Riyanın Kötülüğü.
Riya Nedir?.
Riyanın Dereceleri
Riyayı Tedavi Etmek.
İbadeti Açıkça Yapma Ruhsatı
Günahları Gizlemek.
Riya Korkusuyla Ameli Terk Etmek.
Riyadan Kurtulmak İçin
Riyanın Kötülüğü
Riya ihlâsın zıddıdır. O, ahiret amellerini çıkar ve şöhret gibi dünyevî maksatlara âlet etmektir. Riya yapmak haramdır. Bu haramı işleyen kimse Allah Teâlâ yanında menfur ve sevimsizdir. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Onlar riya yaparlar ve Allah'ı ancak riya için zikrederler." (Nisa, 142) O namaz kılanlara azap olsun ki, namazı riya ve gösteriş için kılarlar." (Mâûn, 4-6)
Allah Teâlâ, riya yapanları böyle kötülerken, ihlâs gözetenleri de şöyle övmüştür: "Onlar yemeği, kendi ihtiyaçlarına rağmen miskin, yetim ve esire yedirirler ve şöyle derler: Biz bunu size ancak Allah rızası için yediriyoruz; sizden ne karşılık, ne de teşekkür istemiyoruz." (İnsan, 8, 9)
Amel ve ibâdetleriyle dünya çıkar ve şöhretini arayan kimseleri uyarmak için de şu âyet indirilmiştir: "Kim Rabbine kavuşmayı dilerse, sâlih ve yararlı amel işlesin ve bu amelde Rabbine ortak koşmasın." (Kehf, 110)
Riya konusunda Allah Rasûlü (as) da şunları söylemiştir:
"Kıyâmet gününde Allah Teâlâ, bir adama, "Ben sana güç ve kuvvet verdim. Sen bununla ne yaptın?" diye sorar. Adam, "Ben cihad ettim ve din düşmanlarıyla savaştım." der. Allah Teâlâ, "Fakat sen bunu benim için değil, güç ve kuvvetini göstermek için yaptın." der.
İkinci bir adama, "Ben sana mal ve servet verdim. Sen onunla ne yaptın?" diye sorar. Adam, "Ben sadaka verdim ve hayır işleri yaptım." der. Allah Teâlâ, "Fakat sen bunları benim için değil, varlıklı ve cömert olduğunu göstermek için yaptın." der.
Üçüncü bir adama, "Ben sana Kur'ân ilmi verdim. Sen bununla ne yaptın?" diye sorar. Adam, "Ben Kur'ân okudum ve onun ilmini yaydım." der. Allah Teâlâ, "Fakat, sen bunları okumuşluğunu ve ilmini göstermek için yaptın." der ve bu üç adamı da cehenneme gönderir." (Müslim)
"Kim riya maksadıyla iyiliklerini gösterirse, Allah Teâlâ'da onun kötülüklerini gösterir ve kim riya maksadıyla iyiliklerini duyurursa, Allah Teâlâ'da onun kötülüklerini duyurur." (Müttefekun aleyh)
"Sizin için en çok korktuğum şey küçük şirk olan riyâdır." (Ahmed, Beyhakî), "Ben ümmetim için şirkten korkarım. Şu bilinsin ki, onlar taşa, puta, güneşe, aya tapmazlar. Fakat amelleriyle riya yaparlar." (İbnu Mâce)
"Kıyâmet gününde Allah Teâlâ amellerin sevaplarını verirken, riya yapmış olanlara şöyle der: "Siz gidin, amellerinizin sevabını riya yaptığınız, gözüne girmek istediğiniz kimselerden alın!" (Ahmed, Beyhakî), "Allah Teâlâ şöyle buyurdu: "Kim benim için yapılması gereken bir amelde bana ortak tutarsa, ben o ameli bu ortağa bırakırım. Çünkü ben bir şeyi kimseyle paylaşmaktan en zengin olanım." (Müslim, Mâlik, İbnu Mâce)
"Hiçbir gölgenin bulunmadığı sıcak ve güneşli kıyâmet gününde bazı kimseler Allah Teâlâ’nın Arş'ının gölgesinde barındırılacaklardır. Bu kimselerden birisi, sağ eliyle verdiği sadakayı sol elinden gizleyendir." (Müttefekun aleyh)
Allah Rasûlü’ne nisbet edilen bir sözde de şöyle denilmiştir: "Çıkar ve menfaat için amel edenlerin amelleri birinci gök kapısından geri çevrilir. Şan ve şöhret için amel edenlerin amelleri ikinci gök kapısından geri çevrilir. Gıybet edenlerin amelleri üçüncü gök kapısından geri çevrilir. Kibir taşıyanların amelleri dördüncü gök kapısından geri çevrilir. Nefsini, amelini, aklını beğenenlerin (ucub sahiplerinin) amelleri beşinci gök kapısından geri çevrilir. Hased edenlerin amelleri altıncı gök kapısından geri çevrilir. Merhamet etmeyenlerin amelleri yedinci gök kapısından geri çevrilir."
Hz. Ömer (ra), namaz kılan bir adamın boynunu büktüğünü görünce ona seslenerek şöyle demiştir: "Ey adam! Niye riya yapıyorsun? Boynunu dik tut! Huşû dersen, o boyun bükmekte değil, kalptedir."
Ebu Umâme el-Bahilî, mescitte bir adamın namaz kıldığını ve secde ederken ağladığını görmüş, namazdan sonra ona, "Bu şekilde ağlaman evinde olsaydı ne güzel olurdu." demiştir. Çünkü o zaman bu ağlamak halisen Allah için olurdu. Fakat mescitte ve insanların yanında buna riya karışma ihtimali mevcuttur.
Hz. Ali (ra) şöyle demiştir: "Riyakâr insanın iki alâmeti vardır. O yalnızken amelde gevşektir, insanlar yanında ise faaldir. Bir amelden dolayı övülürse onu yapar, övülmezse yapmaz."
Bir adam Ubâde İbni Sâmit'e, "Ben Allah için savaşırım. Ancak insanların benim cesaretimi övmelerini de isterim. Bunun zararı var mıdır?" diye sordu. Ubâde (ra) şu cevabı verdi: "Bunu istemenin büyük zararı vardır. Çünkü bu yüzden cihadın sevabından mahrum kalırsın. Allah Teâlâ, ortaklı (hem kendi rızası, hem de başka bir maksat için yapılan) bir ameli kendisi için kabul etmez ve ona sevap vermez."
Bir adam Said İbni Museyyeb'e, "Allah için yaptığım amelden dolayı övülmek de hoşuma gider." dedi. Said, şu karşılığı verdi, "Övülmekten hoşlanmak insan tabiatında vardır. Ancak bunu istek ve maksat hâline getirmemek lâzımdır."
Fudayl şöyle demiştir: "İnsan yaptığı amelle riyakârlık yapmaya alışırsa, yapmadığı amelle de riyakârlık yapar." Böyle bir kimse, kendisine itibar kazandırabilen amelleri yapmadığı hâlde yaptığını iddiâ eder veya o vehmi verir. Allah Teâlâ bunlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Yapmadıkları amellerle övülmek-isterler. Sen bunların azaptan kurtulacaklarını zannetme." (Al-i İmrân, 188)
İkrime şöyle demiştir: "Allah Teâlâ, amele göre değil, niyete göre sevap verir. Onun için, niyet bozuksa, amelin sevabı yoktur."
Hasan şöyle demiştir: "Riyakâr insan, Allah Teâlâ’nın takdirini değiştirmeye kalkışır. Çünkü o, Allah Teâlâ’nın yanında kötü iken, kendisini iyi göstermeye çalışır." Halbuki, yapması gereken şey, kötü olduğu hâlde kendisini iyi göstermek değil, iyi olmasını gerçekleştirmektir.
Katade şöyle demiştir: "Kul riyakârlık yaptığı zaman, Allah Teâlâ meleklere, 'Bakın, bu kulum beni hafife alıyor.’ der." Çünkü bu kul, insanları memnun etmeyi Allah Teâlâ'yı memnun etmekten üstün tutuyor. Bu da dolaylı olarak insanları Allah Teâlâ'dan üstün tutmak demektir.
Riyakâr insan, riyakârlığını fark etmez; fark etse de inkâr eder. İhlâs sahibi insan ise, ihlâsını yeterli bulmadığı için riyakâr olduğunu söyler. Onun için Fudayl şöyle demiştir: "Riyakâr bir kimse görmek isteyenler bana baksınlar."
Muhammed İbni Mübarek es-Surî şöyle demiştir: "Gece ibadetiyle gündüz ibadeti ibadet olmak yönüyle aynıdırlar. Ancak gece ibadetinde ihlâs fazla olduğu için onun sevabı da fazladır."
Ebu Süleyman şöyle demiştir: "Riyadan sakınmak günahtan sakınmaktan daha zordur." Bu zorluğun iki sebebi vardır. Birincisi, riyada diğer günahlardan daha fazla lezzet bulunması, ikincisi de onun gizli olması ve sathî bir nazarla fark edilememesidir. O, gizli işleyen bazı öldürücü hastalıklar gibidir.
İbni Mübarek şöyle demiştir: "Kimi insanlar, Kabe etrafında tavaf ederken evlerinde oturmuş olmaktan farksızdırlar. Çünkü bunlar tavaf ederken, memleketlerine dönüşlerinde halkın onlara hacı diyeceklerini ve onları öveceklerini düşünürler."
İbrahim İbni Edhem şöyle demiştir: "Amelini halka göstermek isteyen bir kimse, Allah Teâlâ'ya sadakatle ibadet etme olgunluğundan yoksundur."
Riya Nedir?
Riya, lügat olarak her hangi bir şeyi başkasına göstermektir. Dinî anlamda ise, insanların kalplerine girmek için ibadet ve iyiliklerini teşhir etmektir. Diğer bir ifade ile, riya, Allah Teâlâ için yapılması gereken amel ve tâatı insanların beğenmesi için yapmaktır. Buna 'gösteriş yapmak' da denir. Riya ve gösteriş beş şeyle yapılabilir.
Bu şeylerden birincisi vücuttur. Vücutla riya yapmak; çok ibadet ettiğini, az yediğini, ahiret için çok çalıştığını, cehennem korkusuyla eridiğini göstermek için vücudunu zayıflatmak, sarartmak, boynunu bükmek, sesini kısmak, saç ve sakalını dağıtmak gibi sunî işlerle olur. Bu riya çeşidinden sakınmak için İsâ (as) şöyle demiştir: "Biriniz oruç tuttuğu gün, saç ve sakalını güzelce tarasın, gözlerine sürme çeksin, dudaklarına yağ sürsün."
İkincisi kılık kıyafettir. Kılık kıyafetle riya yapmak, zâhid ve abid olduğunu göstermek için sakal bırakmak, sarık ve cübbe giymek, ucuz, eski ve yamalı elbiselerle dolaşmak, âlimlerden olduğunu göstermek için onların kılık kıyafetlerini giymek, yürüyüş, duruş, hareket ve konuşmalarını taklit etmek gibi samimî olmayan işlerle olur.
Üçüncüsü sözdür. Sözle riya yapmak, kendini göstermek ve saydırmak için va'z ve nasihat etmek, emr-i maruf ve nehy-i münkerde bulunmak, hikmetli sözler söylemek, âyet ve hadisleri ezberden okumak, başkaları konuşurken zikir ve tesbih yapmak, günahlarına yandığı vehmini vermek için göz yaşları dökmek, halkın doğru yoldan saptığını söyleyip üzüntü belirtmek, Kur'ân'ı okurken sesini güzelleştirmek, âlim olduğunu göstermek için başkalarının ilmî hatalarını söylemek gibi Allah için yapılmayan işlerle olur.
Dördüncüsü ameldir. Riya denince en evvel ameldeki riya akla gelir. Çünkü bunun alanı daha geniştir. Amelle ilgili riya da iki çeşittir. Birincisi, kimse görüp duymazsa yapmayacağı bir ameli (ibadeti, hayrı) halkın önünde yapmaktır. İkincisi ise yalnızken eksik, kusurlu, az ve acele ile yaptığı bir ameli halkın gözü önünde itinalı, tam ve mükemmel yapmaya çalışmaktır.
Beşincisi, kendisinden iyi ve büyük olan kimselerle oturup kalkmaktır. Diğer kısımlarda geçen fiiller gibi, iyi niyetle yapılması hâlinde güzel bir davranış olan bu fiil de riya vesilesi yapıldığı zaman kötüdür. Bunun riya ve kötülüğü ise, bundaki maksat ve niyetin, görenlere, "Demek, kendisi de iyi ve büyük bir insandır ki, iyiler ve büyükler onunla oturup kalkıyorlar." dedirtmek olmasıdır.
Riya yapanlardan bazıları yalnızca halkın kalbine girmek ve onların sevgi ve saygısını kazanmak isterken, bazıları da menfaat ve çıkar sağlamak isterler.
Dinî bir yönü bulunmayan ve helâl olan şeylerle süslenmek, güzelleşmek ve insanların kalbine girmeye çalışmak riya değildir. Hz. Aişe (ra)’a şunu anlatmıştır: "Allah Rasûlü (as), ashâbının yanına çıkmak isterken suya bakarak saç ve sarığını düzeltmeye çalıştı. Ben, 'Ya Rasûlullah! Buna neden gerek duydun?’ diye sordum. Bunun üzerine: 'İnsan arkadaşlarının yanına gittiği zaman, Allah Teâlâ onun kendine çeki düzen vermesini sever.’ karşılığını verdi." (Geçti) Bunun gibi, bir kimse zekât ve sadaka dışındaki harcamaları ve cömertlikleriyle kendini tanıtmak ve kendine çevre edinmek isterse, bu yaptığı işler de haram olan riya değildir. Çünkü bu işler, doğrudan doğruya ibadet olmayan ve ibadet sevabı bulunmayan işlerdir. Ancak, bu işler de Allah için yapmak görüntüsü altında yapılırsa riya olur. Çünkü o zaman görünüş başka, niyet başka olmuş olur. Bu ise, aldatıcı olan iki yüzlülük ve münafıklıktır.
Şu da vardır ki, doğrudan doğruya ibadet olmayan işleri de niyet yoluyla ibadete çevirmek mümkündür. Bu imkândan yararlanmak isteyen bir kimse, bu türlü işleri de sadece Allah Teâlâ’nın rızasını tahsil etmek niyetiyle yaparsa onlardan dolayı da ibadet sevabını alır. İbadet hâline getirmek suretiyle ebedileştirilmesi mümkün olan her hangi bir işi âdet niyetiyle yapıp onu sonuçsuz ve güdük bir hâle getirmek, yüksek himmet sahibi ve uzak görüşlü kimselerin yapacağı akıllıca bir davranış değildir.
Riya yapmak cehâlet eseridir. Onun için riya yapan bir kimse âlim de olsa, cehalete mağlup düşmüş demektir. Çünkü riya yapan kimse çok yanlış tercihler yapar. O ebedî bir sevabı eline geçip geçmeyeceği belli olmayan kısa ömürlü bir dünya çıkarına fedâ eder ve kendisi gibi âciz ve zararı yararından fazla olan birkaç insanın rıza ve memnuniyetini her şeye gücü yeten ve hem rızkını, hem de ecelini elinde bulunduran Allah Teâlâ’nın rıza ve memnuniyetinden üstün tutar. Halbuki Allah Teâlâ merhamet ve yardımını kesip bu kimseyi gözlerine girmek istediği insanlara bıraksa, tercihte ne kadar büyük bir hata yapmış olduğunu anlamakta gecikilmez. Çünkü bu insanlar ona ne bir rızk verebilirler, ne onun ömrünü uzatabilirler, ne de ondan belâları defedebilirler. Hatta bunları yapabilseler bile yapmazlar.
Riyanın Dereceleri
Bil ki, her türlüsü de haram olmakla birlikte, riyanın bazı çeşitleri daha şiddetlidir. Şiddetli olmak yönünden riya şu çeşitlere ayrılır:
Birinci çeşit riya, yapılan ibadetteki maksadın tamamen dünyaya ve insanlara yönelik olmasıdır. Bu, en şiddetli riyadır. Bu riyanın sahibi yaptığı ibadet ve hayırdan sevap beklemez. Çünkü onun ibadet ve sevaba imanı ya hiç yoktur veya son derecede zayıftır. Onun için, bu insan, ancak yararlanmak istediği kimselerin yanında namaz kılar; bir koyup beş almak hesabıyla zekât ve sadaka verir veya her hangi bir hayrı finanse eder; çıkar ve şöhret için hac eder; kendinden bahsettirmek için cihad ve kavga eder.
İkinci çeşit riya, yapılan ibadetten zayıf bir sevap kazanma mülahazasının da bulunmasıdır. Ancak ağırlıklı maksat yine dünya çıkarına yöneliktir. Bu riya çeşidi birinci çeşitten biraz daha hafiftir. Çünkü burada, en azından sevabı düşünmek de vardır.
Üçüncü çeşit riya, çıkar ve sevap kazanma düşüncelerinin eşit ağırlıkta olmalarıdır. Bu düşünce ve niyetler eşit oldukları için birbirini yok ederler. Sonuç olarak da insan, yaptığı amelden ne sevap, ne de günah kazanır.
Dördüncü çeşit riya, asıl maksadın sevap kazanmak olması, çıkar temini veya halkın takdiri ise yalnızca bir teşvik unsuru olması ve ibadetin yapılmasını kolaylaştırıcı rol oynamasıdır. Bu, öncekilere göre daha hafif bir riya çeşididir. Bu riya ile amel boşa gitmez; ancak onun sevabı, nuru ve bereketi azalır.
Bir amelde riya bulunup bulunmadığını belirleyen şey, onu yapmamanın nefse ağır gelip gelmemesidir. Eğer vazgeçip onu yapmamak nefse ağır gelmezse yapılan amelde riya yoktur. Çünkü, bir amelde riya olursa, onu terk etmek nefse ağır gelir. Ve bu ağırlığın şiddet derecesi de riyanın şiddet derecesini gösterir.
Ameldeki az bir riya onu bütünüyle boşa çıkarmaz, fakat iman etmekteki az bir riya onu kökten hükümsüz bırakır. Bu sebeple, bir kimse yüzde yüz hak ve gerçek olduğunu bilse ve inansa bile, insanların gözüne girmek veya her hangi bir çıkar sağlamak niyetiyle Allah’ın bir, İslâm'ın hak olduğunu söylese veya kelime-i şehâdet getirse, bununla iman kazanıp müslüman olmaz. İman etmenin geçerli olması için, onun mutlak olarak garazsız ve ivazsız olması lâzımdır.
Şu da bilinmelidir ki, farzlardaki riya sünnetlerdeki riyadan daha ağır, amellerin aslındaki riya ayrıntılarındaki riyadan daha kötüdür. Buradaki kural şudur: Bir amelin dindeki önemi büyüdükçe, onun yapılmasındaki riya da o ölçüde büyük ve yıkıcı olur.
Riya; hakkı nefse, sevabı çıkara fedâ etmek, ibadeti şöhrete âlet etmek, dini sömürmektir. O, sahte bir dindarlıkla halkın gözünü boyamak ve bu suretle onlardan maddî veya manevî çıkar temin etmektir. O, ahireti dünyaya satmaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Bunlar hidayeti dalâlete satmışlardır. Bu satışları onlara kâr getirmemiş ve onlar doğru olanı yapmamışlardır." (Bakara, 16) Riya, din ve dindarlık adına insanları aldatmaktır. Allah Rasûlü (as) şöyle buyurmuştur: "Aldatan bizden değildir." Riya, olduğundan başka türlü görünmektir. Allah Rasûlü (as) şöyle buyurmuştur: "İnsanların en kötüsü iki yüzü bulunan (dışı ayrı, içi ayrı olan) insandır." Riya münafıklıktır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Münafıklar, cehennemin en alt katındadırlar. Hiç kimse de yardım edip onları oradan çıkaramayacaktır." (Nisa, 145)
Eğer denilse ki, kul riya için ibadet etmese bile, insanların onun ibadetini övmelerine sevinir. Bu sevinmek de riya mıdır?
Biz deriz ki, bu şekilde sevinmek iki türlüdür. Bir türlüsü, riyadır, bir türlüsü riya değildir. Riya olan sevinmek, insanların övmesini beklemek ve bu beklentinin gerçekleşmiş olmasına sevinmektir. Riya olmayan sevinmek ise, böyle bir beklenti olmadan vâki olan övünmeye sevinmektir. Riya olmayan sevinme şu şekillerde oluşur:
Riya olmayan sevinmenin bazı çeşitleri şöyledir
1- İnsanların övmesi beklenmediği hâlde, Allah Teâlâ'nın yapılan ibadet ve hayrı hem sevap vermek, hem de kullarına beğendirmekle mükâfatlandırmasına sevinmek. Bu hâl, Allah Teâlâ’nın lütfuna sevinmektir. Kur’ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Onlara söyle, Allah’ın lütuf ve rahmetiyle sevinsinler." (Yûnus, 58) Allah Teâlâ’nın lütuf ve rahmetinden birisi sevap vermesi, diğeri de kullarına beğendirmesidir.
2- Riyadan kaçmak maksadıyla ibadet ve hayır gizli yapıldığı hâlde, Allah Teâlâ’nın onu herkese örnek yapmak için ortaya çıkarmasına sevinmek. Burada kul, Allah Teâlâ tarafından örnek gösterilmesine sevinir. Çünkü onun yaptıklarına bakıp hayır ve ibadet edenler olursa, bundan dolayı kendisi ekstra sevap kazanır. Allah Rasûlü (as) şöyle buyurmuştur: "Kim bir hayırda örnek ve öncü olursa, ona uyup bu hayrı yapanların toplam sevapları kadar sevap kazanır. Ve kim bir şerde örnek ve öncü olursa, ona uyup bu şerri işleyenlerin toplam günahları kadar bir günah kazanır."
3- İnsanların kendisini övmelerini Allah Teâlâ’nın bir nimeti olarak görmek ve her nimet gibi buna da hem sevinmek hem de şükretmek.
4- Allah Teâlâ’nın kulunun günahlarını gizleyip ibadetlerini açığa çıkarmasına sevinmek. Çünkü bu hâl, Allah Teâlâ’nın kuluna yaptığı büyük lütuf ve ikramlardandır. Buna sevinmek değil, sevinmemek yanlıştır.
5- Allah Teâlâ’nın bu lütuf ve ikramı karşısında ahirette de bu türlü bir lütfa mazhar olmak konusunda ümide kapılmak ve bundan dolayı sevinmek. Çünkü Allah Teâlâ genelde bu dünyada gizlediği hata ve günahları ahirette de gizler ve bunları affeder. Affetmeyeceği hata ve günahları ise genellikle bu dünyada da teşhir eder. Bu, günahları olan bir kul için rüsvalıktır. Onun için müminler Kur'ân-ı Kerim'in öğrettiği şekilde, "Rabbimiz! bizi rüsva etme." (Al-i İmrân, 194) diye duâ ederler.
6- Kötü bir iş değil, iyi bir iş yapmış olmaya sevinir. Allah Rasûlü (as) şöyle buyurmuştur: "İyilikleri kendisini sevindiren ve kötülükleri kendisini üzen bir kimse mümindir."
7- İnsanların kavram olarak ibadete ve iyiliğe değer verdiklerini ve bunların yapılmasından hoşlandıklarını görmekten dolayı sevinmek. Çünkü bu durum, insanların sağ duyularını yitirmediklerini ve kötü bir zamanda olmadıklarını gösterir. Allah Rasûlü (as) şöyle buyurmuştur: "Bir zaman gelecek ki, insanlar iyi şeyleri kötü, kötü şeyleri iyi görecekler ve kötü şeyleri takdir edip iyi şeyleri eleştireceklerdir." (Geçti)
Zaman itibarıyla da riya üç kısımdır.
Birincisi, amele başlamadan önceki riyadır. Bu riya, yapılacak olan işin Allah için değil, gösteriş, hesap ve garaz için olduğunu önceden tayin eder. En kötü riya budur.
İkincisi, amel esnasında oluşan riyadır. Bu olayda amele, Allah rızası için başlanır, fakat onun yapılması sırasında riya meyli doğar ve güçlenip ağır basar. Bu iki riya ameli bozarlar.
Üçüncüsü, amel Allah rızası için yapılıp tamamlanır, fakat ondan sonra riya duygusu kendisini gösterir ve kişi, yaptığı ameli söyleyip teşhir eder ve duyulup takdir edilmesinden hoşlanır. Bu riya, amelin aslını bozmaz, fakat sevabını götürür.
Bir adam geçen gece şu kadar Kur'ân okuduğunu söyleyince, Abdullah İbni Mes'ûd (ra) ona şöyle demiştir: "Senin bu okumandan nasibin onu söylemekten ibarettir." Başkalarını hayra teşvik etmek niyetiyle amelini söylemek ise riya değildir. Ancak niyet aldatıcı da olabilir. Bu sebeple, amelini teşvik için söylediğini zanneden bir kimsenin, aslında kendi nefsini tatmin etmek ve gösteriş yapmak için de söylemiş olması muhtemeldir. Bu yüzden, çok zorunlu bir durum hâsıl olmadıkça amelini diline dolamaktan sakınmak, onun sevabını muhafaza etmek açısından en selâmetli yoldur.
Farz olan ibadetlerde birinci veya ikinci çeşitten kuvvetli bir riya niyete karışmışsa, bu ibadetleri iâde etmek (yeniden yapmak) farzdır. Çünkü bu riyalar amelin sevabı gibi, aslını da bozarlar. Bu riyaların kuvvetli olmalarından maksat ise, onların ibadet ve sevap niyetini zihinden silecek derecede olmalarıdır. Riya bu derecede kuvvetli değilse, amelin aslını değil, yalnızsa sevabını bozar.
Bazı âlimlere göre, ümmetin fesadı döneminde, yani, amel ve ibadetlerin takdir edilmediği ve sahiplerine bir itibar sağlamadıkları bir zamanda riya, kuvvetli olmayacağı için ibadetlerin aslını bozmaz.
Riyayı vesveseden de ayırmak lâzımdır. Çünkü, vesvese riya değildir. Riya insanın kendi kast ve niyeti iken, vesvese şeytanın üflediği zehirli bir nefesle kalb ve kafayı karıştırması ve bulandırmasıdır. Şeytan önce inkâr fikrini aşılayarak insanı ibadet ve hayır yapmaktan vazgeçirmeye çalışır. Fakat bunu başaramayınca ve insan kendisine rağmen amel ve hayır yapmak isterse, bu sefer de riya olayını ortaya atarak onunla aynı sonuca ulaşmayı dener. Bu cümleden olmak üzere, onun yaptığı amelin büyük bir iş olduğunu söyleyerek de onu şişirmeye çalışır. Ancak insan, şeytanın vesvesesini tasdik edip onu kendi iradesiyle kabul etmedikçe, bunun kendisine ve ameline bir zararı yoktur.
Riyayı Tedavi Etmek
Buraya kadarki açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, riya amelleri bozan, onların sevaplarını yakan, Allah Teâlâ yanında sahibine kötü bir sicil kazandıran ve onun ahirete müflis olarak gitmesine sebep olan bir belâdır. Bu türlü büyük zararları bulunan bir belâyı kendinden uzaklaştırmak için her türlü mücâdele verilmelidir. O, öldürücü bir hastalık gibidir ve her hastalık gibi onun da şifası acı ilâç içmektir. Bu acı ilaç ise, ibadet ve hayır işinden nefis hesabına bir kazanca talip olmamak ve böyle bir kazanç için duyulan şehvet ve iştahı baskı altına alıp boğmaktır.
Bir insanı riya yapmaya iten iki sebep vardır. Bunlardan birisi çıkar beklentisi, diğeri de sevgi kazanmak ve takdir toplamak hevesidir. Riyayı doğuran sebepler bunlar olduğuna göre, ondan kurtulmanın çaresi de bunlardan sakınmaktır. Sevgi kazanmak ve takdir edilmek elbette ki güzel nimetlerdir. Ancak, bunların yolu riya yapmak değil, insanların kendi anlayışlarıdır. Çünkü sağ duyusu sağlam olan ve vicdanı bozulmamış bulunan insanlar, iyi kimseleri takdir eder ve severler. Bu onların boyunlarının borcu, din ve insanlıklarının gereğidir. Onun için bu iş onların sorunudur ve onlar bu soruna sahip çıktıkça yükselirler. Amel sahibi ise bunu kendine sorun ettiği takdirde alçalır.
İnsanların rızasını tahsil etmek, Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmaktan çok daha zordur. Bununla birlikte, onların razı olmalarının faydası ise Allah Teâlâ’nın razı olmasının faydaları yanında çok azdır. Şu söz ne kadar doğru ve güzeldir:
"Allah'ı bulan neyi kaybeder? Allah'ı kaybeden neyi kazanır?" Bu sözün mânasını düşünmek, riyanın üstüne bomba gibi düşer ve onu toz hâline getirip dağıtır. Kaldı ki, insanların hepsinin rızasını kazanmak hiç mümkün değildir. Çünkü, onlardan bir kısmının razı olduğu bir fiile diğer bir kısmı kızar. Durum bu olunca, bir amel dolayısıyla onlardan bir kısmının rızası ile diğer bir kısmının kızgınlığı bir arada düşünüldüğü zaman elde bir kazanç kalmadığı görülür. Bu da gösterir ki, riyanın insana kazandırabileceği olumlu hiç bir şey yoktur. Bunun yanında, onun insana kaybettirdiği ise pek çok şeydir. Kalbinin riya illetiyle çürüyüp bozulması, Allah Teâlâ’nın ondan tevfik ve inayetini kesmesi, amelinin sevapsız kalması, ahiretin yüksek makamlarını kaybetmesi, riyanın öncüleri olan münafıklarla haşredilmesi, şiddetli bir hesaba maruz kalması, mahşer halkı önünde riyakâr olduğunun teşhir edilmesi ve hepsinden önemlisi Allah Teâlâ’nın rızasını kaçırması bu kayıplardan bazılarıdır.
Riyakâr insan, kendisi gibi birkaç âciz mahlukun rızasını kazanmak için bütün bu ve diğer kayıpları göze alan hesapsız ve şaşkın bir biçaredir. Kaldı ki, Allah Teâlâ bir kimseye kızarsa, kullarını da ona kızdırır ve böylece o kimse, rızasını umduğu kulların da kızgınlığı ile karşılaşır. Allah Rasûlü (as) şöyle buyurmuştur:
"Allah Teâlâ bir kulunu severse meleklere, 'Ben falan kulumu severim. Siz de onu sevin.’ buyurur ve melekler de onu severler. Bundan sonra, onun sevgisi yerdeki kulların kalplerine de indirilir. Ve Allah Teâlâ bir kuluna buğz ederse meleklere, 'Ben falan kuluma buğz ederim. Siz de ona buğz edin.’ der ve melekler de ona buğz ederler. Bundan sonra, onun buğzu yerdeki kulların kalplerine de indirilir."
Riyadan maksat insanların beğenip övmesi ise, Allah Teâlâ’nın beğenip övmediği bir insanı bazı mahluklar beğenip övseler de neye yarar?
Bir insan Allah Teâlâ katında kötü ve faziletsiz ise, mahlukların övmeleri onu ne iyi, ne de fazilet sahibi yapar. Çünkü iyilik ve fazilet, bazı bilmezlerin sözleriyle değil, kişinin kişiliği ve ameliyle vücut bulurlar. Allah Teâlâ'da yalnızca bunları nazar-ı itibara alır; O, her hangi bir kimseyi ne başkalarının yalan ve yanlış övmesine, ne de kötülemesine göre değil, bunlara göre değerlendirir. Bu sebeple, O'nun iyi bildiği bir kimseye bütün insanlar kötü deseler, o kimse yine iyidir ve iyiler muamelesi görüp cennete gider. O'nun kötü bildiği bir kimseye de bütün insanlar iyi deseler, o kimse yine de kötüdür ve kötüler muamelesi görüp cehenneme gider.
Allah Rasûlü’nün huzurunda konuşan bir şâir, "Ben kimi översem o yükselir; kimi kötülersem de o alçalır." dedi. Allah Rasûlü (as) onun bu sözüne müdâhalede bulunup şöyle buyurdu: "Hayır! Sen değil, Allah Teâlâ kimi överse o yükselir, kimi kötülerse de o alçalır." (Ahmed, Tirmizî)
Eğer riya yapanın maksadı sevilmek, övülmek gibi ince işler değil de, menfaat ve çıkar sağlamak ise, kesinlikle unutmamalıdır ki, menfaat ve çıkar da Allah Teâlâ’nın izin ve rızası olmadıkça kullar eliyle tahsil edilmez. Kur’ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Allah sana bir zarar verse, bu zararı kendisinden başkası kaldıramaz. Ve O sana bir hayır dilese, O'nun hayrını kimse önleyemez." (Yûnus, 107)
Allah Rasûlü (as) da şunu söylemiştir: "Senin için takdir edilmiş olan şey mutlaka olur; takdir edilmemiş olan bir şey de kesinlikle olmaz." Rızk ve ecel de Allah Teâlâ’nın takdir ve iradesine bağlı olan şeylerdendir. Durum bu olduğuna göre artık riya yapmanın ne mânası vardır?
Kaldı ki, kullardan bir şey kazanmak için riya yapmakta zillet ve alçalma vardır. Bu zillet ve alçalmanın ağır kahrını da ancak zelîl ve hakîr kimseler taşıyabilirler.
Riyanın temelinde gözü kör bir dünya sevgisi vardır. Böyle bir dünya sevgisi ise her türlü kötülük ve yanlışlığın başı ve kaynağıdır.
Bu münasebetle şunu da belirtelim ki, riya iki kısımdır. Riya denilince ilk akla gelen kısmı, kişinin yaptığı amel ve ibadetlerle kendi şahsına çıkar sağlamak, kendine saygı ve itibar kazandırmak gibi şeyler düşünmesi ve istemesidir, ikinci çeşit riya ise, hayır ve iyilikleri sevap kazanmak niyetiyle değil, başkalarına yarar sağlamak maksadıyla yapmaktır.
Allah'a ve ahirete iman etmeyen kimseler bir iyilik yaptıkları zaman, bununla Allah Teâlâ’nın rızasını ve ahiret sevabını kazanmayı düşünmezler. Bunlar kendileri için kişisel bir çıkar düşünmedikleri zaman, insanlık, vicdan huzuru ve benzeri isimler icad ederek amellerini bunlar için yaparlar. Mümin bir kimse ise, bütün iyiliklerini Allah için yapar. Ancak o bunları bu maksatla yaparken, aynı zamanda en samimî bir şekilde insanlığa hizmet etmiş ve en a'lâ bir şekilde vicdanını da huzura kavuşturmuş olur.
Riya, bastırılması insanın elinde olmayan şeytan vesvesesinden ibaret ise, onun imana ve amele bir zararı yoktur. Çünkü dinde teklif-i mâla yutak (güç haricinde sorumluluk) yoktur. Bu türlü vesveseler için Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Şeytandan sana bir vesvese ve dürtü gelirse, Allah'a sığın. O işiten ve bilendir." (A'râf, 200; Fussilet, 36) O hâlde, şeytandan bir vesvese geldiği zaman kulun yapacağı şey, bundan sıkılmak, ikrah etmek ve onu defetmesi için Allah Teâlâ'ya duâ etmektir.
Ashaptan bazıları Allah Rasûlü’ne, "Şeytan kalbimize öyle vesveseler getirir ki, onları duymak yerine, gökten yere baş aşağı düşmeyi veya yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanmayı tercih ederiz. Bu vesveselerden sorumlu muyuz?" demişler; Allah Rasûlü (as), "Hayır! Bu şekilde tepki duydukça onlardan sorumlu değilsiniz." buyurmuştur. (Müslim)
O, başka bir hadiste de böyle bir suâle şu cevabı vermiştir: "Allah'a hamd olsun ki, şeytanın hilesini vesvese seviyesine indirmiştir." (Ebu Dâvûd, Nesaî)
Kalb veya zihinde bir vesvese belirdiği zaman Allah Teâlâ'yı zikretmek (ve O'na sığınmak), zikrin mânasını düşünmek ve vesveseyi duymamaya çalışmak, onun sönüp silinmesini temin eder. Namaz hâlinde iken bu şekildeki tepki ile yetinmek en iyisidir. Çünkü namaz kılarken Allah Teâlâ'nın huzurunda olmayı düşünmek bütün düşüncelerden daha üstündür.
Namaz dışında ise, vesveseyi ilmî delillerle çürütmeye çalışmak da câizdir. Bu durumda şeytanla zihnî bir tartışma yapılır ve bu tartışmada yenilmesi hâlinde o bir daha aynı vesveseyi tekrarlamaz. Şeytanı tartışmalarla yenecek derecede ilim sahibi olmayan bir kimsenin vesveselerden kurtulmasının yolu ise, şeytanın dediğinin hemen aksini yapmak ve bunu tekrarlamak suretiyle tepki göstermektir. Örneğin, şeytan sadaka vermesini önlemek için, bunun riya olacağını söylerse, hemen birkaç sadakayı üst üste vermek; o aynı söylemle nafile namaz kılmasına mâni olmaya çalışırsa hemen kalkıp kılmayı düşündüğü miktarın birkaç katı namaz kılmak şeytanı kahredip uzaklaştırır.
İbrahim et-Teymî şunları söylemiştir: "Şeytan sizi bir günah çeşidine davet ettiği zaman, hemen o günahın aksi olan bir ibadet ve hayrı yapın. Şeytan bunu görünce bir daha sizi bu günaha çağırmaz.", "Şeytan size bir vesvese getirdiği zaman, eğer onu kabul edip etmemekte tereddüt geçirirseniz, kendisi ümitlenir ve o vesveseyi size kabul ettirmek için dayatır. Fakat, sizde kesin muhalefet ve ret görürse ümidi kırılır ve sizden vazgeçer."
İbadeti Açıkça Yapma Ruhsatı
Bil ki, amelleri gizli yapmakta ihlâs meziyeti vardır; onları açıkça yapmakta ise örnek oluşturmak ve insanları hayra teşvik etmek gibi faydalar vardır. Ancak bunlardan ikincisine (amelleri açıkça yapmaya) riya girme tehlikesi de söz konusudur.
Hasan el-Basrî (ra) şöyle demiştir: "Gizlilik, ameli riyadan korumak açısından en iyisidir. Fakat açıklıkta da fayda vardır." Bundan dolayıdır ki, Allah Teâlâ her iki hâli de övmüş ve şöyle buyurmuştur: "Sadakaları açıkça verseniz, o ne güzeldir! Onu gizlice verseniz bu sizin için daha hayırlıdır." (Bakara, 271)
Açıkça yapılan amelin teşvik edici olduğuna dâir bir misâl, Medineli bir sahâbinin sadaka vermesidir. Bu sahabî, bir kese parayı cemaatin huzurunda sadaka olarak verince, cemaatteki diğer sahâbiler de keselerini açıp sadaka verdiler. Bunun üzerine Allah Rasûlü (as) şöyle buyurdu:
"Kim bir iyi amel işleyip insanlara örnek olursa, ona uyanların sevapları kadar bir sevap kazanır." (Müslim) Bu hadis-i şeriften çıkan hüküm şudur: Örnek olma ve teşvik etme durumu varsa, ameli açıkça yapmak onu gizli yapmaktan daha iyidir. Bu sebepten dolayı, Allah Rasûlü (as) bütün amellerini açıkça yapardı. Çünkü o başkalarına örnek olmak ve onları hayra teşvik etmek isterdi. Nitekim Allah Teâlâ'da onun örnek olduğunu ve örnek alınması gerektiğini bildirmiştir. Bununla ilgili ayet-i kerime şöyledir: "Size ve Allah'a, ahiret gününe iman eden herkese Allah’ın Rasûlü güzel örnektir." (Ahzâb, 21)
Ancak riyaya düşme tehlikesi kuvvetli ise, o zaman ameli mutlak olarak gizlemek lâzımdır. Çünkü riya ile yapılmış bir amel ne sahibine sevap kazandırır, ne de başkalarına örnek olur.
Riya tehlikesinin olmadığı, fakat örnek olma ve teşvik etme ihtimalinin de bulunmadığı hâllerde ise, gizlilik açıklıktan evlâdır. Çünkü gizlilikte açıklığa göre daha fazla ihlas vardır.
Önceden yapılmış olan ameli söylemek ve açıklamak da ameli açıkça yapmak gibidir. Dolayısıyla, yapılmış olan bir ameli söylemekle söylememekten hangisinin efdal olduğunu tayin eden faktör de bununla riyaya düşme tehlikesinin bulunup bulunmaması ve örnek oluşturma durumunun mevcut olup olmamasıdır. Ancak, ihlâsla yapılmış olan bir ameli daha sonra riya maksadıyla söylemek, o amelin aslını bozmaz; onun sevap ve bereketini götürür.
Riyadan uzak olduklarına emin bulunan büyük zatlar, amellerini gizlemedikleri gibi, daha önceki amellerini de söylemişler ve kendileri için üstün birer meziyet oluşturan hâllerini de anlatmışlardır. Örneğin; Hz. Ömer (ra) şöyle demiştir:
"Kolaylık üzerine mi, zorluk üzerine mi sabahladığıma aldırmam. Çünkü bunlardan hangisinin benim için hayırlı olduğunu bilmem." Bunu söylemek, kadere teslimiyet gibi üstün bir meziyete sahip olduğunu söylemektir.
İbni Mes'ûd (ra) şöyle demiştir: "Olduğum durumdan farklı bir durumda olmayı hiç temenni etmedim. Hâlime razı olmayı Allah Teâlâ'ya teslimiyet ve tevekkülün bir gereği gördüm."
Sa'd İbni Muâz (ra) şöyle demiştir: "Namaz kıldığım zaman, ondan başka bir şeyi hiç aklıma getirmedim ve bir cenaze giderken hep kendimi onun yerine koydum ve onun duyduğu pişmanlığı duydum." Ölenin duyduğu pişmanlık, sahip olduğu dünya imkânlarını ahireti kazanmak için kullanmamış olmak şeklindedir.
Ebu Sufyân, vefat ederken, başında ağlayanlara şöyle demiştir: "Benim için ağlamayın. Çünkü ben müslüman olduğumdan bu yana hiç günah işlemedim."
İsimleri geçen sahabiler tarafından ibret alınmak ve örnek oluşturmak için söylenen bu ve benzeri sözler, kendi nefsini övmek ve onu başkalarına beğendirmek maksadıyla söylenirse katıksız birer riya olurlar.
Günahları Gizlemek
Bil ki, mümin için günah işlememek esastır. Ancak buna rağmen bir günah işlenmişse, o zaman da onu gizlemek vaciptir. Çünkü gizlice bir günah işlemek bir zaaf olarak görülebilse bile, açıkça ve çekinmeden günah işlemek, Allah Teâlâ'ya karşı gelmek ve O'na meydan okumak anlamındadır. Bu sebeple, günahı açıklamak günahın kendisinden daha büyük bir günahtır.
Kur’ân-ı Kerim'de, "Allah kötülüğün açıklanmasından hoşlanmaz." buyurulmuştur. (Nisa, 148)
Allah Rasûlü (as) da şunu söylemiştir: "Kim bu pisliklerden (günahlardan) bir şeye bulaşırsa, onu Allah Teâlâ’nın emrettiği şekilde gizlesin!" (Hâkim)
Ancak, amelleri göstermekte olduğu gibi, günahları gizlemekte de riya söz konusu olabilir. Çünkü bir kimse, işlediği günahı, onun kötülüğünden dolayı değil de, kendi kötülüğünü gizlemek ve günahkârlığına rağmen kendisini Allah'tan korkan ve günahlardan sakınan bir kul olarak göstermek maksadıyla gizlerse riya yapmış olur. Bu çeşit riyaya, kendilerini olduklarından farklı göstermek ve müslümanları aldatmak isteyenler başvururlar.
Allah Rasûlü (as) şöyle buyurmuştur: "Aldatan bizden değildir." Maksat bu şekilde riya ve hile yapmak olmadığı zaman ise, günahı gizlemek gerektiği gibi, onun bir vesile ile duyulmasından rahatsız olmak ve üzülmek de gerekir. Çünkü gizlenmesine çalışılmış olmasına rağmen bir günahın ortaya çıkması, Allah Teâlâ’nın onu affetmediğini gösterir. Aksi takdirde, yani Allah Teâlâ onu affetseydi onu teşhir etmezdi. Çünkü O affettiği günahları kullardan gizler.
Buna üzülmenin bir sebebi de şudur: Kişi işlediği bir günahtan samimî olarak tevbe edip ona kefaret olabilecek hayırlar yapsa bile, onun kötü izlerini çoğu insanların zihninden silemez. Bu sebeple, bu kimse bu insanlar tarafından ebediyyen kötü olarak bilinir. Bu yanlış bir şeydir, fakat gerçektir. Bu böyle olduğu için, geri kalan hayatında temiz bir sicil ile yaşamak nimetinden mahrum kalan bir kimsenin üzülmesi riya ile alâkası bulunmayan bir olaydır.
Bunun yanında, mümin olan bir kimse, günah işlese bile, günahkâr sıfatını taşımaktan sıkıntı duyar. Çünkü o, imanının gereği olarak günahlardan iğrenir ve nefret eder. Bu iğrenmek ve nefret etmek iman varlığının ve derecesinin ölçüsüdür. Bu sebeple, bir kimse, günah işlesin veya işlemesin, günahlardan rahatsızlık duymuyor ve günah işlenmesini normal buluyorsa onun imanı tehlikededir. Başkalarına kötü örnek olmak durumuna düşmüş olmak da mümini üzer. Mümin, aynı zamanda, günah işlediğinin insanlar tarafından bilinmesinden hayâ da duyar ve utanır. Bu sebeplerle, günahların ifşa olunmasından mahcubiyet ve üzüntü duymak riya değildir. Ancak hakikî ehl-i iman, günah işledikleri takdirde, Allah Teâlâ'ya karşı daha büyük bir mahcubiyet duyar ve O'nun yanındaki itibarlarını zedeledikleri için daha fazla üzülürler. Ayrıca, Omdan korkarlar. Çünkü günahın hesabını soran ve günahkârı cezalandıran O'dur.
Riya Korkusuyla Ameli Terk Etmek
Bil ki, şeytan insanı ibadet ve hayırlardan uzaklaştırmak için çeşitli yöntemler kullanır. Bu yöntemlerden birisi de riya korkusu vermektir. Bu sebeple, câhil abidler, şeytanın bu hilesine aldanıp yapmak istedikleri bazı amel ve ibadetleri terk ederler. Bunların gerekçesi de, riyadan kaçmaktır. Bu hareket tarzı doğru değildir. Bir kere, bir kimsede riya korkusunun bulunması, o kimsede riyanın bulunmadığını gösterir. Çünkü, kendisinde riya bulunan bir kimse, riyadan korkmaz. O ya kendisinde riyanın bulunduğunu inkâr eder veya riyanın korkulacak bir şey olmadığını söyler. İkinci olarak da, riya korkusuyla ameli terk etmek yerine, o korkunun gücüyle riyanın kendisini terk etmeye çalışmak lâzımdır.
Riya, terk edilemeyecek kadar güçlü bir duygu değildir. Bir parça onun mahiyetine eğilmek ve ne olduğunu anlamaya çalışmak, ondan iğrenip terk edilmesi için yeterlidir. Çünkü riya, kâinat sultanı ve her şeyin yaratıcısı, her şey elinde ve emrinde olan Allah Teâlâ’nın rızasını âciz birkaç kulun ne işe yaradığı belli olmayan ve daha doğrusu hiç bir şeye yaramadığı belli olan rızasına fedâ etmektir. Bu ise sonuçta Allah Teâlâ'yı saymamak demektir. Böylece, riya yapan bir kimse, bir taraftan sözde amel ve ibadet yaparken, bir taraftan da Allah Teâlâ'yı saymamak gibi büyük bir günahı işler. Çünkü o, Allah Teâlâ’nın kendisinden istediği amel ve ibadeti Allah Teâlâ istediği için değil, başkası istediği için yapar. Bu o demektir ki, başkasının isteği ve hatırı olmazsa, kendisi bu ameli yapmazdı. Böyle bir amelin Allah Teâlâ yanında zerre kadar bir değer ve itibar bulması mümkün değildir.
Şu da bilinmelidir ki, mahv ve fenâ derecesinde ihlâs gözetmek, yani ibadet ve hayır yaparken etrafta Allah Teâlâ'dan başka hiç kimsenin varlığını hissetmemek zor bir iştir. Bu sebeple bu ancak bir ideâl seviyedir. Ancak, bu ideâl seviyeyi hedef kabul edip ona doğru birkaç adım atmak hiç kimse için zor değildir.
Riya girmesinden korkulan ameller iki kısımdır. Bir kısmı, nafile namaz ve oruç gibi şahsî amellerdir. Bu ameller bazı durumlarda samimî olarak riya korkusuyla terk edilseler, bu terk de bir ibadet sayılabilir. Çünkü ibadetin mânası Allah Teâlâ'yı tazim etmektir. Ancak bunun son sınırını tayin etmek zor olduğu için, bu yönde bir terk cihetine gidilirse, şeytan bu bahane ile insana bütün amelleri terk ettirebilir. Bu sebeple, bu tehlikeli yola girmemek lâzımdır.
İkinci kısım ameller ise, sadaka vermek, hayır yapmak, yardım etmek gibi faydası başka insanlara yönelik olan işlerdir. Bu işlerde de elbette ki, riyadan sakınmak farzdır. Ancak, bu işlerde gönül rahatlatıcı bir ihlâs hâli kazanılamazsa da, onları yapmaktan vazgeçmemek gerekir. Çünkü bu işler doğrudan doğruya sahiplerine sevap kazandırmasalar bile, muhtaçlara yarar sağlarlar. Sağlanan bu yarar da dolaylı olarak yine bir çeşit sevap hâline gelir.
Hilâfet (halife olmak), kaza (kadılık), iftâ (müftülük), va'z (vaizlik), tedris (müderris olmak), irşâd (şeyhlik) gibi dinî anlam taşıyan kamu hizmetleri riyânın en çok girdiği işlerdir. Çünkü bu hizmetler, ahiret sevabına ek olarak sahiplerine dünyada da şöhret, itibar ve nüfuz temin eder ve onları halkın gözünde ve gönlünde büyütüp yüceltir. Bu durum iman ve karakteri zayıf olan kimselerde kibir, riya ve gösteriş hislerini kuvvetlendirir ve bu kimseleri hizmet anlayışından koparıp yaptıkları her işte sadece halkın teveccüh ve takdirini düşünme noktasına getirir.
Onun için, Allah'a ve ahirete iman eden bir kimse, bu vazifelerden her hangi birini yürütürken, kendisinde riyaya doğru bir gidiş sezer ve bu gidişi durdurmaktan âciz olduğunu görürse, dininin selâmeti adına o hizmeti bırakması lâzımdır. (İmam Gazali, bu prensibi fiilen kendi nefsinde tatbik etmiş ve Nizamiye Medresesindeki şa'şaalı görevini terk etmiştir.) Çünkü önleyemediği riya kalbine girmeyi başarırsa, onu bozar ve kendisini dinî bir kisve altında adî bir münafık hâline getirir. O bu suretle bozulup münafıklaşınca, artık onun nazarında yaptığı iş hizmet olmaktan çıkıp, gaye ve maksat hâline gelir. Bundan sonra o sadece bu işin çıkar tarafını düşünür ve bu çıkarı kaybetmemek için her türlü gayr-i meşru çareye baş vurur. Bu suretle hilâfet, saltanat ve istibdat hâline getirilir. Kadılık iltimas, rüşvet ve adaletsizliğe âlet edilir. Müftü yanlış fetvalarını düzeltmez, bilmediği zaman da Allah'ın dini hakkında söz söylemekten çekinmez. Vaiz Allah Teâlâ'nın emrettiği takva, ihlâs, fazilet ve ahiret konularını değil, halkın hoşuna giden şeyleri anlatır. Allah Teâlâ kendisinden korkulmasını emretmişken, bu Allah Teâlâ'nın rahmetini tek konu hâline getirip Allah korkusunu kalplerden siler ve dolayısıyla insanları günahlara ve dünya hırs ve hevesine teşvik eder. Şeyh, kendisini Allah Teâlâ'ya ortak derecesine çıkarır ve fakat kendisine ortak ve rakip kabul etmez.
Başkalarının kendisi için, "Riya yapıyor." demeleri yüzünden bir ameli terk etmek doğru değildir. Çünkü, aynı ameli yapmayanların bu ithamı yapmaları onların kıskançlık duymalarının eseridir. Bu sebeple, bir insan riya yapıp yapmadığını, dışardan bakıp hüküm veren ve maksatları hayrı önlemek olan kıskanç ve kötü maksatlı kimselerin sözlerinden değil, kendi kalbinden öğrenmelidir. Allah Rasûlü (as), "Başkaları söyleseler bile, sen kendi kalbini dinle." buyurmuştur. Başkalarının su-i zan ve ithamları veya şeytanın kalbe riya vesvesesi getirmesi yüzünden amelleri terk etmek cihetine gidilirse, hayır ve tâatların hepsini terk etmek lâzım gelir. Kötü maksatlı dedikoducuların ve vesvese veren şeytanın da ulaşmak istediği sonuç budur.
Amel ve ibadet yapılırken riyânın akla gelmesi kaçınılmazdır. Ancak onun mücerret olarak akla gelmesi riya değildir. Nitekim bu şekilde küfrün akla gelmesi de küfür değildir. Riya tasavvuru ancak iradî bir karar hâline getirildiği zaman haram olan riya olur. Küfür de böyledir.
Kısacası; riya amelin sevabını bozar. Fakat riya korkusuyla ameli terk etmek zayıf insanların işidir. Güçlü olan kimseler ise, ameli terk etmek yerine, riyayı terk ederler. Riya, şeytanın bir hilesi ve tuzağıdır ve şeytanın bütün hile ve tuzakları gibi, o da güçlü bir iman ve irade karşısında etkisiz kalır. Allah Teâlâ, "Şeytanın hilesi zayıftır." (Nisa, 76) buyurmuştur.
İbadet ve hayır yapanların yanında, tek başına iken yapmadığı ibadet ve hayırları yapmak, riya olabileceği gibi, ibadet ve hayırda diğerlerine imrenmek, onlarla yarışmak ve onlara yetişmek gayreti de olabilir. Bu konuda belirleyici olan niyettir. Bu sebeple, niyeti hayır ve ibadette diğerlerinden geri kalmamak ve hatta onları geçmek olan bir kimsenin onlarla beraber iken yapmak istediği ibadet ve hayır işlerini riya zannederek onlardan vazgeçmesi doğru değildir. Çünkü onun bu yaptığı hayırda yarışmaktır. Hayırda yarışmak ise meşrudur. Allah Teâlâ, "Hayır işlerinde yarışın." (Bakara, 148) diyerek bunu emretmiş ve bu yarışta ileri gidenleri, "İnsanlardan bir kısmı Allah’ın izniyle hayırlarda önde giderler." (Fâtır, 32) gibi âyetlerle övmüştür.
Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer (ra) çok kere ibadet ve hayır işlerinde yarışmışlar, fakat Hz. Ebu Bekir onu geçmiştir. Diğer sahâbiler arasında da bu tatlı rekabet ve güzel yarış vardı. Fakat hepsinin niyeti de Allah Teâlâ’nın rızasını tahsil etmekten ibaretti.
Çok ibadet eden ve cömertçe hayır işi yapanlarla arkadaş olmanın ve birlikte bulunmanın yararlarından birisi de, bu vesile ile ibadet etme ve hayır yapma isteğini kazanmak veya zayıf olan bu duyguyu kuvvetlendirmektir. Sâlih kimselerle beraber olmanın bu ve benzeri faydalarından dolayı Allah Rasûlü (as) şöyle buyurmuştur:
"Şeytan iki kişiden bir kişiye göre daha uzaktır; üç kişiden iki kişiye göre daha da uzaktır." Bu hadis-i şerifin mânalarından birisi de, iki kişinin yanılmasının bir kişiye göre daha az olması, üç kişinin yanılmasının iki kişiye göre daha da az olmasıdır. Bu böyle olduğu için, aksi istikamette kesin bir delil bulunmadığı durumlarda çoğunluğa uymak emredilmiştir. Bununla ilgili hadisin ifadesi de şöyledir: "Büyük çoğunluğa uyun!"
Riyânın bir kötülüğü de odur ki, insanlar riya karıştırıldığını bilseler yapılan amele değer vermez, amel sahibinden de iğrenirler. Riya yapan kimse de bunu bildiği için riyasını gizler.
Riya amelin kendisine girdiği gibi, onun hâl ve keyfiyetine de girer. Allah Rasûlü (as) şöyle buyurmuştur: "Nifak ve riya huşûundan Allah'a sığının." Nifak ve riya huşûu, ibadet ederken Allah Teâlâ'ya karşı huşû' duyduğunu ve O'ndan korktuğunu bazı sun'î ve yapmacık tavırlarla göstermektir. İbadetin hakkını vermek ve ondan daha çok sevap kazanmak ve Allah Teâlâ’nın hoşnutluğunu almak için değil, insanlara beğendirmek için ibadeti özenerek yapmaya çalışmak da riyadır. İçinden gelmediği hâlde ağlamak, cezbe yapmak gibi hâller de riyadırlar.
Kendisi inanmadığı ve yapmadığı hâlde, inananların ibadetlerine samimî olarak saygı duymak riya değildir. Bu saygı, inançsız ve fâsık kimseler için bir meziyettir. Bu meziyeti gösterebilenler bunun mükâfatını Allah Teâlâ'dan bulurlar. Onların bir kısmı da bu meziyetin bereketi sayesinde hidayet bulup doğru yola girerler. Bununla ilgili yaşanmış çok misâller vardır.
Ali İbni Hüseyin (ra) şöyle duâ etmiştir: "Allah'ım! Dışım halka iyi göründüğü hâlde, içimin kötü olmasından sana sığınırım. İnsanların gördüğü amellerimi düzeltip senin gördüğün kalb ve niyetimi bozmaktan sana sığınırım. İnsanlara en güzel taraflarımı gösterip sana en kötü taraflarımı göstermekten sana sığınırım. İyiliklerimle halkın rızasını kazanırken kötülüklerimle senin kızgınlığını kazanmaktan sana sığınırım."
Riyadan Kurtulmak İçin
Bil ki, yapılan ibadet ve hayırlar konusunda Allah Teâlâ’nın bilmesiyle kanaat etmek ve yetinmek lâzımdır. Allah Teâlâ'yı hakkıyla tanıyanlar O'nun bilmesi ve takdir etmesiyle yetinirler. Fakat Onu tanımayanlar veya eksik tanıyanlar, yaptıkları ibadetleri ve hayırları insanların da bilmelerini ve beğenmelerini isterler. Bunlar sanki Allah Teâlâ’nın vereceği sevabı az bulurlar ki, kullardan da bir mükâfat beklerler. Bunlar bilmelidirler ki, kullardan bekledikleri mükâfat, Allah Teâlâ’nın vereceği sevaba eklenmez, onun yerine geçer. Çünkü bu durumda Allah Teâlâ, yapılan ameli kendisi için kabul etmez ve sahibinin üzerine atar. Ondan sonra, amelde riya olduğu anlaşıldığı takdirde, insanlar da ondan elini çekerler. Böylece riya yapan kimse, ne gökte, ne yerde yüz bulamayan ameliyle ortada kalır.
Bir kısım insanlar, ibadet ve tâat yapılmasından hoşlanmazlar. Bunlar, ibadet edenleri küçümser ve onları hor görürler. Bu sebeple, ibadet için bunlardan takdir beklemek esastan yanlıştır. Bir kısım insanlar da, ibadeti Allah Teâlâ için yapılmasından dolayı severler. Bu insanlar, ibadetin riya için yapıldığını öğrendikleri takdirde, evvelki kısımdan daha büyük bir nefret ve iğrenme gösterirler. Bunların nefret ve iğrenmeleri de Allah Teâlâ’nın kızgınlığına eklendiği zaman, riyanın insana ettiği kötülüğün ürpertici bilançosu ortaya çıkar.
Riyanın çirkinliği o kadar açıktır ki, kendi günahlarının çirkinliğini anlayamayacak kadar basiretleri bağlanmış olan fâsıklar bile, onu anlar ve riyakârları eleştirip alay konusu yaparlar.
Bazı kimseler, kendi gözlerinde büyük gördükleri amellerini insanların da görmelerini isterler. Bunlar şunu bilmelidirler ki, ameller ancak ihlâs ile yapılırlarsa büyüktürler. Bunun için, ihlassız ve riya karıştırılarak yapılan hiçbir amel büyük değildir. Böyle bir ameli ne Allah Teâlâ beğenir, ne de insanlar beğenirler. Onun için ihlâs ile yapılan bir çakıl kadar amel, riya ile yapılan bir dağ kadar amelden daha sevaplı, daha kıymetli, keyfiyetçe de daha büyüktür.
Kaldı ki, bir amelin büyüklüğüne inanılırsa, onun üstüne daha fazla titremek ve riya yüzünden zayi olmasını önlemeye çalışmak daha da önem kazanır.
Bir husus da şudur Bir amel büyükse, onun sevabı da büyük, cezası da büyüktür. Bu sebeple, büyük amel riya yüzünden sahibine büyük ceza getirir. Hâl bu olunca, o amelin büyüklüğüyle övünmek ne işe yarar?
Riyadan uzak durmanın gerekliliği hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"İnsanlara yalnızca tek olan Allah'a ibadet etmeleri emredilmiştir. O'ndan başka (ibadet edilecek) ilâh yoktur. O ortaklardan münezzehtir." (Tevbe, 31)
"İnsanlara yalnızca Allah'a ibadet etmeleri, dini O'na hâlis kılmaları, yalnız O'na iman etmeleri, O'nun için namaz kılmaları ve zekât vermeleri emredilmiştir. Sağlam ve geçerli din budur." (Beyyine, 5)
"Dini O'na hâlis kılarak Allah'a ibadet et." (Zümer, 2) Bu âyetlerde de görüldüğü gibi, Allah Teâlâ ne şekilde olursa olsun ibadet etmeyi değil, hâlis bir şekilde ve yalnız kendisi düşünülerek ibadet edilmesini emretmiştir. Bu sebeple, riya karıştırarak ibadet edenler O'nun emrini yerine getirmemiş ve sorumluluktan kurtulmamış olurlar. Bu duruma göre, namaz kılmak, zikretmek ve oruç tutmak gibi ferdî ibadetleri ifâ edenler, zühd ve uzlet gibi riyazetleri yapanlar, ilim öğretenler, ilim öğrenenler, âlimlere saygı gösterenler, çocuk yetiştiren anne ve babalar, anne babaya hürmet ve hizmet eden evlatlar, din savaşı yapanlar, mal infak edenler, bedenî yardımlarda bulunanlar, va'z ve irşad edenler ve bunlar gibi yaptıklarının karşılığında Allah Teâlâ'dan sevap, rahmet ve cennet isteyen kimseler, yaptıkları ibadet, hayır ve hizmette yalnız Allah Teâlâ'yı düşünmeli, yalnız O'nu görmeli, yalnız O'nun hatırını saymalı ve yalnız O'na yaranmaya çalışmalıdırlar.