ben de hazırdım. Benimle onun arasında yalnızca Abdullah İbni Abbas vardı. Ömer, her zamanki âdeti üzere kamet okunduktan sonra safların arasına girip onları doldurdu ve "İstevû!" diyerek safların düz durmalarını emretti. Bunu yaptıktan sonra mihraba geçip tekbir getirdi. Ömer (ra), gecikenlerin de gelip cemaate yetişmeleri için ilk rek'atta zamm-i sureyi uzun okurdu. O namazda da öyle yaptı. Ve henüz rukua git­meden evvel, "Köpek beni öldürdü!" diye seslendi. Mecusî Ebu Lu'lue (Firuz) onu hançerlemişti. Bu mecusî köle onu hançerledikten sonra kaçmaya başladı ve zehirlediği çatallı hançerini sağa sola sallayıp on üç sahâbiyi daha yaraladı. Bunlardan da dokuz (bir rivayette, yedi) kişi vefat etti.

Katil köle kaçarken, bir sahâbi onun üzerine bir çarşaf attı. Köle yakalanacağını anlayınca, aynı hançerle kendi kendisini de öldürdü. Bunlar olurken, Ömer (ra), Abdurrahman İbni Avf’ı öne çekti ve namazı tamam­lamasını işaret etti. Abdurrahman da, hafif bir namaz kıldı­rıp selâm verdi. Ondan sonra Ömer (ra), "Ba­kın, beni vuran kimdir?" dedi. " O, Muğire İbni Şube'nin mecusî kölesidir." dediler. Ömer (ra), bu habe­re sevindi ve şöyle dedi: "Beni bir müslümana öldürtmeyen Allah Teâlâ'ya hamd olsun!" Bundan sonra onu evine kaldırdılar. Öfkelenen bazı kimseler, "Medine'deki bütün acem asıllı köleleri öldürelim." dediler. Ömer (ra) bunu kabul etmedi ve şöyle dedi:   .

"Ben daha önce, bu kimseleri Medine'ye sokmayın, dedim. Fakat siz onları bu şehre soktunuz. Şimdi sizin dili­nizle konuşur, sizin gibi namaz kılar ve sizin gibi hac eder­lerken, artık onları nasıl öldürebilirsiniz?"

Ömer'in kapısında toplanan halk da üzgün ve şaşkın­dı. Kimileri, onun öleceğinden korkuyor, kimileri de bunu atlatacağını söyleyip ümit vermeye çalışıyordu. Çatallı hançer, Ömer’in midesini parçalamıştı. Onun için, kendisi­ne içirdikleri su, süt gibi şeyler dışarı akıyordu. Bu durum karşısında onun kurtulamayacağı anlaşılıyordu. Kendisini ziyaret edenler, onu övüyor, dindeki ihlâs, ciddiyet ve hiz­metini anlatıyor, adaletini dile getiriyorlardı. Kendisi ise şöyle diyordu:

"Siz, övmelerinizle insanı nasıl da aldatıyorsunuz. Halbuki ben başa baş kurtulmaya razıyım."

Onu ziyaret edenler arasında genç bir delikanlı da var­dı. Bu genç delikanlı kalkıp giderken, Ömer (ra) onun uzun olan entarisinin yerde süründüğünü gördü ve kendisini geri getirmelerini istedi. Delikanlı gelince de Ömer (ra) ona, "Yeğenim! Entarini biraz kısalt. O zaman hem onu daha temiz tutarsın, hem de kibirden daha çok uzak olursun." dedi.

(Hz. Ömer'in ölüm hâlinde iken böyle bir teferruatı göz­den kaçırmaması, onun ölümden hiç korkmadığını, ruhî ve aklî dengesinin her zamanki gibi sağlam ve tam olduğunu ve en kritik anda bile emr-i maruf ve nehy-i münker yapmaktan vazgeçmediği ve vazgeçilmesi gerektiğini gösterir.)

Ondan sonra oğlu Abdullah'a borcunu hesaplamasını emretti ve onu ödemesini istedi. Bundan sonra da ona şu­nu söyledi:

"Mü’minlerin annesi Aişe'ye git, selâmımı bildir ve kendisine, 'Ömer Allah Rasûlü ile Ebu Bekir'in yanına gö­mülmeyi arzu ediyor. Eğer sen izin verirsen onların yanına gömülmeyi istiyor.’ de! İsmimi söylerken 'Emirul-Mü’minîn' değil, yalnızca 'Ömer' de! Çünkü ben artık Emirul-Mü’minîn değilim." Abdullah, Hz. Aişe’nin evine gitti. İzin isteyip içeri girdiği zaman, onun bir köşede oturup ağla­makta olduğunu gördü. Babasının sözlerini ona iletti. Hz. Aişe (ra)’a, şöyle dedi:

"Ben o yeri kendim için düşünmüştüm. Fakat, madem ki Ömer iki arkadaşının yanına gömülmeyi arzu ediyor, ben onu kendi nefsime tercih ediyor ve izin veriyorum." Ömer (ra), ağrılarını ve ölümünü düşünmü­yor, Hz. Aişe'den gelecek cevabı düşünüyordu. Abdulla­h'ın geldiğini görünce, onun geldiği yere ve getirdiği habe­re hürmet ifadesi olarak kendisini yastık hizasına kadar kaldırmalarını istedi. Abdullah cevabın olumlu olduğunu söyleyince de rahatladı ve şöyle dedi:

"Allah'a hamd olsun! Benim için bundan daha önemli bir şey yoktu. Fakat, beni oraya götürdüğünüzde tekrar Ai­şe'den izin isteyin. İzin verirse, beni oraya gömün, izin ver­mezse, müslümanların umumî kabristanına götürün."

Gömüleceği yer meselesi böylece sonuçlanınca, ashâb ona, "Kendine bir halife tayin et." dediler. Ömer (ra) bu teklife karşı şöyle dedi:

"Ben bu göreve Allah Rasûlü vefat ederken razı oldu­ğu altı kişiyi eşit ölçüde lâyık görüyorum. Bunlar Ali, Os­man, Zübeyir, Talha, Sa'd ve Abdurrahman İbni Avf tır. Bu zatlar oturup kendi aralarında birini seçsinler. Benim oğlum Abdullah da, gönlünün alınması için müşahid ola­rak yanlarında bulunsun.

Ömer'in namazı kılındıktan sonra, Ali (ra) ona hitaben şöyle dedi:

"Ey Ömer! Allah Teâlâ sana bolca rahmet eylesin! Ye­min ederim, ben senin amelinle Allah Teâlâ’nın huzuruna çıkmayı çok isterdim. Allah Rasûlü’nün ve Ebu Bekir'in ya­nına gömülmek de senin hakkındır. Çünkü ben çok kere Allah Rasûlü’nün şu mealde sözler söylediğini gördüm: 'Ben, Ebu Bekir ve Ömer şuraya gittik. Ben, Ebu Bekir ve Ömer şuradan geldik. Ben, Ebu Bekir ve Ömer buna inanı­yoruz.’ " (Muttefekun aleyh)

Hz. Osman'ın Vefatı

Abdullah İbni Selâm şunu anlatmıştır:

"Osman kuşatma altında iken, hâlini sormak için yanı­na gittim. Buna şunu söyledi:

'Bu gece rüyamda Allah Rasûlü’nü gördüm. Bana bir tas su verdi. Suyu içtim ve onun serinliğini bütün vücu­dumda hissettim. Ondan sonra bana, "İstersen sana yar­dım edilsin, istersen yarın bizde iftar et." dedi. Ben, onun yanında iftar etmeyi seçtim.’ Ve Osman (ra) ay­nı gün şehid edildi."

Olayda hazır bulunanların anlattıklarına göre, Osman (ra) şehid edildiği an, "Allah'ım! Ümmet-i Muhammed'i fitne ve tefrikadan koru." diye duâ etmiştir.

Sümâme İbni Hazen şunu anlatmıştır: "Osman, kendi­sini kuşatma altına alan âsilerle konuşurken ben de ora­daydım. Onlara şunları söyledi:

"Bilir misiniz; Allah Rasûlü (sa) hic­ret ettiği zaman, Medine'de Rûme kuyusundan başka tatlı su yoktu. Bu kuyu da bir şahsa aitti. Suyunu para ile satar­dı. Allah Rasûlü (sa), 'Kim Rûme kuyu­sunu satın alıp müslümanlara vakfederse, ona cennette bundan daha hayırlısı verilecektir.’ dedi. Bunun üzerine ben, kuyuyu öz malımla satın aldım ve müslümanlara vak­fettim. Siz ise, beni bu kuyunun suyunu içmekten menetmişsiniz.

Bilir misiniz; Kur’ân-ı Kerim'de "zorluk ordusu" ismiyle isimlendirilen Tebuk ordusunu ben öz malımla teçhiz edip donattım.

Bilir misiniz; Allah Rasûlü’nün mescidi giderek dar gelmeye başlamıştı. Bunu görünce, kendisi, 'Kim, bitişikte­ki arsayı satın alıp mescide eklerse, ona cennette bundan daha hayırlısı verilecektir.’ dedi. Ve ben, o arsayı öz malım­dan satın alıp mescide ekledim. Siz ise, beni bu mescitte na­maz kılmaktan menetmişsiniz.

Bilir misiniz; Allah Rasûlü (sa) Mekke'deki Sebir dağının üzerindeydi. Yanında da Ebu Bekir, Ömer ve Ben vardık. Dağ sallandı ve taşları yuvarlan­maya başladı. Allah Rasûlü (sa), ayağı­nı yere vurdu ve şöyle dedi: "Ey dağ! Sakin ol. Senin üze­rinde bir peygamber, bir sıddık ve iki şehid vardır. (Şehid, hak bir dava uğrunda suçsuz olarak öldürülendir. Siz ise, beni suçlu diye öldürmek istiyorsunuz.)" (Tirmizî, Nesâî)

Osman (ra), kılıç darbeleriyle şehid edilip kanı akmaya başlayınca şöyle demiştir:

"Lâ ilâhe illâ ente subhâneke inni kuntu minez-zâlimîn." (Senden başka ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Hiç şüphesiz ben zâlimlerdendim.) (Enbiyâ 87)

Hz. Ali'nin Vefatı

Asbeğ el-Hanzelî şunu anlatmıştır:

"Ali'nin şehîd edileceği sabah, müezzin, her günkü gi­bi gidip onu namaza çağırdı. Fakat, o başına gelecek olayı hissetmiş gibi ilk çağrıda gelmedi.

Müezzin bir daha gidip onu çağırdı ve Ali (ra) bunun üzerine çıkıp mescide geldi.

Evinin kapısından çıkarken de şu mısraları okudu:

Ölüm için gücünü topla

Çünkü sen ölüme yakınsın

Ölüm kapına dayanınca

Ondan sakın çekinip korkma

Ve mescidin küçük kapısına ulaştığında, orada pusu kurmuş olan (Abdurrahman) İbni Mülcem tarafından vu­ruldu.

Ali (ra), kılıç darbesini alınca yüksek bir sesle, "Kazandım (veya, kurtuldum), Allah'a yemin ede­rim." dedi.

Ondan sonra da, yaptığı vasiyet dışında dünya kelâmı konuşmadı ve hep "lâ ilâhe illallah" zikrini tekrarladı."

 
  Bugün 7 ziyaretçi (36 klik) kişi burdaydı! gullerinefendisi1.tr.gg  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol