Dünyanın Üç Yüzü.
Dünya İçin Söylenenler.
Dünyanın Misâlleri
Dünya Nedir?
DÜNYANIN KÖTÜLÜĞÜ
Allah Teâlâ, kendi dostlarına dünyanın gâile ve âfetlerini bildirmiş, onun ayıp ve kusurlarını göstermiştir. Çünkü bunlar, onun başına ve sonuna, dışına ve içine bir anda bakmışlar, onun iyi ve kötü yönlerini birlikte tartmışlar ve bu suretle görmüşlerdir ki, onun çirkinliği güzelliğinden, kötülüğü iyiliğinden, belâsı nimetinden, kederi sevincinden, yorgunluğu rahatlığından fazladır; ondan beklenen ve görülen iyi şeyler ondan korkulan ve çekilen kötü şeylerden azdır; onun doğuşu içinde batışı vardır; o, insanları yalancı parıltılarla kendine davet eder ve ele geçirince onları helâk eder; bir saat iyilik etse bir sene kötülük eder, bir üzüm yedirse on tokat vurur ve ömrün sonuna doğru kötülük etmeyi kural hâline getirir.
Onun ikbâli fırıldak gibi çabuk yön değiştirir; ondan elde edilen kazançlar kayıp ve zarar hâline gelir; âfetlerinin ardı arkası kesilmez, kendisine aldananlara ihaneti son bulmaz. Ona talip olanların akıbeti zelil olmaktır, ona dayananların düştüğü yer hasret ve nedamet çukurudur. O, kendisine talip olanlardan kaçar ve onları bir bataklığa çeker. Ona vefa gösterenlere mükâfatı vefasızlıktır, onu sevenlere karşılığı kötülüktür. Onun nimetleri belâ ile karışıktır; onun sevinci keder ile bulaşıktır. Sağlığını hastalık takip eder, gençliğini ihtiyarlık kovalar, hayatını ölüm bitirir. O bir bahçedir ki, tatlı görünen meyveleri acı ve zehirlidir, renklerle donanmış gülleri dikenli ve yırtıcıdır.
O dost suretinde bir düşmandır ki, eline geçirdiği kimseleri belâ değirmenlerinde öğütür, onlardan intikamını en korkunç şekilde alır. O bir yalancı rüyadır ki, bir anda yok oluverir; o bir hayaldir ki, bir lâhzada dağılıp gider. O bir yalancıdır ki, va'dettiğinin tersini yapar; güldüreceğini söyler, fakat ağlatır; mutlu edeceğini söyler, fakat acı çektirir; hil’at va'deder, fakat kefen giydirir; hayat va'deder, fakat öldürür. O hiçbir şeye sahip değilken her şeye sahip gibi görünür; hiçbir gücü yokken sonsuz kudret vehmini verir, süresi çok az iken çok uzun olduğunu söyler; mahluk iken halik olma iddiasına kalkar ve İblisin yalan propagandası ve yaman hileleriyle pek çok insanı iki âlemin bedbahtlığına mahkûm eder.
Dünyanın Üç Yüzü
Ancak dünyanın üç yönü ve yüzü vardır. Bunlardan birincisi Allah Teâlâ'ya bakar; ikincisi ahirete bakar; üçüncüsü ise nefis ve hevese bakar.
Dünyanın Allah Teâlâ'ya bakan yüzü, O'nun mahluku olması ve O'nun isim ve sıfatlarını göstermesidir. Çünkü Allah Teâlâ bu dünyayı sonsuz bir kudret, sonsuz bir rahmet, sonsuz bir ilim ve hikmetle yaratmıştır. Bu dünyadaki en küçük parçalardan en büyük kütlelere kadar her varlık, Allah Teâlâ’nın her yönden büyüklük, mükemmellik ve sonsuzluğunu gösterir. Dünya bu yüzü ile bir tefekkür yeridir. Bir saatlik tefekkür ise bir sene ibadete bedeldir.
Dünyanın ahirete bakan yüzü, onun ahiret için bir hazırlık yeri olması, ahirette sevap kazandıran amellerin burada yapılması ve her şeyi ahiret hesabına kullanma imkânının mevcut bulunmasıdır.
Dünyanın üçüncü yüzü ise, kâfir ve gâfillerin yaşadığı hayat tarzı, onların inançları, beklentileri, aldanışları, âdetleri, değerleri, keyf ve zevkleridir. Kötülenen dünya bu üçüncü dünyadır. Allah Teâlâ, bu dünyayı Kur’ân-ı Kerim'de zemmetmiş, değersiz olduğunu söylemiş, vebal ve belâlarını çok açık ve ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır. Bunu anlatmak için daha önce de peygamberler göndermiş ve kitaplar indirmiştir.
Peygamberler de dünyanın üçüncü yüzünü kötülemiş, onun ilk iki yüzünü öne çıkarmış ve dünyayı ahiret hesabına çevirmeye davet etmişlerdir. Ancak dünya denilince ilk olarak onun üçüncü yüzü akla gelir, dünya ismi de genellikle bu anlamda kullanılır.
Dünya İçin Söylenenler
Allah Rasûlü’nün dünyayı kötüleyen ve küçümseyen sözlerinden bazıları şöyledir:
* "Allah'a yemin ederim, dünyanın O'nun yanındaki değeri, çöplüğe atılmış ölü bir keçi yavrusunun sahibi yanındaki değerinden daha azdır. Ve eğer O'nun yanındaki değeri bir sinek kanadından daha fazla olsaydı, burada kâfirlere bir yudum su bile içirmezdi." (Müslim, Tirmizî, Hâkim, İbnu Mâce)
(Nitekim, ahirette bunu onlara içirmez. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Cehennem ehli cennet ehline seslenerek, "Üzerimize biraz su salın veya Allah’ın size verdiği rızktan bir şey atın." derler. Cennet ehli, "Allah bunları kendisini tanımayanlara haram etmiştir." diye karşılık verirler.") (Araf, 50)
* "Allah için olanın dışında dünyadaki her şey lanetlenmiştir." (Tirmizî, İbnu Mâce)
* "Dünya sevgisi bütün kötülüklerin başı ve kaynağıdır."
* "Dünyayı seven ahireti sevmez, ahireti seven de dünyayı sevmez. Siz bâkî olan ahireti fâni olan dünyaya tercih edin." (Ahmed, Bezzâr, Taberânî, Hâkim)
* "Ahirete iman etmiş bir kimsenin dünyanın arkasında koşması, ibret alınacak bir yanlışlıktır." (İbnu Ebid-Dünya)
* "Nefis sizden dünyanın tatlısı ve renklisini ister; Allah ise sizden amel ister." (Tirmizî, İbnu Mâce)
* "İnsan, "Malım! Malım!" der. Halbuki, onun malı ahiret için sarf ettiği şeyden ibarettir." (Müslim)
* "Dünya ahirette evi olmayanın evi ve orada malı bulunmayanın malıdır. Dünya malını aklı olmayan toplar."
* "Dünya için kavgayı ilmi olmayan yapar, dünya için kıskanmayı himmeti olmayan duyar." (Ahmed)
* "Sabahladığı zaman en büyük maksadı dünya olan bir kimsenin Allah Teâlâ yanında bir değeri yoktur. Ve bu kimseye ceza olarak dört şey musallat edilir. Bu şeyler bitmeyen endişe, sonu gelmeyen meşguliyet, artan ihtiyaç ve doymazlıktır." (Taberanî, İbnu Ebid-Dünya)
* "Kıyâmet gününde dünya, "Ya Rabbi! Beni bütün olarak bir dostuna ver." diye duâ eder. Allah Teâlâ ona şu cevabı verir: "Sen bir hiçsin. Onun için, dünyada da seni dostlarıma lâyık görmedim. Burada da lâyık görmem."
* "Bazı kimseler, mahşer yerine dağ gibi amellerle geleceklerdir. Fakat buna rağmen cehenneme gönderileceklerdir. Çünkü bunlara dünyadan bir şey göründüğü zaman (helâl veya haram olduğuna bakmadan) üstüne çullanırlardı." (Ebu Nuaym, ed-Deylemî)
* "Dünya sizin için, siz ahiret için yaratılmışsınız. O sebeple, dünyanızdan âhiretiniz için hazırlık yapın. Bilin ki, dünyadan sonra bu hazırlığı yapmak mümkün değildir. Çünkü ondan sonra yeriniz ya cennet veya cehennemdir." (Beyhakî)
* "Dünya ve ahiret hakkında benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler, çok ağlardınız ve dünyayı küçük görür, ahireti büyütürdünüz." (Taberanî)
* "Dünyada her kemâlin zevali bulunması Allah Teâlâ’nın koyduğu değişmez kanunlardandır." (Buharî)
* Allah Rasûlü (as), çöplükteki çürümüş kemikleri ve kumaşları göstererek, "İşte dünya budur." demiştir. Yani, dünyanın süslü şeyleri böyle çirkinleşecek ve beslenen vücutlardan böyle derisi bile yüzülmüş kemikler kalacaktır.
* Hz. Ebu Bekir (ra) şöyle demiştir: "Bir gün Allah Rasûlü (as), elleriyle göremediğim bir şeyi itiyordu. Ben, "Ya Rasûlullah! Neyi itiyorsun?" diye sordum. Kendisi şöyle buyurdu: "Dünya bana yaklaştı; onu kendimden uzaklaştırdım." buyurdu."
İsâ (as) şunları söylemiştir:
* "Dünyayı Rab hâline getirmeyin. Bunu yaparsanız, o da sizi kendine kul yapar."
* "Ey havariler! Ben sizi dünyadan uzaklaştırdım. Benden sonra ona tekrar bulaşmayın."
* "Dünyada Allah Teâlâ'ya karşı günah işlenmesi onun değerini düşürmüş, dünyanın ahiret yolunu tıkaması onu zararlı hâle getirmiştir."
* "Allah bu dünyanın yüzüne hiç bakmamıştır."
* "Su ve ateş bir kapta toplanamadığı gibi, dünya ve ahiret sevgisi de bir kalpte toplanmaz."
* "Dünyaya karşı annelerini seven, onun gelişiyle sevinen, onun gidişiyle ağlayan çocuklar gibi olmayın. Âhiretlerinin selâmeti için gerekirse dünyayı bırakmasını bilin. Bunun için arpa ekmeğiyle tuz yemekten, eski ve yırtık elbiseler giymek ve toprak üstünde yatmaktan çekinmeyin."
* "Deniz dalgaları üzerinde bina yapmaya çalışan bir kimse akıllı sayılabilir mi? Dünya da dalgalı bir denizdir. Onun üzerinde ne yapabilirsiniz?"
* "Dünyaya buğz edin ki, Allah sizi sevsin. Çünkü O dünyaya buğz eder."
* "Ey havariler! Dininizin selâmeti için dünyanın azına razı olun. Nasıl ki, dünya ehli de dünyalarının selâmeti için dinin azına razı olurlar."
Bin seneden fazla yaşayan Nuh (as)'a vefat hastalığında, "Dünyayı nasıl buldun?" diye sormuşlar. Kendisi şu cevabı vermiştir: "Dünyayı iki kapılı bir han gibi gördüm. Bir kapıdan girdim, diğerinden çıktım."
* Hz. Süleyman (as) insanlar, cinler ve canavarlardan oluşan görkemli ordusuyla bir yoldan geçerken, bir kulübede ibadet eden bir abid onu karşılar ve kendisine, "Ey peygamber! Allah Teâlâ sana büyük bir saltanat vermiştir." demiş. Hz. Süleyman (as) onun bu sözüne karşı şöyle demiştir: "Allah'a yemin ederim, bir tek tesbih (Subhânallah! sözü), bütün bu saltanattan daha hayırlıdır. Çünkü o tesbih bâki, bu saltanat ise fânidir."
* Adem (as) dünyaya indirildiği zaman ona şöyle vahyedilmiştir: "Harap olmak için bina yap, ölmek için doğur."
Ey hiçlik derelerinde yuvarlanan dünya! Allah Teâlâ kendi dostlarının kalplerine senin buğzunu koymuştur. Artık onlar senin bütün cilve ve cazibene rağmen sana soğuk bakarlar, sendeki her şeyi küçük görür ve yokluğa yönelmiş bulurlar. Onlar senin kimseye kalmadığını ve kimsenin de sana kalmadığını bilirler. Ne mutlu bu bahtiyarlara ki, Allah Teâlâ onların kalplerinde senin sevgini değil, kendi rızasını görür, işlerinde de hırs ve eğrilik değil, kanâat ve istikamet bulur. Kıyâmet gününde "bunların nurları önlerinde ve sağ yanlarında yayılır ve kendilerine, 'Bugün müjdeniz, altında ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacağınız cennetlerdir.’ denir." (Hadid, 12)
* Hz. Ali (ra) şöyle demiştir: "Ne mutlu o kimseye ki, Rabbini tanır ve O'na itâat eder, şeytanı tanır ve ona isyan eder, hakkı tanır ve ona ittiba eder (uyar), bâtılı tanır ve ondan ictinab eder (sakınır), ahireti tanır ve ona hazırlık yapar."
* Ebud-Derdâ (ra) şöyle demiştir: "Dünyanın değersizliğindendir ki, Allah Teâlâ'ya karşı günah işlemek yalnızca onda olur ve Allah Teâlâ yanındaki sevap ancak onun terk edilmesiyle kazanılır."
* Hasan el-Basrî (ra) şunları söylemiştir: "Allah Teâlâ o kimselere merhamet etsin ki, dünyayı kendilerinde emanet bilirler ve ölürken onu aldıkları gibi sahibine (Allah Teâlâ'ya) teslim ederler.", "Dinini senden almak isteyen olursa, onu vermemek için mücâdele et; fakat dünyanı isteyen olursa onu kendisine ver."
* Lokman şöyle demiştir: "Dünya derin bir denizdir ve pek çok insan onda boğulmuştur. Sen de boğulmak istemiyorsan, Allah Teâlâ'ya iman, O'na tevekkül ve O'na karşı takva gemisine bin."
* Fudayl (ra) şunları söylemiştir: "Allah Teâlâ, dünyanın yaratılış hikmetini ve akıbetini şu âyetlerde net bir şekilde açıklamıştır: "Biz kimlerin daha güzel amel ettiğini denemek için toprağı onun üzerindeki şeylerle süsleriz. Ve (deneme faslı bitince) onun üzerindeki her şeyi tekrar toprak hâline getiririz." (Kehf, 7, , "Dünya altından, ahiret topraktan olsaydı, bâkî olan toprağı tercih etmek gerekirdi. Halbuki ahiret altından, dünya topraktan iken, biz fâni olan toprağı tercih etmişiz."
* Şöyle denilmiştir: "Dünyaya karşı uyanık olun. O, Hârut ve Mârut’tan daha sihirbazdır. Allah Teâlâ’nın basiretiniz üzerindeki körlük perdesini kaldırmasını istiyorsanız, dünyaya az rağbet edin ve onun hakkında olmayacak beklentilere girmeyin.", "Dünya çöplükteki bir leştir. Ona talip olan bir kimse köpeklerle hırlaşmak zorunda kalır."
* Bir hakîm şunları söylemiştir: "Bu dünya senden önce başkalarına meskendi, senden sonra da başkalarına mesken olacaktır. O kimse için kalıcı bir mesken olmadığına göre kendine kalıcı olan meskeni ara.", "Dünyayı insanlara sevdiren hevestir. Hevesin kazancı ise cehennem azabıdır.", "Dünya vücutları çürütür ve ümitleri boşa çıkarır."
* Mutrif şöyle demiştir: "Sultanların debdebe ve ihtişamına bakma. Onların ne kadar çabuk gittiklerine ve başlarına nelerin geldiğine bak."
* Rabia’nın yanında dünyadan bahsedildi ve onun kötülükleri anlatıldı. Rabia (ra) şöyle dedi: "Siz gerçekten dünyanın kötü olduğuna inanıyorsanız, ondan bahsetmeyin. Çünkü bir şeyden bahsetmek ona ilgi duymaktan ileri gelir."
* İblis, şeytanlara şunu söylemiştir: "Dünyayı seven insanlar putlara tapmasalar da kederlenmeyin. Onları üç şeye alıştırın, bunlar helâk olmaları için yeterlidir. Bu üç şey malı hak etmedikleri yerden almak, hak olmayan yerde harcamak ve onun hakkını ödememektir."
* Hasan şöyle demiştir: "Sizden önceki milletler dünyayı sevince putlara da tapınmışlardır." Bu o demektir ki, putlara tapmak dünyayı sevmenin sonu ve sonucudur.
* Hz. Ali (ra) şunları söylemiştir: "Dünya öyle istikrarsız bir yerdir ki, sağlam olan birden hastalanır, emniyet içinde olan birden korkuya mübtelâ olur, sevinçli olan birden kederlenir, zengin olan bir anda fakirleşir.", "Dünyanın başka hiçbir kusuru olmasa bile, haramının azap, helâlinin hesap olması ona yeterli kusurdur."
* Mâlik İbni Dinar şöyle demiştir: "Dünyayı önemsediğin ölçüde ahireti, ahireti önemsediğin ölçüde de dünyayı kalbinden çıkarırsın."
* Hasan şöyle demiştir: "Yemin ederim, öyle bir kavme yetiştim ki, (ashâbı kasdetmiştir) dünya onların nazarında, üzerinde yürüdükleri topraktan daha değersizdi. Onlar, dünya malının kimde olduğunu veya kime geçtiğini hiç umursamazlardı."
* Sufyân şöyle demiştir: "Ahireti kalbinde, dünyayı elinde tut."
* Vehb İbni Münebbih şöyle demiştir: "Dünya ahiret sermayesidir. Akıllı olanlar, bu sermaye ile ahiret ticareti yaparlar. Akılsızlar ise onu yiyip bitirirler. Ölünce yaptıkları büyük hatanın farkına varırlar ve dönüp onu telâfi etmek için yalvarırlar. Fakat artık dönüş yoktur."
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Nihayet onlardan birine ölüm gelip çatınca, şöyle der: 'Rabbim! Beni geri çevirin. Ta ki, boşa geçirdiğim dünyada iyi iş ve sâlih amel işleyeyim. 'Hayır! Onun bu yalvarışına aldırılmaz ve kendisi bir daha dünyaya geri çevrilmez." (Mu’minûn, 99, 100)
* Said İbni Mes’ûd şöyle demiştir: "Bir kimsenin dünyalığı artar ve dindarlığı azalırken kendisi bundan endişe duymazsa, o kimse şeytanın tuzağına düşmüş demektir."
* Hasan şunları söylemiştir: "Miskin insan! Malını az görür, fakat amelini az görmez. Dünyasına gelen musibete üzülür, fakat dinine gelen musibete aldırmaz." Bilin ki 'Dünya hayatı sizi aldatmasın!’ (Lokman, 33; Fâtır, 5) sözünü, dünyayı yaratan söylemiştir. Dünyayı yaratan elbette ki onu sizden daha iyi bilir.", "Ölümün hak olduğuna inandığı hâlde hayata sevinen, ateşin hak olduğuna iman ettiği hâlde günaha gülen, dünyanın elek gibi altını üstüne getirdiğini bildiği hâlde kendisini emniyette gören bir kimse akıllı sayılmaz."
* Dâvûd et-Tâî şöyle demiştir: "Ey insan! muradıma erdim.’ diyorsun. Halbuki murada ermek, ancak cennete girmekle olur. Sen ise cennete götüren ameli hep erteliyorsun. Faydası başkasınaymış gibi onu ağır buluyorsun."
* Bişr el-Hafî şöyle demiştir: "Dünyayı isteyen, mahşerde hesap vermek için çok beklemeyi istemiş olur."
(Hafi kelimesinin birinci harfi olan h'dan sonraki a harfi uzatmalıdır. Bu kelime, yalın ve çıplak ayaklı demektir. Bu zat, ayakkabı giymezmiş. Bazı kimseler, bu kelimedeki a harfini uzatmasız okurlar. O zaman kelimenin mânası" gizli" demek olur. Bu okunuş yanlıştır.)
* Ebu Hazim şöyle demiştir: "Dünyaya ait sevindirici ne varsa, Allah Teâlâ onun içine keder verici bir şey katmıştır. Bu sebeple, zahirine bakanlar ona koşarken, içini bilenler ondan kaçarlar."
* Hasan şöyle demiştir: "İnsan üç hasretle dünyadan ayrılır. Bunlar, dünyada umduğunu bulamamak, bulduğuna doymamak ve ahirete hazırlıksız gitmektir."
* Ebu Süleyman şöyle demiştir: "Cennet nimetlerini düşünmeyenler, dünyanın şehvetlerine karşı kendilerini tutamazlar."
* Ebu Hazim şöyle demiştir: "Dünyadan az bir şey, ahiretten çok şeyi insana kaybettirir."
* Muhammed İbni Munkedir şöyle demiştir: "Kıyâmet gününde bazı kimseler, "Bunlar, Allah Teâlâ’nın küçülttüğü dünyayı büyütmüş, onun büyüttüğü ahireti küçümsemiş kimselerdir." diye teşhir edilirler.
* Vehb İbni Münebbih şunları söylemiştir: "Dünyayı değerli bulmak ilim ve bedahete (açık olan gerçeğe) muhalefet etmektir. Bir kimse dünyayı alçaltıp ayaklarının altına alırsa, şeytan o kimsenin gölgesinden bile kaçar."
Ömer (ra) böyle yaptığı için Allah Rasûlü (as), "Şeytan Ömer’i görünce yolunu değiştirir." buyurmuştur.", "Bilgili, ilmi hevesine galip gelen kimsedir."
* İmam Şafiî (ra) şöyle demiştir: "Amelini çoğalt, fakat emelini çoğaltma. Çünkü amelin çokluğu sana cenneti kazandırır, emelin çokluğu ise hüsranını arttırır."
* İbrahim İbni Edhem bir adama, "Rüyada sahip olduğunu gördüğün bir altını mı, yoksa uyanıkken ve gerçekten sahip olduğun bir altını mı seversin?" diye sordu. Adam, "Elbette ki, uyanıkken ve gerçekten sahip olduğum bir altını severim" dedi. İbrahim, "Fakat bunun tersini yapıyorsun. Çünkü uyanıklık hâli olan ahireti değil, rüya hâli olan dünyayı seviyorsun." dedi. Allah Rasûlü (as), "İnsanlar uykudadırlar. ölünce uyanırlar." buyurmuştur.
* Yahya İbni Muâz şöyle demiştir: "Dünya seni terk etmeden önce sen onu terk et. Çünkü o seni terk ettiği zaman, bunun sana bir yararı olmaz. Fakat sen onu terk edersen bundan çok yararlanırsın."
* Bendar şöyle demiştir: "Dünya endişesi insanı yakıp kül hâline getirir; ahiret endişesi insanı yakıp altın hâline getirir; kulluk endişesi (Allah Teâlâ'ya lâyık bir kul olmama korkusu) ise insanı yakıp pırlanta hâline getirir."
* Abdullah İbni Mes’ûd (ra) şöyle demiştir: "Bu dünyaya gelen herkes misafirdir. Elindeki şey de emanettir. Misafir bir gün gider, emanet de sahibine iâde edilir." Bir şâir de bu anlamda şöyle demiştir: "Mal ve ehl-u iyâl emanetlerdir. Bir gün bu emanetlerin iadesi lâzımdır."
* Lokman şöyle demiştir: "Dünyanı ahiretine satarsan ikisini de kazanırsın; ahiretini dünyaya satarsan ikisi de kaybedersin."
* Şöyle denilmiştir: "Henüz vakit varken amel edin, Allah'tan korkun, boş beklentilerle oyalanmayın, dünyaya güvenmeyin. O aldatıcı ve gadredicidir. Aldatmak için süslü görünür, fakat siz onun iç yüzüne bakın ve kendi akıbetinizi görün. Bir gün herkes gibi siz de hastalanırsınız, doktor ümit kalmadığını söyler, artık yataktan kalkamazsınız, diliniz ağırlaşır, konuşamazsınız, aklınız karışır, eş ve evlâdı tanıyamazsınız. Bu hâlde iken, ruhunuz bedeninizden alınır ve hak ettiğiniz yere, cennete veya cehenneme götürülürsünüz."
-"Dünyada her an insanın başına bir âfet gelebilir. Malı gidebilir, topluluğu (ailesi, cemaati) dağılabilir, ikbâli idbâre çevrilebilir. Kendisi ölüp kabre indirilebilir."
(İkbâl yüz vermek, idbâr yüz çevirmektir. İkbal bulmak, idbar kaybetmek anlamına da gelir.)
-"Dünya verdiğini bir gün geri alır, iyiliğini kötülülüğe çevirir, insana gülerken birden darılır, onu güldürürken bir anda ağlatır, bugün başına taç giydirirken, yarın boynuna ip geçirir. O kimseye acımaz, kimseyi kayırıp korumaz. Birisini bırakıp birisini tutar, bugün beslediğini yarın yutar."
* Hasan el-Basrî şunları söylemiştir: "Dünya yerleşme yeri değil, göç yeridir. Mükâfat yeri değil, sürgün yeridir. Çünkü Adem (as) burada sürgün cezasıyla gelmiştir. Bunu bilin ve asıl vatana dönüş hazırlığı içinde olun.", "Dünya bir süre azîz ettiği kimseyi sonra zelil eder, zengin ettiğini fakir eder, yukarı çıkardığını aşağı indirir.", "Dünya zehirdir. O da her zehir gibi, ancak yaraya lâzım olan miktarda kullanılabilir, bundan fazlası öldürücüdür.", "Dünyadan kısa bir müddet için (buradaki yaşamınızda) perhiz edin, korktuğunuz çok şeyden kurtulursunuz. Ona karşı az bir müddet (buradaki yaşamınızda) sabırlı olun, sevdiğiniz çok şeye kavuşursunuz. Geçip gidenlerden ibret alın. Onlar bir vakit sizin yerinizdeydiler, siz de kendinizi onların yerine koyun. Onlar akıbetlerinden gaflet ettiler, siz bu gafleti tekrarlamayın.", "Dünyadan sahip olunan şeyle gururlanmak aldanıştır, ondan bir şey elde etmek için arkasında hırsla koşmak da yanlıştır. Çünkü ne sahip olunan şey elde tutulabilir, ne de takdirde olmayan şeye ulaşılabilir.", "Dünyanın nimeti musibetle karışıktır, onun varlığı yoklukla bitişiktir. Giden bir daha geri gelmez, elde olanın da akıbeti (ne olacağı) bilinmez. Dünyanın ümitleri yalancı, beklentileri oyalayıcıdır."
Dünyanın kendi hâli, insanın uyanmasına ve gerçeği görmesine yeterli iken, ilâve olarak Allah Teâlâ'da onun kötülüklerini, zararlarını ve değmezliğini kitaplarla ve peygamberlerle bildirmiştir. Dünyanın bu kötü özelliklerinden dolayı Allah Teâlâ sâlih kullarını koruyup ondan uzak tutmuş, kötü insanları ise fedâ edip onun içine atmıştır.
İsâ (as) şunları söylemiştir: "Akşamladığım zaman bir şeye sahip değilim, sabahladığım zaman da elimde bir şey yoktur, fakat buna rağmen en zengin insan benim.", "Allah Teâlâ’nın dostları tevazu, korku ve takva ile O'nun rahmetini ararken, dünyanın dostları kibir, ümit ve günahlarla O'nun gazabına talip olurlar."
Hz. Ali (ra) şunları söylemiştir: "Bilin ki, öleceksiniz, sonra dirilip amellerinize göre muamele göreceksiniz. Bu değersiz dünya sizi aldatıp oyalamasın. Bu dünya belâlarla çevrilidir, geçici olmakla kusurludur, vefasızlıkla şöhretlidir. O bir rüzgârdır, insanlar ve eşya da onun önünde inip kalkan, düşüp uçan yapraklardır. Onun sevinci bir kederle kesilir, varlığı birden yokluğa kalb olur.", "Dünya bir okçudur, insanları hedef almıştır. Durmadan fırlattığı okların kime ve nereye isabet ettiği onun umurunda değildir.", "Sizden önce bu dünyada daha güçlü, daha uzun ömürlü ve daha hırslı insanlar yaşadılar. Şimdi onlar nerdeler? Hepsinin üstüne toprak dökülmüş, başlarına taş dikilmiştir. Cesetleri haşarata yem olmuş, ruhları da ya cennete gitmiş ya da cesetleri gibi azaplara duçar olmuştur. Siz de yakında onların akıbetine uğrayacaksınız. Onlar gibi sizin de meskenleriniz, mal ve mülkleriniz başkalarına kalacak, isim ve şöhretleriniz unutulacak, hesaba çekilip amellerinizin ya hayrını, ya da şerrini göreceksiniz."
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Kitap açılır, mücrimler onun içindekinden korkarlar ve, "Vay hâlimize! Bu nasıl kitap böyle! Küçük büyük bütün yaptıklarımızı kaydetmiştir." derler. Bütün yaptıklarını hazır bulurlar. Rabbin kimseye zulmetmez." (Kehf, 49)
"Allah kötülük yapanları amelleriyle cezalandıracak, iyilik yapanları da iyilik ve cennetle mükâfatlandıracaktır." (Necm, 31)
Bir hakîm şunları söylemiştir: "Günler ok, insanlar hedeftir. Dünya her gün sana ok atmakta, seni bir yerinden vurmaya çalışmaktadır. Hâl bu iken sen dünyadan nasıl selâmet beklersin veya ondan bir iyilik umarsın? Eğer dünyanın bir okçu gibi sana pusu kurduğunu görebilseydin, onun ne yaman bir düşman olduğunu kolayca anlardın."
"Dünya, yaşadığın ve göz açıp kapadığın andır. Çünkü geçen zaman elinden çıkmıştır. Gelecek zamanın eline geçeceğini de bilmezsin. Ömrün bu kadar kısa iken, ümidin bu gerçekten habersiz oluşun (gafletin) nisbetinde uzundur."
Ömer İbni Abdulaziz şöyle demiştir: "Ey insanlar! Siz ahiret ve ebediyet için yaratılmışsınız. Eğer. buna inanıyorsanız, görünen hâliniz ahmakların hâlidir. Eğer inanmıyorsanız o zaman da kökten helâket içindesiniz. Öyleyse, aklınızı çalıştırın ve imanınızı kuvvetlendirin. Niçin yaratılmışsanız onun için çalışın. Dünya sizi aldatmasın, hayâller sizi oyalamasın, günahlar sizi yaralayıp ahirette devaviye muhtaç etmesin. Bilin ki, ahirette tedavi ilaçla değil, cehennem ateşiyledir."
Hz. Ali (ra) şunları söylemiştir: "Ey insanlar! Size Allah'a karşı muttaki olmayı tavsiye ediyorum. Size rağmen sizi terk edecek olan dünyayı siz önceden terk edin. Onun varlığına sevinmeyin. Çünkü bu varlığın sonu yokluktur. Onun yokluğuna da üzülmeyin. Çünkü bu yokluk içinde ebedî bir varlık gizlidir. Ölüm kendisini kovalarken dünyanın arkasında koşan kimseye şaşılır. Okların hedefi iken unutulduğunu zannedene hayret edilir."
"Yolunuz uzundur. Onu birkaç günlük dünya yolculuğundan ibaret saymayın ve her şeyi bununla sınırlandırmayın."
Muhammed İbni Hüseyin şöyle demiştir: "İlim ve marifet ehli bilirler ki, Allah Teâlâ dünyayı küçültmüştür. Bu sebeple, onlar da onu küçültürler ve ondan az şey ile yetinirler. Buna mukabil ahireti büyütürler ve onun için çok çalışırlar. Allah onlara ahireti seçmiş, onlar da bu seçimi kabul edip canlarına minnet bilmişlerdir."
Dünyanın Misâlleri
Bil ki, dünya sür'atle biter ve çabucak yok olur. O bu hâliyle gölgeye benzer. Gölge de sabit görünür; halbuki sür'atle hareket eder ve çabuk geçer.
Hasan el-Basrî şöyle demiştir: "Dünya rüya ve gölge gibidir. Akıllı insan bunlara aldanmaz."
Hz. Hasan (ra) şöyle demiştir: "Ey bekasız olan dünyanın talibi! Bil ki, dünya geçici bir gölgedir. Geçici bir gölgeye aldanmak ise ahmaklıktır."
Yûnus İbni Ubeyd şöyle demiştir: "Bu dünyada kendimi uykudaki bir adama benzetiyorum. Uykudaki bir adam, hoşlandığı ve hoşlanmadığı rüyalar görür ve bunları yaşarken uyanır. Uyanınca da, görmüş olduğu rüyalardan hiçbir şey kalmaz. Ben de, hepimiz de bu dünyada böyle rüyalar görüyoruz."
Bir hakîm şöyle demiştir: "Dünyanın en çok benzediği şey, uykudaki rüyalardır."
Dünya başlangıçta tebessüm edip yüz gösterir. Fakat giderek sertleşir ve yüzünü çevirir. O bu hâliyle de hain bir kadına benzer. Rivayet edildiğine göre, İsâ (as) keşifte dünyayı yaşlı ve fakat süslenmiş bir kadın şeklinde görmüş ve ona kaç erkekle evlendiğini sormuş. Dünya, "Sayılamayacak kadar erkekle evlendim." demiş. İsâ (as), "Onların hepsi öldüler mi?" diye sormuş. Dünya, "Ben hepsini öldürdüm." demiş. Bunun üzerine İsâ (as), "Kalan eşin giden eşlerinden ibret alıp seni tez boşamazsa, kendisine yazıklar olsun." demiştir.
Dünyanın dışı süslü, içi ise çirkindir. O bu hâliyle, son derece süslü bir elbise giymiş son derece çirkin bir kadına benzer. Onun dışına bakanlar beğenip ona talip olurlar. Onun içini bilenler ise iğrenip ondan kaçarlar. Fakat çoğu insanların akılları gözlerinde olduğu için, iç tarafı ve akıbetiyle çirkin olan dünyanın görünüşüne kanıp onu güzel bulur ve ona sahip olmak için bir biriyle yarışırlar.
Fudayl İbni İyad şöyle demiştir: "Dünya, kıyâmet gününde yüzü buruşmuş, dişleri fırlamış iğrenç bir koca karı şeklinde haşredilir ve bir melek insanlara, "Kim buna sahip olmak ister?" diye seslenir. İnsanların hepsi, "Buna sahip olmaktan Allah'a sığınırız." derler. O zaman da melek, "Bu çirkin koca karı, üzerinde boğuştuğunuz dünyadır. Ona sahip olmak için ahiret hazırlığını ihmâl ettiniz, akrabalık ve insanlık bağlarını kopardınız, hak ve hukuku çiğnediniz!" der. Ondan sonra da, dünya ve ona talip olmuş olanlar birlikte cehenneme atılırlar."
Dünya, yol üstünde duran gölgeli bir ağaç gibidir. Allah Rasûlü (as) şöyle buyurmuştur: "Dünyayı ne edeyim? Ben bir yolcuyum, dünya ise yol üstündeki bir ağaçtır. Yolcu, ağacın altında bir saat dinlenir ve kalkıp yoluna devam eder." (Tirmizî, İbnu Mâce, Ahmed, Hâkim) Yolu ölümden, kabirden, mahşerden, köprüden geçen ebediyet yolcusu insan, dünyayı yolunun üstünde bir saatlik gölgelik gibi görmeli ve onunla ilişkisini bu çerçeve ve sınır içinde tutmalıdır.
Dünya, ezel sahilinden ebed sahiline geçmek için zaman okyanusu üzerine kurulmuş bir köprüdür. Üstünden geçenler selâmet bulurlar. İçine atılanlar boğulurlar.
Hz. Ali (ra) bir sözünde dünyayı yılana benzetmiş ve şöyle demiştir:
"Çocuklar, yılanın cildini renkli ve yumuşak bulunca onunla oynamaya kalkarlar. Yılan da bu fırsattan faydalanıp onları zehirler ve öldürür. Siz büyümüşler, çocukların düştüğü hataya düşmeyin ve dünya ile oynamaya kalkmayın."
Allah Rasûlü (as) şöyle buyurmuştur: "Dünya iyiler için belâ, kötüler için ise fitnedir. İnsan, dünyayla sıkıca bağlı olduğunu zanneder. Halbuki aralarında ham bir iplik vardır ve o da koptu kopacak bir haldedir." (Beyhakî, Ebu Nuaym)
İsâ (as), dünyaya ilgi duymayı hastalığa benzetmiş, onun ibadet etmeye ve ibadet zevkini duymaya engel olduğunu söylemiştir: "Hasta bir kimse yemek istese bile, buna iştahı yoktur. İştahsız yediği zaman da yediğinden tat almaz. Bu misâl, dünyayı sevenin ibadete karşı durumudur."
Dünya alâkaları, kendisine talip olanın zihin ve kalbinde kanser hücreleri gibi çoğalıp onu sımsıkı kendisine bağlarlar. İsâ (as) şöyle demiştir:
"Dünyayı isteyen bir kimse, deniz suyu içen bir kimse gibidir. Deniz suyu içen ise içtikçe içer ve şişerek ölür."
Dünyanın zevkleri yemeğe benzerler. Yemek, iğrenilen pislik hâline geldiği gibi, haram zevkler de ahirette pislik hâline gelip sahiplerine eziyet verirler. Allah Rasûlü (as) şöyle buyurmuştur: "Dünyanın akıbeti, yediğiniz yemeğin akıbetine benzer." (Ahmed, Taberanî)
Bişr İbni Kâ'b, cemaatine, "Gelin size dünyayı göstereyim." der, onları çöplüğe götürüp oradaki iğrenç döküntüleri gösterir ve şöyle derdi: "Bunlar yediğiniz yemekler, piliçler, yağlar, meyveler ve ballardır."
Abdullah İbni Ömer (ra) şöyle demiştir:
"Biriniz bir pislik görünce kendi kendisine, 'Bunun için çalışmak, günah işlemek, hırs ve tamah göstermek, hak ve hukuk çiğnemek değer mi?’ diye sorsun."
Dünya ahirete kıyasla çok az bir şeydir. Allah Rasûlü (as) şöyle buyurmuştur:
"Ahiret yanında dünya, birinizin parmağını denize sokup çıkarması gibidir. Denizden parmağınıza ne yapışırsa, ahiret yanında dünya da o kadardır." (Müslim)
Dünya bir yönüyle de okyanus ortasındaki bir ada gibidir. İnsanları beşikten mezara taşıyan ömür ise gemidir. Bu gemi ile dünya adasına gelenler, ihtiyaç molası için inerler. Onlardan bir grup, ihtiyaçlarını giderdikten sonra hemen döner ve en iyi yerlerde otururlar.
Bir grup, adadaki çiçek, kuş ve taş manzaralarına bakıp biraz geç dönerler ve öncekilere göre kötü sayılan yerlere otururlar.
Bir grup, bakmakla yetinmez, beğendikleri şeyleri de sırtlayıp getirirler. Gemide bu şeylere yer olmadığı için, onları sırtlarında taşımak ve çok sıkıntılı bir yolculuk yapmak zorunda kalırlar. İndikleri yerde de bu yüklerin yeşillik kısmının bozulduğunu, taş kısmının ise bir işe yaramadığını görürler.
Bir grup ise, ihtiyaç molası için adaya indiklerini unutup adaya yayılırlar. Bunlar, akılları başlarına gelip döndüklerinde geminin gittiğini görürler ve orada kalıp kimisi açlık ve susuzluktan, kimisi korku ve yalnızlıktan ölürler, çokları da oradaki yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanırlar.
Allah Rasûlü (as) şöyle buyurmuştur: "Dünyada sizin ve benim misâlimiz bir kavme benzer ki, bu kavim düşmanlarından kaçarken bir çöle düşerler. Kısa bir süre sonra yemek ve su azıkları biter, hayvanları ölür ve nereye gideceklerini de şaşırırlar. Onlar böyle ümitsizlik ve çaresizlik içinde iken, ne acıkmış, ne de susamış olmayan (yani onların bir şeyine muhtaç olmayan), güven verici bir adam çıkıp gelir ve onlara, "Kötü bir durumda olduğunuzu görüyorum. Ben sizi su ve gıdası olan bir yere götürebilirim. Fakat bir şartım vardır, sizi oraya götürdükten sonra da bana itâat edecek ve dediğimi yapacaksınız." der. Onların hepsi bu şartı kabul ederler ve arkasına düşerler. Kendisi onları söylediği yere götürür ve onlar orada yiyip içip dinlenirler. Ondan sonra kendisi onlara, "Burası mevsimlik bir yerdir. Bu mevsimden sonra sular çekilir, toprak kurur ve burada hayat kalmaz. Onun için, sizi devamlı olan ve buradan çok daha güzel olan yeni bir yere götüreceğim." der. Onlardan bir kısmı, "Sen önce de doğru söyledim. Bizi ölümden kurtardın. Biz sana itâat sözü de verdik. Onun için, önümüze düş, bizi oraya götür." derler. Diğer bir kısmı ise, gelmiş oldukları yeri beğenip oradan ayrılmak istemezler. Onun mevsimlik olduğu uyarısına da kulak vermezler. Verdikleri itâat sözüne de aldırmazlar. Adam, kendisine uyanlarla birlikte yola çıkıp söylediği kalıcı yere giderler ve orada ebediyyen yerleşirler. Kendisine uyup gitmeyenler ise, mevsimin sonunda çölleşen yerde susuz ve gıdasız kalıp ölürler. Bir kısmı da çöl canavarları tarafından öldürülürler." (İbnu Ebid-Dünya)
Dünya ehli kendi aralarındaki zulüm ve düzensizlikten bîzar olmuşken Peygamberimiz gelmiş ve Allah Teâlâ'dan aldığı vahyin kanunlarıyla onların hayatını dirlik ve düzene kavuşturmuştur. Ondan sonra da onları cennete davet etmiş ve bunun için hazırlanmalarını istemiştir.
Dünya bir yönüyle de, Allah Teâlâ’nın kulları için açtığı bir ziyafettir. Sultan ziyafetlerinde olduğu gibi, bu ziyafette de ortamı güzelleştirmek için çeşitli süsler ve süslü şeyler bulundurulmuş, yemekler de altın ve gümüş kaplar içinde sunulmuştur. Edep bilen davetliler, bu süslü ve kıymetli şeylere karışmazlar; yemeklerini yer ve teşekkür edip giderler. Fakat edep bilmeyenler, bu süs ve güzellikleri, pahalı ve kıymetli şeyleri görünce onlara sahip olmak ister ve onları yağmalamaya ve alıp götürmeye kalkarlar. Davetin sahibi de bunları tespit edip hepsini zindana gönderir.
Allah Teâlâ, dünya için şu misâlleri vermiştir:
"Dünya hayatı macerası şu olup bitenlere benzer: Biz gökten su indiririz. İnsanların ve hayvanların yedikleri türlü bitkiler onunla yeşerip yetişirler. Yer bunlarla süslenir ve yerin sahip ve sakinleri bunları biçip hasat etmenin zamanı geldiğini düşünmeye başlarlar. İşte bu sırada emrettiğimiz bir âfet gece veya gündüz gelir ve o yeri biçilmiş veya hiç ekilmemiş bir hâle getirir. Bunu, tefekkür edebilenlere misâl olmak üzere açıklıyoruz. Allah, (sizi) âfetlerden selâmette olan yurda (cennete) davet ediyor ve O istediği kimseleri buraya götüren yola iletiyor." (Yûnus, 24, 25)
"Onlara dünya hayatının misâlini söyle. Bu hayat şu olaya benzer: Biz gökten su indiririz ve bu su ile çeşitli bitkiler birbiri içinde yetişir. Ondan sonra da bu bitkiler kuruyup rüzgar tarafından savrulur. Allah her şeye muktedirdir." (Kehf, 45)
"Bilin ki, dünya hayatı bir oyun, eğlence, süs, birbirinize karşı övünme, malda ve evlatta çoğalma rekabet ve isteğinden ibarettir. O şu olup bitene benzer: Yağmur yağar, onun toprağa karışmasıyla meydana çıkan bitki ve mahsul ekicilerin çok hoşuna gider. Fakat sonra bunların sararıp kuruduğunu görürsün. Bundan sonra da çerçöp hâline gelirler. Ahirette ise (bazıları için) şiddetli azap, (bazıları için de) Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı bir oyalanma ve aldanıştan ibarettir." (Hadid, 20)
Dünya Nedir?
Hiç şüphesiz ki, sadece dünyayı kötülemek yeterli değildir; kötülenen dünyanın ne olduğunu bilmek de lâzımdır. Çünkü bu ismin altına kötü şeyler gibi, iyi şeyler de girer. Bu sebeple, bunları birbirinden ayırmak lâzımdır. Daha önce de söylediğimiz gibi, dünya üç kısımdır.
Birinci kısım, ahiret yolculuğunda insana refakat eden ve onunla beraber giden yararlı şeylerdir. Bu şeyler ilim ve ameldir. İlim, Allah Teâlâ'yı tanımak ve emirlerinden oluşan dinini bilmektir. Amel ise, Allah Teâlâ'ya hâlis bir niyetle itâat ve ibadet etmek ve emirlerine uymaktır. İlim ve amelde de zevk ve lezzet vardır. Bazı kimseler ilim öğrenmeyi yemekten, uyumaktan, eşleriyle birlikte olmaktan daha çok severler. Bazıları da ibadet etmeyi her şeye tercih ederler. Bunlardan birisi, "Ölümü, beni gece namazının lezzetinden mahrum edeceği için istemiyorum." demiş, bir diğeri de, "Allah'ım! Kabirde de bana namaz kılma, rükû' ve secde etme imkânını ver." diye duâ etmiştir. Allah Rasûlü (as) da, "Gözlerimin aydınlığı namazdadır." buyurmuştur. (Nesaî, Hâkim)
İkinci kısım dünya, birinci kısmın zıddı olan ve yalnızca dünyada olup dünyada kalan şeylerdir. Bunlar da ikiye ayrılır. Birincisi haram olan, ikincisi ise ihtiyaç fazlası olan şeylerdir. Dünya şehvetleri deyiminden kasdedilen ve mutlak olarak kötülenen bu şeyler, ikinci kısım dünyayı oluştururlar. Hz. Ali'nin de söylediği gibi, bu şeylerin haram olan kısmı azap, helâl olan kısmı da hesaptır. Kıyâmet gününde cehennem korkusu içinde hesabı beklemek ve azabı da şiddetli olan Allah Teâlâ'ya hesap vermek de azaptır.
Üçüncü kısım dünya, hem buradaki, hem de bundan sonraki hayat için gerekli ve yararlı olan şeylerdir. Bu şeyler, dünya için olabildikleri için, iyi niyetle ahiret hesabına da çevrilebilirler. Bu sebeple, örneğin, zaruret miktarı yemek, uyumak, evlenmek gibi işler bu iki yöne de çekilebilirler. Çünkü bunlar, yaşamak için de, ahirete çalışmak için de gerekli olan şeylerdir.
Ahiret saadetinin kaynağı üç şeydir. Bu şeyler kalbin dünya meşguliyetinden hâli olması, Allah Teâlâ ile ünsiyet etmesi ve O'nu sevmesidir. Allah Teâlâ, bu hususlara, "Kıyâmet gününde mal ve evlat değil, selîm bir kalb insana fayda verir." (Şu’ara, 88-89) ayetiyle işaret etmiştir. Çünkü kalbin selîm olması, bu hasletlere sahip olmasıdır. Bu hasletler de ancak dünya şehvetlerinden uzak durmak, Allah Teâlâ'yı çokça zikretmek ve marifet ilmini tahsil etmekle kazanılabilirler.
Dünyayı seven bir kimse, öldüğü zaman, sevdiğinden ayrıldığı için azap çeker. Bu azabın şiddeti de dünya sevgisinin şiddeti ölçüsündedir. Allah Teâlâ'yı ve ahireti severi ise, ölürken sevdiğine kavuştuğu için mutluluk duyar. Bu mutluluğun büyüklüğü de Allah ve ahiret sevgisinin büyüklüğü derecesindedir.
Ölüm yok olmak değildir. O, dünyadan ayrılmak ve ahirete kavuşmaktır. Bu sebeple, ölümün şekli aynı da olsa, onun mâna ve mahiyeti herkes için başkadır. O, dünyayı sevenler için gerçekten yas ve matemdir, ahireti sevenler için ise kavuşma olayı ve sevincidir. Ölüm hâlinde acı çekmek yerine mutluluk ve saadet duymak için gerekli olan şey, dünyayı sevmemek ve dünyayı dünya ve nefis için yaşamamaktır.
İnsanda Allah ve ahiret sevgisi oluşturan ve güçlendiren şey, Allah marifeti ve Allah ibadetidir. Onda dünya sevgisi uyandıran ve kuvvetlendiren şey ise, nefsin şehvetlerine uymaktır. Nefsin şehvetleri bu yüzden kötülenmiştir. Bunlar nasıl kötülenmesin ki, onlar yüzünden büyüklüğü tarifi edilemeyen bir saadetin kaçırılması ve milyonlarca asırların bitiremediği bir ebediyetin kaybedilmesi söz konusudur.
Allah için yapılan işler ahiret içindir, nefis için yapılan işler ise dünya içindir. Bir işin Allah için olmasının iki şartı vardır. Bu şartlar o işin Şer’i ölçülere uyması ve onunla Allah Teâlâ’nın razı olmasının kasdedilmesidir. Bu şartlardan birinin eksik olması hâlinde, yapılan iş nefis içindir ve bu iş ibadet suretinde de olsa dünya amelidir.
Allah Teâlâ bir ayet-i kerimede dünyayı oluşturan unsurları şöyle özetlemiştir: "Dünya hayatı oyun, eğlence, süslenme, gururlanma, mal ve evlat çokluğunda rekabet etmekten ibarettir." (Hadid, 20) Ve "hevâ" adını da verdiği bu şeylere uyanlara cehennem, onlardan sakınanlara ise cennet va'detmiştir. Âyet şöyledir: "Azan ve dünya hayatını tercih eden kimselerin yeri cehennemdir; Rabbinden korkan ve nefsini hevâ'dan sakındıran kimselerin yeri ise cennettir." (Nâziât, 37, 41)
Bir anlamda da dünya, maddî varlıklardan ibarettir. İnsanlar, bu varlıklarla değişik ilgi ve ilişkiler kurarlar ve bu ilgi ve ilişkilerin doğru veya yanlışlığı sebebiyle onlardan fayda veya zarar görürler. Yerküresi ve onun üzerindeki varlıklar, insana en yakın olan dünyayı oluştururlar. Yerküresi, insanlar için beşik, yerleşme yeri ve sergidir. Onun üzerindeki şeyler de süs ve ziynetlerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Biz yeri bir beşik yaptık." (Amme, 6), "Bir süreye kadar yer sizin için yerleşme ve faydalanma yeridir." (A'râf, 24, 25), "Rabbiniz odur ki, sizin için yeri sergi, göğü bina yapmış ve gökten su indirerek onunla size taamlar ve meyveler çıkarmıştır." (Bakara, 22), "Sizi amel açısından denemek için, yerin üstündeki şeyleri ona ziynet ve süs hâline getirdik." (Kehf, 7)
Yerin ziyneti maden, bitki ve hayvanlardan oluşur. Maden âlet ve süs eşyası, bitki gıda ve ilâç, hayvanlar da yemek ve binmek gibi maksatlar için kullanılır.
İnsanın dünya ile iki türlü ilişkisi olabilir. Bunlardan birisi kalb ilişkisidir. Bu ilişki, insanın dünyayı sevmesi, ondan zevk alması, akıl ve fikrini ona kaptırmasıdır. Allah Teâlâ, bu ilişkiye şu âyetlerle işaret etmiştir:
"Bir kısım insanlar, sevgide Allah'a ortak icad eder ve Allah'ı sever gibi onları severler." (Bakara, 165), "Şeytan insanlara kadın, evlat, yığın yığın altın ve gümüş, zarif atlar, büyük ve küçük baş hayvanlar ve ziraattan oluşan dünya şehvetlerini süslemiştir. Halbuki bunlar, ancak geçici bir hayatta yararlanılabilen (ondan sonra da hiçbir faydası olmayan) şeylerdir. Allah yanında ise, kalıcı ve gerçekten faydalı olan güzel şeyler vardır." (Al-i İmrân, 14)
Kalbin diğer bütün sıfatları, ondaki sevgiye göre yön ve şekil alırlar. Bu sebeple, kalpteki sevgi dünya sevgisi ise, kalpteki diğer duygular da dünyaya yönelik olurlar ve bunlar kibir, hased, riya, su-i zan, hırs ve tamah, yağcılık, oburluk, düşkünlük ve rezillik şeklini alırlar.
İnsanın dünya ile diğer ilişkisi ise, çalışmak ve hammaddeleri mamul hâle getirmektir. Değişik sanatlar ve iş kolları bu ilişkiden doğarlar.
Dünyayı hakikî maksat hâline getiren insanlar, onunla bu ilişkileri kurup kendilerini yaratan Allah Teâlâ'yı ve bundan sonra yerleşip yaşayacakları ahireti unutur ve kendi zararlarına olan bir yola girerler.
Dünyayı maksat hâline getirmeyen insanlar ise, dünya ile birinci ilişkiyi kurmazlar. Çünkü onlar kalplerinde dünya sevgisine hiç yer vermezler. İkinci ilişkiyi de ahiret hesabına kurarlar. Böylece onlar dünyayı ahireti kazanmanın bir vasıtası olarak görürler.
Allah Rasûlü (as), bu mânayı ifade etmek için, "Dünya ahiretin tarlasıdır." buyurmuştur.
Dünya, aynı zamanda bir imtihan meydanıdır ve Allah’ın emirlerinin tatbik edildiği bir alandır. Hâl bu olunca, dünya yanlışlıkla hakikî maksat hâline getirilirse, kötü dünya olur. Hakikî maksat için bir âlet olarak kullanılırsa, ona kötü denmez.
Dünya insanı ahirete götüren bir vasıta ve binektir. Bu bineği maksat hâline getirip ona hizmet edenler, hacca giderken yolda maksat ve hedefini unutan ve bir ağaç gölgesine sığınıp orada devesine hizmet etmeye başlayan ve bunu kendisine iş, zevk ve eğlence hâline getiren kimse gibidirler. Maksat ve hedefini bilen bir kimse ise, devenin kendisini ve eşyasını taşıyabilmesi için ona zaruret miktarı yem verir, fakat ne durur, ne de deveye hizmetçi hâline gelir. O, deveye yem verirken bile hac zikirlerini okur, varacağı kutsal yeri düşünür ve bunun heyecanını duyar.
Gâfil insanların bütün mesâilerini dünya üzerine teksif etmeleri, dünyanın mahiyetini bilmemeleri ve ona yanlış bir açıdan bakmalarının sonucudur. Bunlar, muvakkat (geçici) olan dünyayı ebedî zannederler ve ona ahiret vasıtası gibi değil, hakikî gaye ve maksat gözüyle bakarlar. Bunlar dünyayı hedef mevkiine koyunca da bütün kuvvetleriyle ona yönelirler, akıl ve fikirlerini de onunla meşgul eder ve onunla şartlandırırlar. Dünya bu insanların bütün zaman ve imkânlarını yutar ve bunlar ancak ölünce yaptıkları büyük hatanın farkına varırlar.
Dünyaya bakış ve yaklaşımları yanlış olan insanlar bir çok kısma ayrılırlar.
Bunlardan bir kısmına cehâlet ve gaflet galip gelir ve bunların akıbeti gören basiretleri kapanır. Onun için bunlar şöyle derler: "Dünyaya gelmekten maksat çalışmak ve yemektir. Bu sebeple, yemek için çalışırız ve çalışmak için yeriz." Bu insanlar bu fasit daire kısır döngü içinde dönüp dururlar. Ölüm bu fâsit daireyi kırınca da, ahiret için hiçbir hazırlığı bulunmayan bu insanlar doğruca cehenneme giderler. Allah Teâlâ, "Onlar hayvanlar gibi yerler. Onların yeri cehennemdir." (Muhammed, 12) buyurmuştur.48
Bir kısmına, mal sevgisi galip gelmiş ve bunlar malı ne hayır, ne de ihtiyaç için sarf etmeye kıymazlar. Böylece mal sevgisi kendilerine dünyada yalnızca meşakkat, ahirette de hesap ve azap getirir. Bu malı harcama zevki ise daha sonraki vârislere ve yabancılara kalır. Bu hâl, mal sevgisinin insana neye mal olduğunu anlatması bakımından çarpıcıdır. Ancak, gaflet koyulaşınca, bundan da ibret almak nasip olmaz.
Bir kısmına şan ve şöhret hevesi galip gelir ve dünya bu hevesle onlara hâkim olur. Bu sebeple, bu insanlarda kibir, enaniyet, gösteriş, israf, yalancılık ve hakka saygısızlık a'zamî derecede ilerlemiştir. Bu insanların dışları mamur, içleri ise haraptır. Allah Teâlâ, böyleleri için şöyle buyurmuştur: "Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider; konuştukları zaman da onları dinlersin; fakat (içleri boştur, derinliksizdirler) duvara dayandırılmış (çürük) kütük gibidirler." (Munafikûn, 4) Bunlar, insana ağırlık ve kıymet kazandıran fikir ve duygulardan mahrumdurlar.
Bunların bir kısmı şan ve şöhreti mal ve servette ararken, diğer bir kısmı bunu idarecilikte ve siyasette ararlar. Devlet gücüyle halkın onlara boyun eğmesi, onların kabarmış olan gururlarını okşar ve Firavunlaşmış nefislerini tatmin eder. Bunlar halkın itaatini görünce (aslında bu itâat devletedir, onlara değildir. Fakat dünya onları ahmaklaştırdığı için, kendileri bunu anlamazlar), kendilerini ilâh olarak görmeye başlarlar ve Allah Teâlâ'ya rakip çıkıp O'nun mülkünde O'na karşı savaş açarlar. Elbette ki, bu savaşın galibi Allah Teâlâ'dır. Bu insanlar da bunu sonunda fark ederler. Ancak iş işten geçmiş olur.
Bir kısım, dünyanın mutlak olarak kötü olduğunu zannederler. Bu sebeple, bunlar onu bütünüyle terk ederler. Bunlardan bazıları dünyada kalmayı bile günah sayarak kendilerini öldürürler, bir kısmı da aç ve sefil yaşamanın gerektiğine inanırlar. Halbuki dünya mutlak olarak kötü değildir. O, ancak ahiretin yerine geçip hakikî maksat hâline geldiği zaman kötüleşir. Vasıta hâlinde kaldığı takdirde ise her bir saniyesi bir hazineye değen büyük bir fırsattır. Onu vasıta olarak görenler, onunla meşgul olurken de, kalpleri Allah ve ahiret düşüncesiyle doludur. Bunlar yaptıkları her işin hakikî maksadını bilir ve onda ahirete giden bir yol bulurlar.
Bir kısım dindarlık yaparlar, fakat dindarlıkta aşırı giderler. Bunlar, Şeriatın koyduğu yükümlülükleri az ve eksik bulur ve akıllarınca ona ilâveler ve eklemeler yaparlar.
Fakat bunlar sonunda yorulurlar ve onlardan bazısı dinin hepsini terk edip ilhad ve zındıklığa yönelirler. Bazısı çeşitli hastalıklarla ölürler. Bazısı da akıllarını oynatırlar.
Bir kısım da bir müddet ibadet ve riyazet ettikten sonra kemâl mertebesine erdiklerini, nefislerinin tam ıslah olduğunu, bu sebeple artık ibadete ihtiyaçları kalmadığını söylerler. Bunlar bir parça akıllı ve samimî olsalardı, peygamberleri düşünürler ve Allah Teâlâ yanında en yüce mertebeye sahip olan bu mübarek insanların hayatlarının sonuna kadar ibadetleri bırakmadıklarını, aksine, kemâl ve olgunlukları artıkça ibadetlerinin de arttığını görürlerdi. O zaman mertebe ve kemâl davasından dolayı da hayâ ve hicap duyarlardı.
Bunlar gibi daha pek çok sapık kısımlar vardır. Allah Rasûlü (as), bunlara işaret ederek şöyle buyurmuştur:
"Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırkanın dışında onların hepsi cehennemliktir. Cehennemlik olmayan fırka ise, benim ve ashabımın yolunda gidenlerdir." (Tirmizî, Ebu Dâvûd) Allah Rasûlü’nün ve ashâbının yolu ise, ne dünyayı hakikî maksat hâline getirmek, ne de onu bütünüyle terk etmektir. Bu yol Kur’ân-ı Kerim'de şöyle anlatılmıştır:
"Allah’ın sana verdiği şeylerle ahireti ara." Bu âyette emredilen şey, dünyayı terk etmek değil, onu ahiret hesabına kullanmaktır. Ancak, dünyayı ahiret hesabına kullanabilmek için kalbini dünyaya kaptırmamak ve dünya meşguliyetlerini ibadetin önüne çıkarmamak lâzımdır. Aksi takdirde, dünya ağır basar ve ahiretin yerine geçip maksat hâline gelir.
İnsanın dünyada üç şeye ihtiyacı vardır. Bunlar yemek, giymek ve evlenmektir. Yemek ve giymek vücudun korunması, evlenmek de neslin devamı için gereklidirler. Bunlar da kendi başlarına maksat hâline getirilmedikleri ve nefsin şehvetlerini tatmin aracı olarak görülmedikleri sürece dünyadan sayılmazlar.
Allah Rasûlü’nün cehennemlik olmadığını söylediği fırkaya "Ehl-i Sünnet vel cemaat" denir. Bu sözün mânası, Allah Rasûlü’nün sünnetine, yani yoluna uyan ve ümmet denilen büyük cemaatten ayrılmayan topluluk demektir. Bu topluluğun özellikleri ifrat ve tefritten uzak olmak, adâlete önem vermek, dünyayı terk etmemek, onu din için kullanmak, fitne ve tefrikadan uzak olmak, birlik ve beraberliğe önem vermektir.
Dünyayı vatan edinenler, ölünce ebedî gurbete düşerler; onu gurbet yeri bilenler ise ölünce ebedî vatana kavuşurlar