Nikâhın Fazileti
Nikâhın Faydaları
Nikâh Akdinin Şartları
Nikâh Akdinin Edepleri
Kadın ve Erkekte Aranan Vasıflar.
Evlilikle İlgili Müteferrik Konular.
Cinsel İlişki Edepleri
Çocuk Doğumu ve Sonrası ile İlgili Edepler.
Nikâhın Fazileti
Nikâh; din ve haysiyeti korumaya yarayan, fâsıklık ve taşkınlığı önleyen bir vesiledir. Bu sebeple, bir kısım âlimler, onu ibâdet maksadıyla evlenmemekten üstün görmüşlerdir. Diğer bir kısım âlimler, onun faydalarını kabul etmekle birlikte, şiddetli iştiyak duymayanlar için evlenmeyip ibâdet etmeyi tercih etmişlerdir. Üçüncü bir kısım ise, din ve ahlâk bozulduğu, evlâd yetiştirmenin zorlaştığı ve kazançların helâl olmaktan çıktığı dönemlerde nikâhın dinî açıdan bir değer taşımadığını söylemişlerdir.
Şimdi, bu farklı görüşleri teyid eden nassları ve diğer delilleri görelim.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Bekârlarınızı evlendirin..." (Nur, 32) Bu âyet, emir içermektedir. Emir ise farziyet veya fazilet ifade eder. Peygamberlere yaptığı iyilikleri anlatırken de şöyle buyurmuştur: "Senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik." (Ra'd, 38) Müminlerin sâlih eş ve evlad istediklerini belirterek de şöyle buyurmuştur: "Onlar, 'Rabbimiz! Bize gözlerimizi aydınlatan eşler ve zürriyetler ver.’ diye duâ ederler." (Furkan, 74)
Allah Rasûlü (sa) da şunları söylemiştir: "Nikâh benim sünnetimdir. Benim sünnetimden yüz çeviren benden de yüz çevirmiş olur." (Müttefekun aleyh)
"Nikâh benim sünnetimdir. Beni beğenen benim sünnetime uysun." (Beyhakî)
"Ev geçindirebilen evlensin; çünkü evlilik gözü dışardan çeker, namusu korur. Bunu yapamayan da az yiyip oruç tutsun; çünkü az yemek ve oruç tutmak şehveti kırar." (Müttefekun aleyh)
"Dindarlık ve sorumluluk duygusunu beğendiğiniz bir kimse kızınıza talip olduğu zaman onu evlendirin." (Tirmizî)
"Evlenen, bununla dininin yarısını koruma altına almış olur; diğer yarısını da takva ile korusun." (Taberânî, Hâkim)
"İnsan ölünce kapanan hayır defteri ancak üç şeye açıktır. Bu şeylerden birisi, sâlih evladın duasıdır." (Müslim)
Bu geçen âyet ve hadisler, nikâhın faziletini (bekârlıktan üstün oluşunu) bildirmekte, açıkça veya zımnen onu emir ve teşvik etmektedirler.
Abdullah İbni Abbas (ra) şöyle demiştir: "Evlenmedikçe âbidin ibâdeti tamamlanmaz." Çünkü şehvet gailesinden kurtulmaz ve kalbi temizlenmez. Bunlar ise, ibâdeti eksik bırakan unsurlardır.
Abdullah İbni Mes'ûd (ra) şunu söylemiştir: "Ömrümden sadece on gün kaldığını bilsem, yine evlenmek isterim. Çünkü, bekâr olarak Allah Teâlâ’nın huzuruna çıkmaktan hoşlanmam."
Muâz İbni Cebel (ra) da aynı şeyi söyleyerek koleraya yakalanmış olduğu hâlde evlenmiştir.
Bişr el-Hâfi (ra) şöyle demiştir: "Ahmed İbni Hanbel üç hasletle beni geçmiştir. Ben ilmi sadece kendim için öğrenirken, o bunu hem kendisi, hem de başkaları için öğrendi. Ben yalnızca kendi nefsimle mücâdele ederken, o hem kendi nefsiyle, hem de bid'at ehliyle mücâdele etti. Ben evlenmezken kendisi evlendi." Bu sâlih insanı (Bişr'i) vefatından sonra rüyada görmüşler ve kendisine, "Allah Teâlâ sana ve Ebu Nasr et-Temmâr’a nasıl davrandı?" diye sormuşlar. Kendisi, "Allah Teâlâ, ikimizi de cennete gönderdi; ancak Ebu Nasr’a yetmiş derece üstünlük verdi." demiş. "Ama, biz seni ibadette ondan üstün görürdük." demişler. Kendisi, "Bu dereceler ona, ibâdet etmenin yanında, çoluk çocuğunun nafakası için çalışmasından dolayı verildi." demiştir.
Şöyle denilmiştir: "Evli olan müminin bekâr olan mümin üzerindeki üstünlüğü, tıpkı cihad eden müminin oturan mümin üzerindeki üstünlüğü gibidir."
Allah Teâlâ bunlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Mazeretleri bulunmaksızın oturan müminlerle, mal ve canlarını ortaya koyarak Allah yolunda cihad eden müminler eşit değildirler. Allah, mal ve canlarıyla cihad edenleri derece bakımından oturanlardan üstün tutmuştur. Ancak O iki taifeye de güzellik va'detmiştir." (Nisa, 95)
Ve şöyle denilmiştir: "Evli olanın iki rek'atlık namazı, bekâr olanın yetmiş rek'atından efdaldır."
Kısacası; nikâh dinin emri, peygamberlerin sünneti ve fıtratın gereğidir. Bekâr olan insanın dini gibi, hayatı da eksiktir. Buna mukabil, Allah Rasûlü’ne nisbet edilen bir sözde şöyle denilmiştir:
"İki yüz seneden sonra insanların en hayırlısı, yükü hafif olan, eşi ve çocuğu bulunmayan kimsedir." Hadis olarak sahih olmayan bu söze göre, evlilik din konusunda kişiye destek olmak yerine, köstek olduğu takdirde, evlenmemek daha hayırlıdır.
Allah Rasûlü’ne nisbet edilen diğer bir sözde de şöyle denilmiştir: "Bir zaman gelecek ki, kişi karısı ve çocukları yüzünden helâk olacaktır; çünkü bunlar fakirliğini başına vuracak ve onu gayr-i meşru kazançlara ve işlere zorlayacaklardır."
Ebu Süleyman Dârânî şunları söylemiştir: "Kadınların yokluğuna sabretmek, onların varlığına sabretmekten daha kolaydır."
"Yalnız olan insan, evli olanın duymadığı kalb huzurunu ve ibâdet zevkini duyar."
"Arkadaşlarımızdan kim evlendiyse, dininde gevşemeye şâhid olduk."
"Seni Allah Teâlâ’nın ibâdetinden meşgul eden ehl ve mal uğursuzdurlar."
Nitekim, hicret ve cihad döneminde bazı kimseler eş ve evladlarının baskı ve ısrarıyla bu hayırlardan uzak durunca, Allah Teâlâ şu âyetle onları uyarmıştır:
"Ey iman edenler! Eş ve evladlarınızdan size düşman olanlar vardır; onlardan sakının." (Tegâbûn, 14) Onların etkisinde kalıp farz ve faziletlerden geri kalmayın.
Nikâhın Faydaları
1- Çocuk sahibi olmak. Nikâhın asıl maksadı ve en büyük faydası çocuk sahibi olmaktır. Şehvet hissi bunun için verilmiş, şehvetteki lezzet de buna ücret yapılmıştır. Çünkü çocuk yapmak, beşer nev'inin varlığını sürdürmesine hizmet etmektir. Bu hizmet büyük olduğu için, onun dünyadaki ücreti olan şehvet lezzeti de maddî lezzetlerin en büyüğü olmuştur. Allah Teâlâ, isteseydi, insanları doğrudan doğruya da yaratabilirdi. Nitekim Adem (as)’ı topraktan, İsâ (as)’ı da babasız yaratmıştır. Ancak, onların tenasül yoluyla yaratılmasında pek çok hikmetler ve maslahatlar bulunduğu için bu yolu seçmiştir.
Çocuk sahibi olmanın faydaları çoktur. Çocuk ebeveyninden önce ölürse, sevap olup onların amel defterlerine geçer. Allah Rasûlü (sa) şunları söylemiştir: "Bir müminin üç ve hatta iki çocuğu ölürse, o mümin cehennem ateşine karşı sağlam bir sipere girmiş olur." (Müslim, Taberanî)
"Bir müminin üç veya iki çocuğu ölürse, Allah Teâlâ bu çocuklara olan merhametiyle onu cennete götürür." (Buharî)
Ve eğer ebeveyn önce ölürlerse, çocuk onlara duâ eder ve hayır yapar. Sahih bir niyetle çocuk için yorulmak cihad, onun için para harcamak da sadakadır. Bu sebeple, evlenip de çocuk yapmamak yanlış bir iştir. Çünkü bu, kendisine tohum ve tarla verilip çift sürmesi emredilen bir kölenin bunu yapmayıp tohumu da, tarlayı da zayi etmesi gibidir. Böyle bir köle, efendisi tarafından azarlanır. Evlenip de çocuk yapmayan kimse de Allah Teâlâ tarafından itap ve azarlamalara muhatap tutulur. Bu bir anlamda da, ücretini peşin aldığı bir görevi yapmamaktır. Böyle bir olay da cezayı muciptir. Bu sebeple, Allah Rasûlü (sa) şunları söylemiştir:
"Evlenip nesil sahibi olun."
"En hayırlı kadınlarınız doğurgan olanlardır."
"Doğuran olan siyahi bir kadın, doğurmayan beyaz tenli bir kadından daha yararlıdır." buyurmuştur.
Bu anlamda şöyle denilmiştir: "Evin bir köşesindeki hasır, doğurmayan kadından daha hayırlıdır."
Sâlihlerden bir zat şöyle demiştir: "Rüyamda kıyâmetin koptuğunu ve insanların mahşer meydanında toplandığını gördüm. Ben de, herkes de şiddetli bir şekilde susamıştık. Biz bu hâlde iken, birden bir grup çocukların kalabalığın içine girdiğini gördüm. Ellerinde su dolu gümüş testiler ve altın bardaklar vardı. Bu çocuklar bazı kimselere su veriyor, bazılarını geçiyorlardı. Bana yakın geldiklerinde onlara, "Bunalmışım; bana da su verin." dedim. Çocuklar, "Biz sana su veremeyiz; onu yalnızca anne ve babalarımıza veriyoruz." deyip geçtiler.
2- Şehvet ihtiyacını gidermek, bu suretle şeytanın dürtmelerinden ve haram fiillerden kurtulmak. Evliliğin şehvet tuğyanını bastırdığı ve onu kontrol edilebilir hâle getirdiği bilinmektedir. Bu sebepten dolayıdır ki, zina eden bir kimse bekâr ise, kendisine yüz kamçı vurulurken, evli ise öldürülür. Çünkü ikisini zinaya iten şehvet aynı kuvvette değildir. Ancak, evliliği yine de, şehveti gidermek için değil, Allah Teâlâ’nın emrettiği ve hoşlandığı gibi, insan neslinin devamını sağlamak ve evlad sahibi olmak niyetiyle yapmak ona ayrı bir üstünlük ve manevilik kazandırır. Çünkü birinci durumda nefsin memnuniyeti ön planda iken, ikindi durumda Allah Teâlâ’nın verdiği görevi yapmak, O'nun rızasını tahsil etmek ve ahiret hesabına bir iş yapmak söz konusudur.
3- Erkek-kadın arasındaki cinsel ilişkinin lezzetiyle cennetteki lezzetleri tanımak. Dünyadaki diğer nimetlerin lezzeti gibi, cinsel lezzetin yaratılmasındaki maksat da, cennetteki lezzetleri tanıtmak ve insanları ibadet ve dindarlık yoluyla o ebedî lezzetleri kazanmaya sevk etmektir. Çünkü hiçbir şekilde tanınmayan lezzet ve saadetlere davet etmek ve onları mükâfat olarak va'd etmek istenen neticeyi vermez.
Allah Teâlâ’nın bütün işlerinde ve yaratmalarında hikmetler vardır. O'nun bir yaratması olan şehvet de böyledir. Şehvet iki hayata vesiledir. Bunlardan birisi, neslin devamı suretiyle dünya hayatıdır. İkincisi de şehvet lezzetiyle talip olunan cennet hayatıdır. Fakat, aynı şehvet, kötü kullanıldığı zaman bu iki hayatın da elden gitmesine sebeptir.
Bundan dolayı, Allah Rasûlü (sa) şöyle duâ ederdi:
"Allah'ım! Gözümün şerrinden, kulağımın şerrinden, kalbimin şerrinden ve şehvetimin şerrinden sana sığınırım." (Geçti)
"Allah'ım! Senden kalbimi temizlemeni ve şehvetimi haramdan korumanı isterim." (Beyhakî)
Çok evliliğe de şehvetin kötü bir şekilde kullanılmasını önlemek için izin verilmiştir.
Şehvetin şerrinden korunmak için Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:
"Gözünüz bir kadına ilişip şehvetiniz uyandığı takdirde, kendi hanımınızla yatıp onu teskin edin." (Ahmed)
"Yanında mahremi bulunmayan kadınlarla yalnız kalmayın. Çünkü şeytan, kanınıza girip şehvetinizi kızıştırır." (Tirmizî)
4- Evlenip çoluk çocuk sahibi olunca kişi, yöneticilik vasfını kazanır ve kendi evinde bir çeşit vali, hâkim ve sultan hükmüne geçer. Yöneticilik ise, çok faziletli ve sevaplı bir iştir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:
"Halkı adâletle yöneten bir vali ve sultanın bir günlük icraatı, atmış sene (yani, bir ömürlük) nafile ibâdetten daha hayırlıdır."
Allah Rasûlü (sa) şunları da söylemiştir: "Kişinin ev halkına yaptığı masraf, iyi niyetle olursa sadakadır; o, hanımının ağzına kaldırdığı lokmadan dolayı da sevap alır." (Müttefekun aleyh)
"Öyle günahlar vardır ki, onlara ancak maişet derdi ve aileyi geçindirmek için çekilen sıkıntılar kefaret olur." (Taberânî, Ebu Nuaym)
"Üç kızı terbiyeli bir şekilde büyütüp gönül rızalarıyla evlendiren ebeveyne cennet hak olur." (Ebu Dâvûd, Tirmizî)
Evlilikteki güzel maksatların gerçekleşmesine vesile olan kadın, fuzulî sayılan ve kötülenen dünyadan değildir. Bazı müfessirler, "Rabbimiz! Bize dünyada güzel şey ver." (Bakara, 201) ayetindeki "güzel şeyin" sâliha kadın olduğunu söylemişlerdir.
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Kalbinizi şükre, dilinizi zikre alıştırın ve ahiret yolculuğunda size yardımcı olan sâliha kadınla evlenin." (Tirmizî)
Nikâhın bu ve benzeri faydaları yanında, bazı olumsuzlukları da vardır. Bu olumsuzluklar, nikâhın zatî unsurları olmasalar da, onunla birlikte ortaya çıkarlar. Bunlar şöyledir:
1- Aileyi geçindirmek için gerekli olan helâl rızkı bulmanın zorluğu. Evlilik hayatı, daha fazla masraf gerektirdiği için, bu masrafı helâl yoldan temin etmek her zaman kolay değildir. Bu sebeple bazı kimseler, evin gerekli ve gereksiz masraflarını karşılamak için haram yollara baş vururlar. Bu suretle de, dünyada bir yuva kuralım derken, ahiretteki ebedî yuvalarını yıkarlar.
Rivayete göre, kıyâmet gününde bazı kimseler Allah Teâlâ’ya hesap verirken, melekler mahşer halkına karşı, "Bu insanlar, sevapları aileleri tarafından yenilen ve bugün günahlarıyla baş başa kalan talihsizlerdir." diye seslenirler.
Seleften bir zat şöyle demiştir: "Allah Teâlâ bir kuluna şer irâde ederse, ona parçalayıcı dişler musallat eder." Bu sözdeki parçalayıcı dişlerden maksat, kişinin din ve haysiyetini keyf ve heveslerine fedâ eden ailedir.
Aileyi haramla beslemek gibi, aç ve muhtaç bırakmak da büyük günahtır. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Kişiye günah olarak, ailesini nafakasız bırakması yeterlidir." (Müslim, Tirmizî)
2- Eş ve çocukların haklarını tam olarak gözetmenin zorluğu. Allah Teâlâ, kadınların hakları konusunda şöyle buyurmuştur:
"Onlara, üzerlerindeki haklar kadar hak vardır." (Bakara, 228) Buna göre, erkeğin kadın üzerinde ne kadar hakkı varsa, kadının da erkek üzerinde o kadar hakkı vardır. Üstelik, erkek kadını koruyup kollamaktan da sorumludur.
(Ayetin devamı şöyledir: "Ancak, erkeklerin onlar üzerinde bir derece üstünlüğü vardır." Bu âyetten anlaşılan odur ki, haklar açısından erkeklerle kadınlar eşittirler. Ancak, fazilet yönünden erkekler bir derece üstündürler. Allah Teâlâ, canlı ve akıllı varlık olarak cinleri, melekleri ve insanları yaratmış ve bunları birbirinden üstün kılmıştır. İnsanları da erkek ve kadın olarak ayırmış ve erkekleri bir derece üstün tutmuştur. Bu, Yaratanın tercih hakkıdır, kimsenin buna itiraz etmesine mahal yoktur. Kur’ân-ı Kerim'de, "Allah'ın bazılarınızı bazılarınızdan üstün tutmasına itiraz etmeyiniz." buyurulmuştur. (Nisa, 32) Günümüzde, Allah’ı inkâr fikri üzerinde geliştirilen bir kadın-erkek eşitliği iddiası vardır. Olabilir. Allah inkâr edildikten sonra her iddia yapılabilir. Olmaması gereken şey ise, sözde İslâm adına konuşup yazan bazı kimselerin bu ilhâdî cereyana karşı eziklik duymaları ve sanki, İslâm’ın bu konudaki görüşünü söylemekten utanır olmaları ve suçluluk duymalarıdır. Onun için, onlar da, moda olan görüşe katılıp İslâm’da da kadın ve erkeğin eşit olduğunu söylerler. Beyler! Allaha iman etmiş müminler iseniz, Allahın hükümlerini sulandırmayın ve onları olduğu gibi anlatmaktan, açıklamaktan ve haykırmaktan utanmayın. "Siz mümin iseniz, üstün sizsiniz, hak sizdedir." (Al-i İmrân, 139))
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Kişi ailesinin, eş ve çocuklarının çobanıdır. Çoban gibi, bunların hakikî sahibi olan Allah Teâlâ önünde sorumludur." (Müttefekun aleyh) Bu sorumluluk gereğince, kişi ailesine, eş ve çocuklarına yeteri kadar helâl nafaka temin etmek, onları din ve ahlâk konusunda bilgilendirmek ve davranışlarını bu ölçüler içinde takip ve kontrol etmek zorundadır.
Rivayete göre kıyâmet gününde eş ve çocuklar, erkeği Allah Teâlâ'ya şikâyet edip şöyle derler: "Rabbimiz! Bu adamdan hakkımızı al. Çünkü o, bilmediklerimizi bize öğretmedi ve bizi haramla besledi."
Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler! Kendinizi ve aile fertlerinizi ateşten koruyun." (Tahrim, 6) Bu âyetin emrine göre, erkek, kendi canı gibi, eş ve çocuklarını da ateşe müstahak edici küfür ve günahlardan korumaya çalışmakla yükümlüdür. Kadınlar ve çocuklar arasında adâlet ve eşitlik gözetmek de ailenin önemli haklarındandır.
3- Mal ve evlâd meşguliyeti sebebiyle ilim ve amelden kesilmek. Bu meşguliyet hadd-i zatında meşru ve mübâh olan alanlarda da olsa, ilim ve amelin önüne geçtiği takdirde sakınılması gerekir. Çünkü, insanı Allah Teâlâ'ya ibadetten ve O'nun yolunda yürümekten alıkoyan her şey meşum ve uğursuzdur.
Özetlemek gerekirse, evlenmenin şehveti teskin etmek ve insana nesil kazandırmak gibi faydaları yanında, helâl rızk bulma endişesine düşürmek ve kişiyi istediği kadar ibadet ve tefekkür etmekten alıkoymak gibi sakıncaları da vardır. Ancak bu sakıncalardan etkilenmemek de mümkündür.
Nitekim, Allah Rasûlü (sa) hem evlenmiş, hem de hiç kimsenin yapmadığı ve yapamadığı kadar ibadet de etmiştir. Bu sakıncaların bir şekilde önlenebilmesi durumunda, bütün âlimlerin ittifakıyla evlenmek efdaldir. Allah Rasûlü da bu sebeple evlenmeyi tercih etmiştir.
Nikâh Akdinin Şartları
Nikâh akdinin sahih ve geçerli olması için şu şartlara riâyet edilmesi gerekir:
1- Nikâhı kıyılan kadının iddet hâlinde olmaması. Çünkü bu hâlde kıyılan nikâh geçerli değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "İddet sona ermedikçe nikâh akdine kalkışmayın." (Bakara, 235)
(Not: Nikâh akdini geçersiz kılan iki iddet vardır. Bunlardan birisi, ölüm iddetidir. Kocası ölen bir kadın hâmile ise doğum yapıncaya kadar, hâmile değilse, dört ay on gün beklemek zorundadır. Bu bekleme süresine iddet denir. İkincisi ise, boşanma iddetidir. Boşanan bir kadın, üç ay başı hâli geçirinceye kadar beklemek zorundadır.)
2- Evlenecek çiftin veya onlardan birinin hac veya umre ihramında olmaması. (Hanefî mezhebinde bu şart yoktur.)
3- Onlardan birinin dinsiz olmaması.
4- Kadın müslümansa, koca adayının başka bir dine mensup olmaması.
5- Erkeğin, nikâhlamak istediği kadını üç talâkla boşamış olmaması.
6- Kadının, mevcut dört kadın üzerine nikâhlanmaması. Çünkü, dörtten fazla kadınla nikâh sahih değildir.
7- Büluğa ermemiş kızın babasız veya dedesiz olmaması. Çünkü babadan ve dededen başka bir veli, kızın iznini almadan onu evlendiremez. Kız büluğ yaşına ermedikçe de izni geçerli değildir. Kızın buluğu ay başı hâlini görmesi veya on beş yaşına gelmesidir.
(Hanefî mezhebine göre ise, baba ve dede olmayan veliler de, büluğa ermemiş kızı evlendirebilirler. Ancak, bu durumda kız büluğa erdiğinde, isterse kıyılmış olan nikâhı bozabilir.)
8- Büluğa ermemiş kızın evlenip boşanmış olmaması. Çünkü, evlilik geçirmiş bir kızı -ki bu artık dul bir kadındır- babası ve dedesi de, iznini almadan evlendiremez. İzin ise, büluğdan önce geçersizdir.
(Hanefî mezhebine göre, veliler küçük kadının nikâhını da kıyabilirler.)
9- Kadının koca adayına haram (mahrem) olmaması. Haram (mahrem) olan kadınlar şu ayet-i kerimede bildirilmiştir: "Size analarınız haram kılınmıştır; kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizin kızları... oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birleştirmeniz haram kılınmıştır." (Nisa, 23) Babanın eşlerini nikahlamak ve kız kardeşler gibi, biri erkek, diğeri kadın olmaları hâlinde birbiriyle evlenmeleri câiz olmayan diğer kadınları da bir arada tutmak da haramdır. Süt annesi ve onun asıl (annesi, nenesi) ve fasıllarıyla (kızları, torunları) evlenmek de haramdır. Şafiî mezhebine göre, haramlığı doğurması için, süt emmenin ilk iki yaşta ve beş kere olması gerekir.
Hanefî mezhebine göre ise sayı şart değildir. (Hanefî mezhebine göre, erkek bir kadına şehvetle (cinsel ilişki arzusuyla) dokunsa veya avretine baksa, o kadının anne veya kızıyla evlenmesi haram olur. Kadının da ona bu şekilde dokunması veya avretine bakması aynı hükmü netice verir.)
10- Kızın nikâhını en yakın olandan başlamak şartıyla velilerinden birinin veya bunun vekilinin kıyması. Şafiî mezhebine göre, kız ve kadının nikâhını velisinin kıyması şarttır.
(Hanefî mezhebine göre ise, kız ve kadın nikâhlarını kendileri kıyabilirler. Ancak, veli dışında yapılan bu nikâhın sahih olması için, erkeğin kızın ve kız ailesinin sosyal seviyesine denk olması veya velilerin nikâhı kabul etmesi şarttır. Bu mezhebe göre, baba ve dede, büluğa ermiş bakire kızı rızası dışında evlendiremezler. Büluğ yaşında olup da bâkire olmayan bir kadın ise, iki mezhebe göre de iradesi dışında evlendirilemez.)
11- Evlenme akdini ifade eden açık sözlerle teklif ve kabul etmek. Teklif ve kabulden birisi Kadın veya erkek tarafından yapılınca, diğeri de diğeri tarafından yapılır. Bu sözlerin, ara verilmeden normal bir şekilde arka arkaya söylenmesi lâzımdır.
12- Nikâh akdinde fâsık ve yalancı olmayan iki şahidin bulunması. Şâhid sayısının bundan daha fazla olması da müstehabtır. Bir araya gelecek olan erkek ve kadının birbirinin eşi oldukları konusunda etraf bu şâhidler tarafından bilgilendirilir ve gerekirse, hukuk davalarında da bunlar dinlenir. Bu sebeple, şâhidlerin yapılan nikâh akdini gizlemelerini istemek câiz değildir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Açıkça yapılan akit nikâhtır, gizlice yapılan akit ise zinadır."
13- Nikâhın geçici bir süre için olmaması. Ehl-i Sünnetin hak olan dört mezhebine göre, geçici bir nikâh akdi olan mut’a haramdır ve zinadan farksızdır.
Nikâh Akdinin Edepleri
Bu edeplerin bir kısmı farz, bir kısmı fazilettir. Ancak bunların ihlali akde zarar vermez.
1- İstenmiş bir kıza talip olmamak. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:
"Müslümanların karşılıklı haklarından birisi de, onlardan birisinin istediği bir kız ve kadına, kendisi vaz geçmedikçe, bir diğerinin talip çıkmamasıdır." (Müttefekun aleyh)
2- İddet hâlinde iken kadını istememek. Bu hâlde nikâh geçersiz, istemek ise haramdır.
3- Akit sözlerini (teklif ve kabul) söylemeden önce kısa bir hutbe okumak. Buradaki hutbeden maksat, Allah Teâlâ'ya hamd etmek ve O'nun Rasûlü’ne salavât getirmektir.
4- Sıdak'ı akit sırasında belirlemek ve onu normal ölçüde tutmak. Sıdak, nikâh akdi üzerine kocanın eşine vermek zorunda olduğu para veya değerli bir maldır. (Lâik nikâhta sıdak'a yer verilmemiştir. Bu, kadına yapılmış bir haksızlıktır. Ancak İslâm dini, erkeğin de fazla ezilmemesi için, çok fazla sıdak istenmemesini tavsiye etmiştir.)
5- Akitten önce kızın izin ve rızasını almak. Şafiî mezhebine göre, baba ve dede, kızı kendi inisiyatifleriyle de evlendirebilirler. Ancak, kararı ona bırakmaları ve onun izniyle nikâh kıymaları müstehabtır. Evlendirdikleri dul kadın ise, ondan izin almaları şarttır. Baba ve dededen başka veliler (kardeşler vs.) ise, izin almadan ne kız, ne de dul kadının nikâhını kıyamazlar.
6- Kız ve erkeğin nikâhtan önce birbirini görmeleri. (Yabancı erkek ve kadınların sebepsiz yere birbirine bakmalarını haram kılan İslâm dini, bunu gerekli kılan hâllerde cevâz vermiştir. Bu hâllerden birisi evlenme hâlidir. Ancak bu, yeni anlayıştaki flört yapma ve uzun uzadıya görüşme ve buluşma değildir. Bunun evlenmekten ziyade, fısk ve günaha hizmet ettiği ve sonuçta kızı ve ailesini mağdur ettiği bilinmektedir. Bu ikisinin niyet planında ayrılığı ise şöyledir: İslâmî bakışta, kişi belli bir kızla evlenmeye karar verir, ancak bariz bir kusurunun olup olmadığını öğrenmek ister. Flörtte ise, kişi bir kızla beraber olup onu tanımak ve şayet onu kendine göre güzel, çekici ve mükemmel bulursa evlenmeye karar vermek ister.)
7- Nikâh için mutlaka bir ay aranırsa, Şevval ayının tercih edilmesi. Allah Rasûlü (sa) da bu ayda Hz. Aişe ile evlenmiştir. (Müslim)
Kadın ve Erkekte Aranan Vasıflar
Evliliğin iyi sonuç vermesi ve mutluluk getirmesi için, kadın ve erkek adaylarda güzel vasıfların aranmasında yarar vardır. Bu vasıfların bazıları şöyledir:
1- Dindar ve sâlih bir insan olmak. Dindarlık ve salâhat, aile hukukunun da teminâtıdır. Bu sebeple, dindar ve sâlih insanlarla evlenmek aileye mutluluk getirir.
Allah Rasûlü (sa), "Dinini beğendiğiniz bir talip gelince onu evlendiriniz." buyurmuş ve şunları söylemiştir: "Bir kadınla (erkek de öyledir) dört sebepten ötürü evlenilir. Bunlar onun malı, güzelliği, soyu ve dindarlığıdır. Sen, dindar olanla evlen ki, elin dert görmesin. " (Müttefekun aleyh)
"Kadınla güzelliğinden dolayı evlenme; çünkü güzellik onu kötülüğe kaydırabilir. Malından dolayı da onunla evlenme; çünkü mal, onu kibir ve üstünlük taslamaya sevk edebilir. Kadınla dindarlığından dolayı evlen." (Taberânî)
Dindar kadın ve erkek, ailenin hukuk ve şerefini gözettikleri gibi, ahiret yolculuğunda, ibadet ve hayır işlerinde de birbirine yardımcı ve destek olurlar.
2- Güzel ahlâk sahibi olmak. Bu vasıf, dindar olmaktan ayrı bir şeydir. Çünkü her dindar kişi, güzel ahlâk sahibi değildir. Güzel ahlâkın içinde sabır, hoşgörü, anlayış, yumuşaklık, fedakârlık, iyimserlik, merhamet, bağışlayıcılık, cana yakınlık, açıklık, cömertlik, hüsn-i zan gibi hasletler vardır. Güzel ahlâk sahibi olmayan bir insanla huzur içinde yaşamak imkânsızdır.
Bir Arap atasözünde şöyle denilmiştir: "Ennâne, mennâne, hannâne, haddâka, berrâka ve şeddâka olan kadınlarla evlenme." Bunu erkeklere de teşmil etmek mümkündür. Ennâne; inleyen, hastalık hastası demektir. Mennâne; minnet eden, yaptığı bir iyiliği veya hizmeti söyleyip başa vuran demektir. Hannâne; gönlü her gördüğüne kayan, hissiyatı zayıf olan demektir. Haddâka; aç gözlü olan, emsalinde gördüğü her şeyi isteyen demektir. Berrâka; süs, makyaj ve gösteriş düşkünü olandır. Şeddâka ise, çenesi düşük, geveze ve dırdırcı demektir.
3- Nefret edilecek derecede çirkin olmamak. Çünkü nefret uyandıran çirkinlik, evliliğin sürdürülmesini zorlaştırır. İslâm dini fıtrat dinidir. Fıtratta ise güzelliği sevmek de vardır. Bu sebeple, İslâm’a göre, kadında (ve erkekte) güzellik de aranabilir. Ancak bu güzelliği sadece fizik güzelliğine indirgemek eksik bir yaklaşımdır. Çünkü ruh ve ahlâk güzelliğiyle desteklenmeyen suret güzelliği evlilik hayatına mutluluk getirmez. Aksine, birçok sıkıntı ve sorun getirir.
İslâm dini kadında (ve erkekte) güzelliğe yer verdiği için, nişan ve akitten önce adayların birbirlerini görmelerine izin vermiş ve hatta bunu teşvik etmiştir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:
"Biriniz bir kadınla evlenmeyi düşündüğü takdirde, önce onu görsün. Çünkü bu, ileride mutlu olmalarına yardımcı olur." (İbnu Mâce)
"Bazı Medineli kadınların gözleri zevkinize göre olmayabilir. Bu sebeple, istemeden önce onları görün." (Müslim)
İslâm âlimi A’meş şöyle demiştir: "Adayların birbirini görmeden yaptıkları evliliğin sonu keder ve hüsrandır."
Ayrıca, erkek ve kadın adayların ahlâk ve diğer hâllerini araştırmak ve bunları bilenlere sormak da müstehabtır. Bunun sorulduğu kimselerin de bildiklerini doğru olarak anlatmaları vaciptir.
Allah Rasûlü (sa), "Kendisine danışılan kimse emanet üstlenmiştir.", "Emaneti yerine getirmeyen kimsenin imanı yoktur." buyurmuştur. Bu gibi konularda kusurları söylemek gıybet sayılmaz. Çünkü gıybet, birisini çekememek yüzünden veya keyfi olarak ona zarar vermek isteğiyle yapılan gereksiz kötülemedir.
Ancak, evlendikten sonra et ve kemikten mamul bir vücutta tabiî olarak kendini gösteren bozuklukları hoş görmek lâzımdır. Çünkü, dünya güzelliği ebedî değildir. En güzel çiçekler bile, kısa bir müddet sonra solup çirkinleşirler. Onun için, bunlar görülünce, yeni güzellikler peşinde koşmak, gayr-i meşru yollara veya boşanmalara gitmek yerine, birbirinin ruh, huy ve karakter güzelliğiyle teselli bulmalı ve yaklaşan ahiretin ebedî güzellik ve mutlulukları için hazırlık yapılmalıdır.
Evlenirken güzellik arama câiz olsa ve hatta yararı bulunsa bile, bunu fazla büyütmemek lâzımdır.
Ebu Süleyman Dârânî (ra) şöyle demiştir: "Zühd ve aza kanaat, dünyaya ait bütün işlerde geçerlidir. Daha az güzel olan kadını tercih etmek de zühttür." Daha az güzel olan kadına sahip olmak, onun etkisi altına girmemek ve onun hatırı için din ve ahiretine zarar vermemek açısından ve daha fazla vakit bulup daha yararlı işler yapmak yönünden de avantajıdır.
Kaldı ki, güzelliğin objektif ve sabit bir ölçüsü de yoktur. Bu sebeple, "Gönül kimi severse, güzel odur." denilmiştir.
4- Akıllı olmak. Büyük âlim Ahmed İbni Hanbel (ra) evlenmek istediği zaman, ona dindar bir aileyi sağlık vermişlerdi. Bu ailede iki kız kardeş vardı; biri güzel, diğeri şaşıydı. İmam Ahmed, bunlardan hangisinin daha akıllı olduğunu sordu. Şaşı olanın daha akıllı olduğunu söylediklerinde de onunla evlendi.
6- Az masraflı olmak. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "En bereketli kadın sıdak'ı ve masrafı az olan kadındır." (Beyhakî, Ahmed, İbnu Hibban)
Mâlik İbni Dinar (ra) şöyle demiştir: "Fakir bir ailenin kızıyla evlenirseniz, masraf, külfet ve dünya meşguliyetiniz az olur. Fakat ehl-i dünya bir ailenin kızını alırsanız, bu kız: "Şunu al, bunu al!" diyerek sizi iyice dünyaya bulaştırır."
7- Kadının doğurgan olması. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Sevecen ve doğurucu olan kadınlarla evlenin," (Ebu Dâvûd, Nesâî) Nikâhın önde gelen maksatlarından birisi, evlât sahibi olmak olduğu için, bu vasıf önemlidir.
Allah Rasûlü (sa), ideal kadın vasıflarını şu hadis-i şerifte toplamıştır: "Hayırlı kadın o kadındır ki, kocası kendisine baktığı zaman, yüzüne gülüp onu sevindirir; kendisine bir emir verdiği zaman ona itâat eder; onun hazır bulunmadığı zaman da mal ve namusunu korur." (Nesaî) Kötün kadın için de şunu söylemiştir: "Yanında olsan, sana eziyet verir, uzakta olsan sana ihânet eder." (Taberanî)
Allah Rasûlü (sa), bir taraftan erkeklere, "Tohumlarınız için iyi kadın seçin. Çünkü annenin huy ve özellikleri çocuğa geçer." (İbnu Mâce) derken, bir taraftan da kız velilerine şöyle demiştir: "Nikâh kadın için köleliktir. Onun için, kızınızı kime köle edeceğinizi iyi düşünün." (Beyhakî)
(Bu hadis, kadının köleleştirilmesini emretmiyor. Bir realiteyi dile getiriyor. Ancak en iyi durumda bile, evlenmiş bir kadın, kendi başına buyruk değildir ve bir çok konuda kocasını dinlemek durumundadır. Allah Teâlâ, bu âlemin düzenini böyle kurmuştur. Onun için bu düzeni beğenmeyip değiştirmeye kalkmak da, mutluluk getirmez; aksine, bireysel ve toplumsal sorunları arttırır. Meselâ, Allah Teâlâ, bünyede baş ve ayakları ayrı yerlere yerleştirmiş ve her birine ayrı görevler vermiştir. Bunların yerleri değiştirilse, baş yerde ezilir, ayaklar da havada yorulur. Ayrıca, baş fonksiyonunu yitirir, ayaklar da bir işe yaramaz. Bu da bunun gibidir. O halde, ilâhî ve tabiî düzeni değiştirmeye kalkmak yerine, onu doğru olarak çalıştırmak ve ondan yararlanmanın yolunu bulmak lazımdır. Bu yolu da yine Allah Teâlâ'nın kendisi göstermiştir.)
Kızın geleceğini düşünmek ve onun evliliği konusunda tedbirli, basiretli ve sorumlu davranmak lâzımdır. Bu sebeple, kızını zâlim, fâsık, akidesi bozuk, kıblesiz, hak-hukuk tanımaz, ayyaş ve tembel kimselere nikahlayan bir veli yetkisini yanlış kullanmış, sorumluluğunu su-i istimal etmiş ve kızına yazık etmiş olur.
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Kızını hak tanımaz bir fâsıka nikahlayan bir baba, babalık kavramına ihânet etmiş olur." (Beyhakî) Böyle bir kimse de Allah Teâlâ’nın gazabına uğrar.
Hasan el-Basrî şöyle demiştir: "Kızını Allah Teâlâ'dan korkan kimseye ver. Bu kimse onu severse, kendisine ikramda bulunur; onu sevmezse, hiç olmazsa kendisine zulmetmez."
Evlilikle İlgili Müteferrik Konular
1- Evlilik vesilesiyle bir ziyafet vermek müstehabtır. Allah Rasûlü (sa), evlendiğini söyleyen Abdurrahman İbni Avf a şöyle demiştir: "Bir koyun keserek bir ziyafet ver." (Müttefekun aleyh) Ve kendisi de evlilik ziyafetleri vermiştir: (Müslim)
2- Evlenen çifti kutlamak ve mutlu olmaları için duâ etmek müstehabtır.
3- Kadına iyi davranmak fazilettir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Kadınlarla iyi geçinin." (Nisa, 19), "Yanındaki arkadaşına (eşine) ihsanla muamele et." (Nisa, 36)
Allah Rasûlü (sa) da veda haccı hutbesinde şöyle demiştir:
"Kadınlar konusunda Allah'tan korkun ve bilin ki, siz onları Allah’ın emanetleri olarak yanınızda bulunduruyorsunuz." (Müslim)
Enes (ra) şöyle demiştir: "Ben aile halkına Allah Rasûlü’nden daha merhametli davranan bir kimse görmedim." (Müslim) Eşine karşı sert ve kızgın davranmamak, onun akıl ve mizacının seviyesine inmek lâzımdır. Bu Allah Rasûlü’nün ahlâkıdır.
Enes (ra) şöyle demiştir: "Allah Rasûlü (sa) eşlerinin seviyesine en çok inebilen insanlardandı." (Taberî)
Allah Rasûlü (sa) şunları söylemiştir: "En iyileriniz, eşlerine en iyi olanlarınızdır. Ben de eşlerime en iyi olanlardanım." (Nesaî)
"En kâmil müminler, ahlâkı en güzel olan ve aile halkına en yumuşak davrananlardır." (Tirmizî, Nesaî)
"Allah Teâlâ, kendi içinde kibirli, zayıflara ve ev halkına karşı sert ve şiddetli olan erkeklere buğzeder." Diğer bir rivayette: "Bunlar cehennem ehlidirler." Diğer bir riyavette de: "Bunlar cennet görmezler." (Müttefekun aleyh)
Ancak bu yumuşaklık, eş ve çocukların gayr-i meşru heves ve isteklerine boyun eğmek derecesine vardırılmamalıdır. Bu sebeple, erkek, kendi sorumluluk alanı olan evinde doğru olmayan bir hareket ve davranış gördüğü zaman, tepki göstermeli ve celâllenmelidir. Bu da Allah Resulünün ahlâkındandır. Örneğin, kendisi bir seferden dönerken kapının üstüne asılmış resimli bir perde görmüş ve içeri girmeyip orada durmuştur. Ondan sonra da, "Bu nedir, buraya niye asmışsınız?" diyerek ev halkını sorgulamış ve resimli perdeyi indirmelerini istemiştir.
Hasan el-Basrî (ra) şöyle demiştir: "Bir erkek eşinin her türlü isteğine boyun eğerse, Allah Teâlâ onu yüz üstü cehenneme gönderir."
Allah Teâlâ, erkeği kadın üzerinde gözetleyici yapmış (Nisa, 34) ve ona "âmir" payesini vermiştir. (Yûsuf, 23) Bu suretle de onu, kendi evinde olup bitenlerden birinci derecede sorumlu durumuna getirmiştir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Sultan memleketin, erkek de evin çobanıdırlar. Bunlar, çoban gibi sorumludurlar."
Ayrıca ölçüsüz ve yersiz yumuşaklık, olgunlaşmamış insanlarda ters sonuçlar doğurur. Bu insanlar, bunu zaaf zanneder ve cür'etlerini arttırırlar.
Bir bedevî Arap kadını kızını kocaya verince ona şu nasihati yapmıştır: "İki kişinin bulunduğu bir evde bunlardan birisi hükmeder, diğeri de boyun eğer. Sen hükmeden olmaya çalış. Ancak, önce herifin buna müsait olup olmadığını öğren. Bu sebeple, onu imtihan et ve mızrağının başlığını sök. Buna ses çıkarmazsa, onun kalkanını et doğrama tahtası gibi kullan. Buna da sükût ederse, etin kemiklerini onun kılıcıyla kır. Buna da itiraz etmezse, o zaman sırtına palanı vur ve üstüne bin. Çünkü o, bir eşektir."
(Zulüm olan bir yerde rekabet doğar ve hâkimiyet kavgası başlar. İslâm öncesi Arap coğrafyasında ve hatta bütün dünyada zayıf kadınlar türlü zulüm ve haksızlıklara maruz idiler. Bu sebeple, yetenekli kadınlar kendilerini ezdirmemeye ve hatta kocalarını ezmeye çalışırlardı. Fakat, İslâmiyet zulüm ve hâkimiyet kavgasını kaldırıp aileye adaletli bir düzen getirdi. Bu adaletli düzen, bir taraftan erkeğe üstünlük vererek onun gururunu okşarken, bir taraftan da kadına sıkı bir himaye hakkı vererek onun huzur ve rahatını temin etmiştir. Bu sebeple, erkek açısından bakılınca, bu düzenin erkek lehinde olduğu sanılır, kadın açısından bakılınca da onun kadının lehinde olduğu görülür. Vaktiyle bir adam bir âlime, "Neden Kur'ân erkeğe kadının iki katı miras vermiş?" diye sormuş. Âlim, "Kur'ân bunun aksini yapmış, yani kadına erkeğin iki katı vermiş." demiş. Adam şaşırıp, "Nasıl olur?" deyince de âlim olayı şöyle anlatmış: "Diyelim ki, bir baba öldü ve biri erkek, diğeri kız iki çocuk bıraktı. Babanın bıraktığı mal üçe bölündü ve bunun üçte ikisi erkek çocuğa, üçte biri de kız çocuğa verildi. Ondan sonra erkek çocuk evlendi ve aldığı iki hisseli mirasın bir hissesini sıdak olarak evlendiği kadına verdi. Bu sıdakı da Kur'ân farz kılmıştır. Erkeğin elinde bir hisse kaldı. Bu arada kız da evlendi ve kocasından bir hisse kadar sıdak aldı. Böylece, erkeğin hissesi bire inerken, kadının hissesi iki oldu. Bundan sonra erkek kardeşin eşini besleme mecburiyeti, kız kardeşin ise eşi tarafından beslenmesi de hesaba katılırsa, erkek çocuğa verilen miras hissesi daha da küçülür.")
Allah Teâlâ, erkeğin haklı emirlerine ve ailenin dirlik ve düzenliğine karşı gelen ve doğru olmayan işler yapan kadınlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Baş kaldıran kadınlara öğüt verin. (Bu yarar sağlamazsa) yataklarını terk edin. (Bu da yaramazsa) onları dövün. (Bu tedbirlerden hangisiyle) kendilerine gelirlerse, artık onların aleyhinde bir yol izlemeyin. (Bu hükümleri koyan) Allah yüce ve büyüktür. Şayet anlaşmazlık (evin mahremiyeti içinde çözülmez ve) dışarıya taşarsa, o zaman erkeğin akrabasından ve kadının akrabasından hakemler devreye sokun. Bu hakemler, iyi niyetle konuyu çözmeye çalışırlarsa, Allah onları bir noktada buluşturur. Allah bilen ve haberdar olandır." (Nisa, 34,35)
(Not: Yukarıdaki âyetlerde verilen dövme emri bazı acelecilerin itirazına uğramıştır. Halbuki bu emir irşadî bir emirdir. Ehlince bilindiği gibi, Kur’ân-ı Kerim'de iki türlü emir kullanılmıştır. Bunlardan birisi icabî emirdir. "Namaz kılın! oruç tutun!" gibi emirler icabî emirlerdir. Bu emirlere uymak mecburîdir. İrşadî emir ise, yol gösterici mahiyettedir ve şu anlamdadır: "Yararlı olduğuna inanırsanız, onu uygulayabilirsiniz." Bu sebeple, bu türlü emirleri uygulama mecburiyeti yoktur. Ancak bazı hâllerde, kadını ve hatta arsızlık yapan herkesi dövmenin yarar sağladığı tartışılmazdır. Kur'ân'ın söz konusu ettiği dövme, hadislerde açıklandığı gibi, kemik kırma ve yaralama şeklinde olmayan ve fakat incitebilen bir dövmedir. Bir diğer husus da şudur: Kur'ân bu dövmeyi sağlık verirken, ortada ailenin dağılması tehlikesi ciddiyet kazanmıştır. Ailenin dağılması ise, birkaç tokat ve yumruktan daha vahim bir olaydır. Gerçi boşanmak da bir çözümdür. Fakat, bu ağır çözümü en sonraya bırakmak kadının da yararınadır. Kur'ân bundan önceki çözümleri sıralarken en kolay olandan başlatmıştır. Buna göre, konu önce aile mahremiyeti içinde çözülmeye çalışılacak ve erkek karısına nasihat edecek, hatalı yolda olduğu hususunda onu ikna etmeye çalışacaktır. Bu sözlü yaklaşımın yarar sağlamadığını kesin olarak anlayınca, bu sefer kadını yatakta terk edecektir. Bunun da işe yaramadığını görünce, aileyi dağıtmak istemezse, son çare onu dövmek olacaktır. Ancak, bu çareyi uygulayıp uygulamamakta serbesttir. Ailesi dağılmasın diye bunu da uygular ve olumlu bir sonuç alamazsa, konuyu akrabalara götürecek ve onlardan yardım isteyecektir.)
4- Gayret sahibi olmak lüzumlu bir sıfattır. Gayret bir hiddet türüdür. Bu, daha ziyade namus konusundaki duyarlılığı ifade eder.
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Ben gayretliyim; deyyus olandan başka herkes de gayretlidir." (Ebu Ömer et-Tevkanî)
"Allah Teâlâ gayretlidir; mümin olan da gayretlidir. Allah Teâlâ’nın gayreti, kötü şeyleri şiddetle yasaklamasıdır." (Müttefekun aleyh)
Ancak gayret, aileyi korumaya yönelik bir duygu iken, onun vesvese ve hastalık hâline getirilmemesi lâzımdır. Çünkü bu hâlde, aileyi koruyucu değil, yıkıcı bir his durumuna gelir ve hem erkeğin psikolojisini bozar, hem de kadına haksızlık ve saygısızlık yapılmasına sebep olur. Bu itibarla erkek, İslâm’ın namusu koruma konusundaki emirlerini uygulamalı, ondan sonra da kesin olarak yüz kızartıcı bir şey ortaya çıkmadıkça kuruntulara dayanan ihtimallere yer vermemelidir.
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Allah Teâlâ’nın sevdiği ve buğzettiği gayretler vardır. Onun sevdiği gayret, gerçeğe dayanan gayrettir; onun buğzettiği gayret ise hayal mahsulü olan gayrettir." (Ebu Dâvûd, Nesaî, İbnu Hibban)
Hasan el-Basrî (ra) şöyle demiştir: "Kadınlarınızın çarşı ve pazarlarda dolaşarak her çeşit erkekle sürtüşüp kırıştırmalarına göz mü yumuyorsunuz? Allah gayret duymayanların yüzlerini karartsın!"
Ve şöyle denilmiştir: "En hayırlı kadın o kadındır ki, ne kendisi yabancıları görür, ne de yabancılar kendisini görürler."
O hâlde, erkeğin gayret konusundaki en önemli görevi, hanımının yabancı erkeklerle konuşup tanışmasına izin vermemesi ve onlarla bir araya gelmesini önlemesidir. Allah Rasûlü (sa), kadınların cemaatle namaz kılmak için mescide gitmelerine izin vermişti. Ancak, başta Hz. Aişe olmak üzere bir kısım sahâbiler, daha sonraki dönemde kadınların ahlâkının bozulduğunu görünce, bu iznin onlar için geçerli olmadığını söylemişlerdir. Burada sözü edilen kadın ahlâkının bozulmasından maksat, onların yeteri kadar nâmahremden sakınmamaları, tesettüre tam olarak uymamaları ve dışarı çıkarken kendileri için haram olan makyaj ve saire kullanmalarıdır.
İster mescide gitmek ve ister diğer işlerini görmek için dışarı çıktığı zaman, kadının cildini parlatan veya renklendiren kremler sürmemesi, koku kullanmaması, dikkatleri üzerine çeken biçimlerde giyinmemesi ve hareket, bakış ve sesinde tahrikçilikten kaçınması lâzımdır. Şafiî mezhebine göre, erkeklerin bulunduğu bir yerde kadının bütün vücudunu örtmesi lâzımdır. Hanefî mezhebine göre ise, fitne yoksa, onun yüz ve elleri bundan hariçtir. Ancak iki mezhebe göre de yabancı erkeklerin şehvet ve arzuyla kadına bakması, kadının bu hislerle erkeklere bakması haramdır.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Mümin erkeklere söyle, gözlerini harama kapatsınlar ve namuslarını korusunlar... Kadınlara da söyle, gözlerini harama kapatsınlar ve namuslarını korusunlar. Bunlar, ister istemez açıkta olanın dışında ziynetlerini göstermesinler ve baş örtüleriyle boyunlarını örtsünler." (Nur, 30, 31)
5- Eş ve çocuklar için yapılan harcamalarda mutedil davranılmalıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Rahmanın kulları onlardır ki, masraf yaptıkları zaman ne israf, ne de cimrilik etmezler, bu ikisin ortasında bir yol tutarlar." (Furkan, 67)
Allah Rasûlü (sa) da şöyle buyurmuştur: "Sevabı en çok olan masraf, eş ve çocukların ihtiyaçları için yapılan masraftır." (Müslim)
"En iyiniz, eş ve çocuklarına en iyi olanınızdır." (Tirmizî)
Hasan el-Basrî (ra) şöyle demiştir: "Bizim yetiştiğimiz müslümanlar, ev halkının yeme ve içme ihtiyaçlarında kısıntı yapmazlardı; fakat süs, gösteriş ve fuzulî masraflardan da uzak dururlardı."
Ev halkının birlikte yemek yemesi müstehabtır. Rivâyete göre, yemeğe birlikte oturan aileye melekler duâ ederler. Kalınca bozulabilen yemek fazlasını fakirlere ve hatta komşulara vermek güzel bir ameldir. Erkek açıkça karşı çıkmadıkça, kadın ondan izinsiz de bunu yapabilir. Bozulmayan yemekten vermek için ise, izin alması lâzımdır.
6- Erkeğin, eş ve çocuklarına akîde ve ibadetle ilgili dinî bilgiler kazandırması vaciptir. Çünkü Allah Teâlâ, "Kendinizi ve aile fertlerinizi cehennem ateşinden koruyun!" (Tahrim, 6) buyurmuştur. Burada emredilen koruma da, her şeyden evvel, gerekli olan dinî bilgileri kazandırmakla olur. Çünkü bilgi olmadan amel de olmaz. Bu itibarla, kendisi bilirse, kendisi öğretir; kendisi bilmezse, onlara dinî kitaplar vs. temin eder. Öğretilmesi gerekli olan akîde Ehl-i Sünnet akidesidir. Çünkü doğru olan akîde budur. Bunun dışındaki akideler yanlış ve bozukturlar. Amelî mezheplerden de hak olanlar, Ehl-i Sünnetin kabul ettiği dört mezheptir.
(Bu arada eş ve çocuklara Allah sevgisi ve korkusu, takva şuuru, ibadet zevki, Allah Rasûlü’nün sünnetine bağlılık, dinde sebat, aşırılıktan kaçınmak, âlimleri dinlemek, ilme değer vermek, büyüklere saygı duymak, küçükleri sevmek, fakir ve düşkünlere merhamet ve yardım etmek gibi önemli hususlar da öğretilmeli ve bu hususlarda onlara canlı örnek olunmalıdır.)
6- Eşler arasında her konuda eşitlik ve adâlet gözetmek vaciptir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Bir erkeğin iki eşi olur da kendisi aralarında adâlet gözetmezse, mahşer yerine bir yanı felçli olarak gelir." (Sünen sahipleri)
Ancak, kalpteki sevgi iradeye tâbi olmadığı için, onda adâlet aranmaz. Allah Rasûlü (sa) eşlerini iaşe ve ibate konularında eşit tutar, her birinin yanında eşit sürelerle kalırdı. Ondan sonra da şöyle duâ ederdi:
"Allah'ım! Eşitlik ve adalet gözetmek konusunda benim gücüm ancak bu kadarına yetiyor. Bundan fazlası için beni muâheze etme." (Sünen sahipleri) Allah Rasûlü (sa), "bundan fazlası" sözüyle kalbindeki sevgiyi kasdediyordu. Çünkü kendisi en çok Hz. Aişe'yi seviyordu. (Müttefekun aleyh)
Allah Rasûlü (sa), "Kadının kocası üzerindeki hakkı nedir?" diye sorana şu cevabı vermiştir: "Kadının kocası üzerindeki hakkı; yediği zaman ona da yedirmek, giydiği zaman ona da giydirmek, itaatsızlık ettiği zaman yüzüne vurmamak, vücudunu yaralamamak ve onu evden çıkarmamaktır." (Ebu Dâvûd, Nesâî/El-Kübrâ)
Cinsel İlişki Edepleri
Cinsel ilişkiyi hayvanî bir iş olmaktan çıkarıp ona insanî ve İslâmî bir hüviyet kazandırmak için şu edeplere uymak lâzımdır:
1- Cinsel ilişkiye niyetlendiği zaman, İhlâs sûresini okumak ve şöyle duâ etmek:
"Allah'ım! Bu ilişkiden bir çocuk yaratmayı takdir etmiş isen, onu sâlih ve sıhhatli biri olarak yarat."
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Biriniz cinsel ilişkiye niyetlendiği zaman, 'Allah’ım! Şeytanı bizden uzaklaştır ve onu bize yazdığın çocuktan da uzak tut.’ diye duâ etsin." (Müttefekun aleyh) Gebeliğin oluştuğunu öğrendiği anda da: "Sudan insan yaratan Allaha hamd olsun." diyerek hamd ve şükretsin.
2- Çocuklardan ayrı bir yerde yatmak ve ilişki sırasında sesini yavaşlatmak.
3- İlişkiye geçmeden önce birbiriyle konuşup şakalaşmak. "Hayvanların yaptığı gibi hemen ilişkiye geçmeyin." diye tavsiye edilmiş ve şöyle denilmiştir: "Üç şey yanlıştır. Bunlar; tanımak istediği insanın isim ve adresini sormamak, kendisine yapılan ikramı reddetmek ve ilişkiye konuşmasız ve sohbetsiz girmektir."
4- Gusül yapıp yıkanmaya ve ruhî sükûnet sağlayıp ibadete konsantre olmaya vesile olduğu için, bazı âlimler cinsel ilişkiyi Cuma gecesine veya sabahına denk getirmeyi müstehab saymışlardır. Allah Rasûlü (sa), Cuma namazı için yıkanıp temizlenmek konusunda şöyle buyurmuştur: "Allah o insana merhamet etsin ki, Cuma günü yıkanır ve elbisesini yıkatır." buyurmuştur. (Geçti)
5- Dört gecede bir ilişki normaldir. Bu sebeple, onu bu kadar süre geciktirmek câizdir. Bu işte de eşini mutlu etmeyi düşünmek, kendi nefsi için zevk aramaktan daha üstün bir yaklaşımdır. Hatta bu düşünce ile, bu işi ibadet hâline getirmek de mümkündür. Çünkü meşru yollarla insanları sevindirmek ve mutlu etmek ibadettir.
6- Abdestli uyuyup ondan sonra uyanınca ilişki kurmak evlâdır. Çünkü bu suretle abdestli yatma sünneti yerine getirilmiş olur.
7- Kanama günlerinde ve bundan yıkanıp gusletmeden önce ilişkiye geçmek haramdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Sana kanama hâlini soruyorlar. De ki, o bir eziyettir. Bu hâlde olan kadınlarla temizleninceye kadar ilişkiden uzak durun." (Bakara, 222)
(Hanefî mezhebine göre, kanama onun en uzun sûresi olan on günden sonra durmuş veya daha önce durmuş da üzerinden bir namaz vakti geçmişse, yıkanmadan önce de ilişki câizdir. Bu namaz da hâliyle kazaya kalmıştır.)
Kanama hâlinde, ilişki dışında her türlü yaklaşım ve tatmin şekilleri câizdir. (Bazı âlimlere göre, bu hâlde, kadının göbek ile diz kapaklan arasındaki vücudunun örtülü olması vaciptir. Çünkü bunun örtülü olmaması durumunda, cinsel ilişkiye geçmek ihtimali vardır. Harama yol açan bir şeyi ortadan kaldırmak da vaciptir.)
8- Arka menfezle ilişkiye geçmek haramdır. Bu zinadır. Çünkü, nikâhla mubah kılınan öndeki tabiî menfezdir. Kaldı ki, arka menfezin görevi de bu değildir. Ters ilişki hastalıklara da sebep olur.
9- Gusül yapmadan önce uyumak veya bir şey yemek istenirse, abdest almak sünnettir. Bu abdest, cünüplüğün ağırlığını bir ölçüde hafifletir.
Abdullah İbni Ömer (ra) şöyle demiştir: "Ben Allah Rasûlü’ne, 'Bir kimse cünüp iken uyuyabilir mi?’ diye sordum. Kendisi, 'Abdest alırsa, evet.’ buyurdu." (Müttefekun aleyh)
Allah Rasûlü’nün suya dokunmadan (yani, ne gusül edip ne de abdest almadan) uyuduğu zamanlar da olmuştur. (Ebu Dâvûd, Tirmizî, İbnu Mâce)
10- Cünüp iken tıraş olmak, tırnak kesmek, kılları almak ve kan aldırmak mekruhtur. Çünkü insan, bütün parçaları bir araya getirilmiş bir hâlde mahşere çıkar. Bazı parçalarının temizlenmemiş olması orada kendisine sıkıntı yaratır.
11- Azil yapmak konusunda üç görüş vardır. Bu görüşler azim mutlak olarak haram olması, mutlak olarak mubah olması ve yalnızca kadının izniyle mubah olması şeklindedirler.
Câbir (ra) şöyle demiştir: "Biz azil yapardık. Allah Rasûlü (sa) durumu bildiği hâlde bizi bundan nehyetmezdi." (Müttefekun aleyh)
Oluşmuş bir cenini öldürmek veya düşürmek ise haramdır. Bunun haramlığı erkek ve kadın menilerinin karışması anından başlar ve normal doğum süresi boyunca artarak şiddetlenir.
Çocuk Doğumu ve Sonrası ile İlgili Edepler
1- Kız çocuğunun doğmasına erkek çocuktan daha az sevinmemek. Çünkü, bunlardan hangisinin hem kendisine, hem anne-baba ve akrabasına daha çok faydalı olacağı önceden kestirilemez. Bu sebeple, "Hayır, Allah Teâlâ’nın takdir ve tercih ettiği şeydedir." deyip her ikisine de aynı derecede sevinmek lâzımdır.
(İnsanlar, gelecek ve akıbeti bilmedikleri için, bunu bilen Allah Teâlâ'nın ilim, hikmet ve rahmetine güvenip olanlara rıza göstermedikleri takdirde, çoğu zaman kendileri için iyi olan şeylere üzülür, kötü olan şeylere de sevinirler. Kur’ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Umulur ki, hoşlanmadığınız bir şey sizin için daha iyi, hoşlandığınız bir şey de sizin için daha kötüdür. Allah bilir, siz bilmezsiniz." (Bakara, 216) İnsanlar, gelecek hakkındaki bilgisizlikleri yüzünden sadece olanlara yanlış tepki göstermekle kalmaz, aynı sebeple yanlış isteklerde de bulunur ve yanlış duâ da yaparlar. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "İnsan hayır olan şey için duâ ettiği gibi, şer olan şey için de duâ eder. İnsan hep acelecidir." (İsrâ, 11))
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Kimin iki kız çocuğu olsa ve yanında bulundukları sürece onlara iyi ve güzel davransa, bu kimse kesinlikle cennete gider." (İbnu Mâce, Hâkim) Bu hadisin diğer bir rivayetinde : "ya da iki kız kardeşi olsa..." ilâvesi de vardır.
2- Doğan çocuğun sağ kulağında ezan okumak. Allah Rasûlü (sa)’ın, torunu Hasan veya Hüseyin'in kulağında ezan okuduğu rivayet edilmiştir. (Ahmed, Ebu Dâvûd, Tirmizî)
(Tabiatıyla bu ezan, minaredeki gibi yüksek sesle, çocuğu ürküten veya kulak zarını patlatan bir şiddetle okunmaz. Yavaşça okunan ezan, onun körpe ruhuna yumuşak bir meltem gibi dokunur ve Allah Teâlâ’nın varlık ve birliği, büyüklük ve yüceliği, Allah Rasûlü’nün hak peygamber olduğu, Allah ve Rasûlü’ne itaatin dünya ve ahiret mutluluğunun anahtarı olduğu gerçekleri akıl döneminden önce onun his ve duygu iklimine ulaşır.)
Konuşmaya başladığı zaman da ona en evvel, Allah ve Resulünün isimleri öğretilmelidir.
3- Çocuğa güzel mânası olan bir isim koymak. Böyle bir isim koymak, çocuğun anne ve babası üzerindeki haklarındandır. Allah Rasûlü (sa) şunları söylemiştir: "Kıyâmet gününde size kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle (Ey filân oğlu filân! şeklinde) çağrılır. Onun için çocuklarınıza güzel isimler koyun." (Ebu Dâvûd)
"İsim koyduğunuz zaman, 'abd' ile başlayan isimler koyun." (Taberanî, Beyhakî)
"Allah Teâlâ’nın en çok sevdiği isimle Abdullah ve Abdurrahmân'dır." (Müslim)
"Benim ismimle de isimlendirin." (Müttefekun aleyh)
4- Çocuğun ağız ve damağına hurma ezmesi gibi tatlı bir şeyi sürmek.
Allah Rasûlü (sa), bir hurmayı ağzında ezmiş ve onu Abdullah İbni Zübeyir'in ağzına sürmüştür.
(Allah Rasûlü (sa), kâinat içinde müstesna ve benzersiz bir insandır. Ona" kâinatın iftiharı ve efendisi" denilmesi bir iltifat ve gönül temennisi değil, bir hakikatin ifadesidir. Bu müstesna insanın ve yüce peygamberin müstesna ve kendisine mahsus özellikleri de vardır. Bunlar, Allah Teâlâ’nın sevdiği peygamberine özel ihsan ve ikramlarıdır. Bu özelliklerden bir tanesi de onun tükürüğünün en kuvvetli bir ilâç gibi şifa verici olmasıdır. Bu da bir iddiâ değil, bir çok vakıa ile ispatlanmış bir mucizedir. Hal bu olunca, bir takım kimselerin kendilerini onun yerine koyup onun özelliklerine kendilerinin de sahip olduklarını söylemeleri, meselâ tükürükleriyle tedavi etmeye veya bereket dağıtmaya kalkmaları tamamen saygısızlık, şarlatanlık ve sahtekârlıktır.)
5- Çocuk için kurban kesip ziyafet vermek.
Bu kurbana 'akîka' denir. Azı bir, çoğu iki tanedir.
Allah Rasûlü (sa) torunu Hasan için akîka kesmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Çocuklarınız için akîka kesin." (Buharî)
Hz. Aişe (ra)’a : "Akikanın kemiklerini kırmayın." demiştir. Bu, çocuğun hayatında kırılmaların olmaması için bir duâ durumundadır.
Boşanma Adabı
Şu bilinmelidir ki, zorunlu olunca boşanmak helâldir. Ancak o, Allah Teâlâ’nın buğzettiği bir helâl türüdür. Onu helâl kılan sebep ise, kadının itaatsizliğidir. İtaatsızlık bulunmadığı takdirde boşanmak günahtan hâli değildir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Kadınlar size itâat ederlerse, boşanma yoluna gitmeyin." (Nisa, 34) Erkeğin anne ve babasının boşanmayı istemeleri haklı sebeplere dayanmazsa, onlara itâat edilmez. Çünkü Allah Teâla'ya karşı mâsiyet ve itaatsızlık sayılan her hangi bir konuda her hangi bir kula itâat etmek câiz değildir.
Kadının kendisi boşanmak istediği takdirde, bu isteğini kocasına söyler. İman terbiyesi almış haysiyetli bir erkek, kendisinden ayrılmak isteyen bir kadını zorla yanında tutmaya tenezzül etmez. Buna rağmen, verdiği sıdak veya yaptığı evlilik masrafını ileri sürüp bu isteği geri çevirirse, kadın ona bir miktar mal ve para teklif edebilir. Bu durumda, kocanın kendisine vermiş olduğu sıdak veya onun yüzünden yaptığı masraftan fazla bir şey alması doğru değildir. Bunu yapmak, kişide diyânet ve haysiyetin iflâs noktasında olduğunu gösterir. Çünkü bu, açıkça namus ticaretidir. Ticaretlerin en kötüsü ve en kirlisi de namus ticaretidir. Ancak, farz olan nafakayı vermemek, adaleti gözetmemek ve kendisine sahip çıkmamak gibi sebepler bulunmadıkça kadının kocasından boşanmak istemesi de helâl değildir.
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Haklı bir sebep bulunmadıkça kocasından boşanmak isteyen bir kadın cennete girmez, onun kokusunu da almaz." (Sünen sahipleri)
Şu veya bu sebeple eşini boşarken, erkek şu edeplere riâyet etmelidir. Bu edepler, müslümanca boşanmanın özellikleridir.
1- Kızmamak, intikam almaya kalkışmamak, kadının kalbini ve haysiyetini kırmamak; sakin, yumuşak ve âlicenap davranmak; kadını sıkıntıya sokmayacak malî bir yardımda bulunmak, kırılan kalbini onaracak bir hediye takdim etmek.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Onlara malî yardım edin. Zengin olan bunu gücüne göre, fakir olan da gücüne göre yapsın. İyilikle yapılan bu yardım muhsinler (iyilik yapmayı huy ve şiar edinenler) üzerinde bir haktır." (Bakara, 236)
"Onları ya haklarına riâyet ederek nikâh altında tutun veya iyilik yaparak boşayın." (Bakara, 229) Sıdak (daha genel bir isimle, mehir) gerekmeyen durumlarda, boşanan kadına malî yardım yapmak vaciptir. Diğer durumlarda çoğu âlimlere göre sünnettir.
2- Cinsel ilişkiye geçmediği bir temizlik döneminde boşamak. Cinsel ilişkiye geçtiği temizlik döneminde veya kanama günlerinde boşamak sünnete aykırı ve haram olan bir boşama şeklidir. Çünkü bu son durumlarda kadının iddet'i, yani bekleme süresi uzar. Bu da ona bir eziyettir. Allah Teâlâ’nın yaratıklarına, özellikle insanlara, özellikle müslümanlara, özellikle zayıf olanlara ve özellikle bir süre birlikte olunmuş ve bazı şeyler paylaşılmış kimselere eziyet ise haramdır.
3- Bir talâkla boşamak. Bir talâkla boşamak, kadının boşanması açısından üç talâkla boşamanın aynısıdır. Ancak, bir talâkla boşama hâlinde, pişman olup eşini geri alma imkânı vardır. Bu çok önemli bir imkândır. Onu göz ardı edip üç talâk lafzıyla eşlerini boşayanlar, genelde çok pişman olurlar.
Sayı belirtmeden yalnızca boşamak lâfzını kullanmak da (Seni boşadım! Benden boş ol! gibi sözler de) bir talâkla boşamak sayılır.
4- Boşadığı kadını kötülememek ve onun gizli hâllerini ifşa etmemek. Bu edebe riâyet etmek, evliliğin devam ettiği dönemde de gereklidir.
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Emânete hıyanetin en büyüğü, kocanın kendi eşinin gizli hâllerini başkalarına söylemesidir." (Müslim)
Sâlihlerden bir zat eşini boşamak istiyordu. Bunu niçin istediğini sordular. "Aklı olan bir erkek, eşinin hâlini başkasına açıklamaz." dedi. Kadını boşadıktan sonra, bunu niçin yaptığını tekrar sordular. Kendisi bu sefer şu cevabı verdi: "O şimdi benim için bir yabancıdır. Bir yabancının hâlini anlatmak da doğru değildir."
Erkeğin Kadın Üzerindeki Hakları
Erkeğin de kadın üzerinde hakları vardır. Bu hakların tek kelime ile ifâdesi, kadının, Allah Teâlâ'ya karşı mâsiyet teşkil etmeyen ve gücünü aşmayan konularda kocasına itâat etmesidir. Bu itâat farzdır. Allah Teâlâ, sâliha kadınları şöyle tarif etmiştir:
"Sâliha kadınlar, (Allah'a ve kocalarına) itâat edici ve Allah’ın muhafaza edilmesini istediği namuslarını koruyucudurlar." (Nisa, 34)
Allah Teâlâ tarafından farz kılınan her iş gibi, kocaya itaatin da sevabı vardır. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:
"Kadın farz namazlarını kıldığı, farz orucunu tuttuğu ve eşine itâat ettiği takdirde cennete gider." (İbnu Hibban)
"Bir kadın öldüğü zaman, kocası kendisinden razı ise, cennete gider." (Tirmizî, İbnu Mâce)
Allah Rasûlü (sa), Mirâc gecesinde gördüklerini anlatırken, "Cehenneme de baktım ve oradakilerin çoğunun kadın olduğunu gördüm." demiş, dinleyicilerin bunun sebebini sormaları üzerine de şöyle demiştir:
"Çünkü onlar, çok beddua ederler ve kocalarına karşı nankörlük ve itaatsızlık ederler." (Müttefekun aleyh)
Kadının eşine itâat etmesi Allah Teâlâ’nın emri ve farz olduğu için, eşinin rızası bulunmadıkça onun sünnet orucu tutması, sünnet olan hac ve umreye gitmesi uygun görülmemiştir. Farz ibadetleri yapmak konusunda ise, her hangi bir kimsenin rızası gerekli değildir. Hiç kimse istemese de bunlar yine ifâ edilirler. Ancak, hac olayında uzun bir yolculuk söz konusu olduğu için, Şafiî mezhebine göre kadının en az birkaç kadınla birlikte olması, Hanefî mezhebine göre ise, bir mahreminin refakatinde bulunması şarttır.
Kocanın kadın üzerindeki en önemli hakları; Allah Teâlâ’nın da emri olan namusunu korumak, tesettüre riâyet etmek, kocanın gücünü aşan şeyler istememek, onun malını ihtiyaç dışındaki işlerde harcamamaktır. Kocasının kazancı haram ise, muttaki bir kadın, mümkün mertebe ondan beslenmemeye çalışmalı veya zaruret miktarıyla yetinmelidir.
Kadının kocasını küçümsememesi, fakirliğini yüzüne vurmaması, sıkıntı ve musibetlerini paylaşması, ev içi hizmetleri görmesi, çocuklarını güzel bir terbiye ile büyütmesi de onu güzelleştiren edeplerdendir. Edep gönül den gelen ve arzu ile yapılan doğru işler, olgun hâl ve hareketlerdir.
(Arap menkıbelerinin üstadı) Esmai şunu söylemiştir: "Çölde gezerken bir çadırda bir aile gördüm. Kadın olabildiğine güzel, erkek ise son derecede çirkindi. Kadına, "Bu adamın karısı olmaya nasıl rıza gösterirsin?" diye sordum. Kadın, şu cevabı verdi:
"Muhtemeldir ki, kendisi Hâlik'ına karşı bir iyilik yapmış da, O beni kendisine sevap olarak vermiştir; ya da ben Hâlik'ıma karşı bir kötülük yapmışım da, O kendisini bana ceza olarak vermiştir. Böylece bu, Allah Teâlâ’nın takdiri olduğuna göre ben nasıl rıza göstermeyeyim?"
Boşanan veya kocası ölen kadının, iddeti dolmadan yeni bir evlilik yapmaya kalkışması haramdır. Bu süre içinde yapılan nikâh akdi de geçersizdir.
İddet süresi boşanma olayında üç "kur"‘ (üç temizlik veya üç kanama geçirmek), ölüm olayında ise dört ay on gündür.
Fakat iki olayda da kadın hâmile ise, iddeti doğum yapıncaya kadar beklemektir.
Kocasının ölmesi hâlinde kadının bu müddet içinde "ihdâd" yapması da vaciptir.
İhdâd, zaruret hâlleri dışında evden çıkmamak, şık elbise giymemek, makyaj yapmamak ve koku sürmemektir. Siyah renkli elbiseler giymek ise gerekli değildir.
Bu bahsi de bir ayet-i kerime ve iki hadis-i şerifin meali ile bitirelim. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Allah'tan korkuyor ve kötülükten sakınmak istiyorsanız, yabancı erkeklerle konuşurken, onların hislerini tahrik edecek şekilde yumuşak konuşmayın; sert ve kırıcı da olmayın; zarurî hâller dışında evlerinizde oturun; cahiliyet dönemindeki kadınlar gibi çıkıp dolaşmayın ve açılıp saçılmayın; namaz kılın, temiz olun (veya, zekât verin); Allah'a ve Rasûlü’ne itâat edin." (Ahzâb, 32, 33)
Allah Rasûlü (sa) da şunları söylemiştir: "Kadının Allah Teâlâ’nın rızasına en yakın olduğu zaman, evinde olduğu zamandır." (İbnu Hibban)
"Kadın avrettir. Evden çıktığı andan itibaren etrafını şeytanlar kuşatır." (Tirmizî)