Yemekten Önceki Edepler.
Yemek Sırasındaki Edepler.
Yemekten Sonraki Edepler.
Toplu Halde Yemek Yemenin Edepleri
Yemek Yedirmenin Fazileti
Ziyafetin Fazilet ve Edepleri
Yemeği Getirmenin Edepleri
Misafirin dikkat etmesi gereken hususlar.
YEMEK ADABI
Akıl sahiplerinin nihâî maksadı, sevap ve saadet ülkesi olan ahirette Allah Teâlâ'ya yakın olmaktır. Bu maksadı gerçekleştirmek, ancak ilim ve amel sayesinde mümkün olur. İlim ve amel ise vücud sağlığı gerektirirler. Vücud sağlığı ve gücü de ancak yemekle sağlanabilir. Bu sebeple, seleften bazı zatlar, "Yemek de dindendir." demişlerdir. Allah Teâlâ’nın Kur'ân-ı Kerim'in birkaç yerinde yemeyi emretmesi de bunu gösterir. Ancak yemek, tıpkı hayvanların yemeleri gibi gayesiz ve ölçüsüz olmamalıdır. Aksine, vücudu ilim ve amelde çalıştırmak için gerekli olan güç ve enerjiyi kazanma maksadına yönelik olmalı ve dinin bu konudaki ölçü ve edeplerine uymalıdır. Bu şartlar dahilinde yemek de dinin bir emri ve hükmü hâline gelir ve sevap kazanılmasına vesile olur. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Mümin, yediği yemekten ve hanımının ağzına uzattığı lokmadan da sevap kazanır." (Ebu Dâvûd, Tirmizî) Durum bu olunca, dinin yemek konusundaki edep ve ölçülerini iyice öğrenmek ve onları güzelce uygulamak gerekir.
Yemekten Önceki Edepler
1- Yemeği helâl yoldan temin etmek ve Şer'î anlamda temiz olmasına dikkat etmek. Bu husus bir çok âyet ve hadislerde vurgulanmıştır.
2- Elleri yıkamak. Allah Rasûlü (sa), "Yemeğin bereketi ondan önce ve sonra elleri yıkamaktır." buyurmuştur. (Ebu Dâvûd, Tirmizî) Yemekte elleri yıkamak, dinin emrettiği genel temizlik ve nezâfet cümlesindendir. Ayrıca, dini yaşamak maksadıyla yemek ibâdet olduğu için, namaz gibi ibadetlerin başında emredilen temizlik burada da emredilmiştir. Bu ince anlamdan dolayı, yemekte ellerin yıkanmasına da abdest ismi verilmiştir.
3- Yemeği, yere serilen bir örtü üzerinde yemek. Bu vaziyet tevâzua daha uygundur. Bu sebeple Allah Rasûlü (sa), yemeğini yerde yerdi. (Buharî, Ahmed) Ancak bunun tercih edilmesi, masa vesairenin üzerinde yemenin haram olduğu anlamında değildir. Çünkü bunu nehyeden Şer'î bir nass yoktur. Bu konuda bazı usuller sonradan ortaya çıktığı için, onlara belki "bid'at" denilebilir. Ancak her bid'at haram değildir. Çünkü haram olan bid'at, dinin sâbit olan bir hükmüne muhalif olan ve onu kaldırıp yerine geçen bid'attır. Dinin hükümlerine muhalif olmayan ve onlara dokunmayan bid'atlar ise, şartların getirdiği, bazen de gerektirdiği yeniliklerden ibarettir.
Yemek konusunda teamüle giren ve âdet haline getirilen en kötü bid'at, doyuncaya kadar yemektir. Çünkü Allah Rasûlü ve onun ashâbı doyuncaya kadar yemezlerdi. Bu şekilde yemek, nefsin kötü hislerini uyandırır, vücutta da hastalıkların oluşmasına sebep olur. Unu ince elemek de kötü bir bid'attır. Çünkü yemek konusunda bu kadar ileri gitmek, ahiret yolcularına yakışmayan bir zevk düşkünlüğüdür.
4- Oturarak yiyip içmek. Oturmanın değişik şekilleri vardır. Dizleri büküp üstüne oturmak, sol diz üzerinde oturup sağ dizi dikmek, bağdaş kurmak bunun birkaç şeklidirler.
Allah Rasûlü (sa), bütün bu oturma şekilleriyle yemek yemiştir; ancak, kibir ve teazzum (büyüklenme) ifade ettiği için, yastık ve saireye yaslanarak yememiştir. O, yemek esnasındaki tevazu ve mahviyetini şu sözüyle bildirmiştir:
"Ben Allah Teâlâ'nın kulu ve kölesiyim. Onun için, köleler gibi oturur ve köleler gibi yerim."
5- Yemeği lezzet almak için değil, ibâdet ve tâat yapmaya güç bulmak niyetiyle yemek. Bu niyet sayesinde yemek âdet olmaktan çıkıp ibâdet hâline gelir. Niyet, burada olduğu gibi, meşru olan bütün işlerde âdetleri ibâdete çevirir. Yemekte bu şekilde niyet getirince, artık az yemek gerekir. Çünkü çok yemek, ibâdet etmeye yardımcı değildir, aksine, onu engelleyicidir. Bu sebeple çok yemek, ibadet niyetinin samimî olmadığı sonucunu doğurur. Çok yemek, hem maddî, hem de manevî sağlığa zararlıdır.
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Kişi, kendi midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır. Aslında ona, belini doğrultan birkaç lokma yeterlidir. Fakat kendisi bununla yetinmezse, o zaman midesini yemek, su ve nefes için üç kısma bölmelidir." (Tirmizî, Nesaî, İbnu Mâce)
Bu niyetin bir gereği de acıkmadan önce yemek yememektir. Çünkü yemek için gerçek ihtiyaç ancak acıkma halinde oluşur. Bundan önce yemek, tamamen nefsin istediği zevk ve keyf içindir.
6- Kolayca ve ucuz temin edilebilen yemek çeşidiyle yetinmek. Yemek için zaman ve para israf etmek ve kendini sıkıntıya sokmak doğru değildir.6
7- Her hangi bir taamı kötülememek. Taamı kötülemek, Allah Teâlâ'ya yöneltilen bir itiraz hükmündedir. Çünkü onu kullarına rızk yapan kendisidir. Bu sebeple, Allah Rasûlü (sa), hiçbir yemeği kötülemezdi; ancak canı çekmezse yemezdi.
8- Birlikte yemek ve yemeğe uzanan elleri çoğaltmak. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Birlikte ve çokluk hâlinde yemek yiyin. Bunu yaparsanız yemeğinize bereket konulur." (Ebu Dâvûd, İbnu Mâce) Bu itibarla, en hayırlı ve bereketli yemek, üzerinde çok ellerin bulunduğu yemektir.
Yemek Sırasındaki Edepler
1- Başlarken Besmele okumak. Ancak bir kere Besmele okumak yerine, her lokma ile birlikte "Bismillâh" demek daha güzeldir. Çünkü bunu yapmak, Allah Teâlâ'yı daha çok hatırlamaya ve yenilen taâmın O'nun rızkı ve nimeti olduğunu düşünmeye daha çok yardımcı olur. İlk Besmeleyi seslice okumak müstehabtır. Bu, hazır bulunan diğerlerine de Besmele çekmeyi hatırlatır.
2- Sağ elle yemek. Allah Rasûlü (sa), yemekte bu edebe uyulmasını sıkça tenbih ederdi. Bir keresinde, yanında yemek yiyen bir bedevi'ye, "Sağ elinle ye!" dedi. Bedevî yalan söyleyerek, "Sağ elimle yiyemiyorum." dedi. Allah Rasûlü (sa) adamın inat ve yalancılığına kızdı ve, "İnşâallah, gerçekten sağ elinle yiyemeyeceksin!" dedi ve adam ondan sonra sağ elini bir daha ağzına kaldıramadı.
3- Kendi önünden ve kabın kenarından yemek. Ancak yenen şey meyve ise, her tarafta ve üstte iyisi aranabilir.
4- Lokmaları ağzına rahatça girebilecek şekilde küçültmek ve onları acele etmeden iyice çiğnemek. (Bu çiğneme ile yemeğin lezzeti daha iyi duyulur, doyuma daha erken varılır ve çiğnenmiş olan yemek mideyi daha az yorar.)
(Et ve ekmeğin bıçakla kesilmemesi, yemeğin başında ve sonunda tuz yenilmesi gibi hususlarla ilgili sahih hadis yoktur. Bunlar, kaynağı belirsiz halk inançlarıdır.)
5- Ellerini silip yıkamadan önce parmaklarını yalamak. (Müslim) (Bu edep, özellikle yemeklerin parmaklarla yenildiği durumlar içindir.)
6- Kaşıkta yemek bırakıp onu o halde kaba batırmamak. Çünkü bu, ağızdaki hastalığı kaba taşıdığı gibi, iğrenç bir görüntü de verir.
7- Suyu oturarak ve üç nefeste içmek, nefes aralarında hamd etmek ve kabı nefesinden uzak tutmak.
8- Bir topluluğa yemek veya su verirken sağ taraftakilerden başlamak. (Bu edebin yerleşmesi ve herkes tarafından bilinmesi halinde, sona bırakılmak sebebiyle kırılmalar önlenmiş olur.)
Yemekten Sonraki Edepler
1- Doymadan yemeği bırakmak,
2- Ellerini silip yıkamadan önce parmaklarını yalamak. (Bu edep, özellikle yemeğin parmaklarla yenildiği durumlar içindir.)
3- Ekmek ve yemek artıklarını yerden toplamak. Allah Rasûlü’ne nisbet edilen bir sözde şöyle denilmiştir:
"Ekmeğe saygı duyun. Çünkü Allah Teâlâ onu göğün bereketleriyle beslemiştir."
4- El ve ağzını yıkamak ve diş aralarında kalan kırıntıları temizlemek,
5- Kapta yemek kalmamışsa, onu bir iki lokma ile silmek,
6- Allah Teâlâ'ya hamd ve şükretmek. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
"Sizi rızıklandırdığımız temiz ve helâl şeylerden yiyin ve Allah'a şükredin." (Bakara, 172)
En kısa şükür cümlesi, "el-Hamdu lillâh."tır.
Allah Rasûlü (sa), yemekten sonra değişik cümlelerle hamd ve şükretmiştir. Bunlardan birisi şudur:
"Bizim güç ve kuvvetimiz bulunmadığı hâlde bize yedirip içiren Allah'a hamd olsun."
Mânası doğru olan her türlü cümle ve ifade ile hamd ve şükredilebilir. Bunun bazı örnekleri şöyledir:
"İyi işlerin ve şeylerin kendi tevfik ve inayetiyle tamamlandığı Allah'a hamd olsun. Allah'ım! Bize temiz ve helâl şeyler yedir ve bizi hayırlı işlerde çalıştır."
"Her hâl-u kârda Allah'a hamd olsun."
"Allah'ım! Bu yiyip içtiğimizi sana itaatsizlik etme gücüne çevirme."
"Allah'ım! Bize verdiğin rızkı bereketlendir ve onu arttır; bize ondan daha iyisini de nasip et."
"Bu suyu kendi rahmetiyle tatlı ve zevkli kılan, onu günahlarımız yüzünden acı ve tuzlu hale getirmeyen Allah'a hamd olsun."
"Bize yedirip içiren, ihtiyaçlarımızı gideren ve bizi barındıran Allah'a hamd olsun. Ey her şeye bedel olan ve hiçbir şey kendisine bedel olamayan Mevlâ’mız, Seyyidimiz! Açlığımızı giderdin, korkumuzu kaldırdın, sana hamd olsun; bize hidâyet verdin, bizi derbederlikten kurtardın, bizi yoksulluk pençesine düşürmedin, sana hamd olsun; sana devamlı, hâlis, bereketli ve faydalı (bize sevap ve faydalar kazandıran) hamdler ve senalar olsun."
Başkasının yemeği yenmişse, ona da şöyle duâ edilmelidir:
"Allah'ım! Yemek sahibinin hayrını kabul et, rızkını bereketlendir, ona çok hayır yapmayı nasib et ve onu kanaat sahibi kıl; bizi ve onu sana şükredenlerden eyle."
Yediği yemeğin helâl olduğu hususunda şüphesi bulunan bir kimse, onu yediği için çok istiğfâr etmeli, mahzun olmalı ve kendisini maruz bıraktığı cehennem ateşini söndüren göz yaşları dökmelidir. Çünkü Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Haramla beslenen bir vücuda yakışan şey ateştir." (Tirmizî, Beyhakî)
Toplu Halde Yemek Yemenin Edepleri
1- İlim, salahat veya yaşı sebebiyle saygın durumda olan kimseden önce yemeğe başlamamak,
2- Yemekte acem usûlü susmamak; mutlak sükût yerine, bazen tefekkür ve şükretmek, bazen de kısa cümlelerle ibret ve nasihat içeren şeyler konuşmak.
3- İki veya daha fazla kişi aynı kaptan yiyorlarsa, onların hisselerine tecâvüz etmemek. Onların izin ve rızası olmadan bunu yapmak haramdır. Bu sebeple, kendisi çabuk ve çok yiyenlerden ise, bunu arkadaşlarına önceden söyleyip helallik dilemeli veya hissesini onlardan ayırmalıdır.
4- Yemek istemeyen veya az yiyip bırakana üç kereden fazla yemek teklifi yapmamak. Çünkü üç kereden fazla teklif yapmak, memnu olan ısrardır.
Allah Rasûlü (sa), kapıların çalınmasına kadar her türlü teklifte üç kere ile yetinilmesini emretmiş, kendisi de gerekli gördüğü zaman emir ve sözlerini ancak üç kere tekrarlamıştır. (Buharî, Ahmed)
5- Diğerleri de ona uymak zorunda kalacaklarsa, yemeği çabuk bırakmamak; daha fazla yemek istemediği takdirde yer gibi oyalanmak. Başkalarının doymasını sağlamak için biraz fazla yemekte de beis yoktur. Özellikle yemek sahibi bu edebi gözetmelidir.
6- Yemek sahibi cömert ve ikramında samimî bir kimse ise, onun yemeğini normal bir şekilde yemekten çekinmemek. Çünkü yememek veya az yemek bu kimseye karşı kırıcı hareketlerdir.
7- Ev sahibi saygın bir kimse de olsa, onun yaptığı hizmetleri reddetmemek. "İkram ve hizmeti reddeden kimse kötü insandır." denilmiştir. Ev sahibi de misafirlerine hizmet etmekten çekinmemelidir. Çünkü o, kendi evinde hizmetçi durumundadır.
Allah Rasûlü (sa) misafirlerine hizmet eder ve, "Topluluğun büyüğü onlara hizmet edendir." derdi.
İmam Mâlik, kendi evinde henüz çocuk yaştaki İmam Şafiî'nin ellerine su dökmüş ve "Bu seni sıkmasın. Çünkü misafire ikram farzdır." demiştir.
8- Yemek yiyenin ağzına bakmamak. Çünkü bu, bazılarını utandırır, bazılarını da kızdırır.
Yemek Yedirmenin Fazileti
Allah Teâlâ, ashâbı överek şöyle buyurmuştur: "Onlar, kendi canları çekmesine rağmen, yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler." (İnsan,
Allah Rasûlü (sa) da şunları söylemiştir: "Allah Teâlâ kıyâmet gününde kişiye, 'Ey âdemoğlu! Acıkmıştım; bana yemek yedirmedin.’ der. Kişi, 'Sen âlemlerin Rabbisin; ben nasıl sana yemek yedirebilirdim?’ der. Allah Teâlâ, 'Din kardeşin acıkmıştı; ona yemek yedirseydin, bana yedirmiş gibi olurdun.’ der." (Müslim)
"Ziyaretçiye (yiyecek bir şey) ikram ediniz" (Harâitî)
"İyi olanınız yemek yedireninizdir." (Ahmed, Hâkim)
"Günahlara kefaret olan ameller; yumuşak dille konuşmak, yemek yedirmek ve herkes uyurken gece namazı kılmaktır." (Tirmizî)
Allah Rasûlü’ne nisbet edilen bir sözde de şöyle denilmiştir: "Misafirlerinize takdim ettiğiniz yemek yerde durdukça, melekler size salât ve duâ ederler."
Hasan el-Basrî (ra) şöyle demiştir: "Allah Teâlâ, bir kimseden dostlarına verdiği ve onlarla birlikte yediği yemeğin hesabını sormaktan hayâ eder."
Ca'fer es-Sadık (ra) şöyle demiştir: "Allah Teâlâ, bir kimseden dostlarıyla yemek yerken geçirdiği zamanın hesabını sormaz."
Bu sözlerde geçen dostlardan maksat, Allah için sevilen ve arkadaş seçilen kimselerdir. Bir zat, dost ve misafirleri için yiyebileceklerinden daha fazla yemek hazırlardı. Niçin böyle yaptığı sorulunca da şöyle derdi: "Duyduğuma göre, misafir sofrasından arta kalan yemeklerin hesabı sorulmazmış. Biz hesabı sorulmayan yemeği yemek istiyoruz."
Hz. Ali (ra) şöyle demiştir: "Dost ve kardeşlere bir ölçeklik yemek hazırlamak, bir köle azat etmekten daha çok hoşuma gider."
Abdullah İbni Ömer (ra) şöyle demiştir: "Kişinin yolculukta yol arkadaşlarına yemek yedirmesi ve para harcaması, onun soylu oluşunun delilidir."
İlk müslümanlar, bir yerde toplanıp Kur'ân dinledikleri zaman, arkasından topluca bir yemek de yerler ve bu yemeği, Kur'ân dinlemek gibi bir ahiret ameli sayarlardı. (Medine'de ilk Cuma namazını kıldıran Es'ad İbni Zürâre (ra), namazdan sonra bir koyun kesip cemaate yemek yedirmiştir.)
Yemek yedirmek böylesine faziletli ise de, kimseyi yemek yedirmeye zorlamak veya yemek zamanında emri vâki yapıp ev ve iş yerine gitmek câiz değildir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler! Size izin verilmedikçe peygamberin evine gitmeyin ve davet edilmedikçe yemek zamanını kollamayın..." (Ahzâb, 53)
Allah Rasûlü’ne nisbet edilen bir sözde de şöyle denilmiştir: "Kim davet edilmediği bir yemeğe giderse, fâsık olarak gider ve haram olan bir yemeği yer." Ancak, memnun olacağını kesin olarak bildiği bir dost ve akrabanın evine yemek için gitmek veya onun gıyabında yemeğini yemek câizdir. Allah Teâlâ, baba, kardeş, amca, dayı gibi akrabanın ve yakın dostların yemeğini izinsiz yemekte bir beis olmadığını bildirmiştir. (Nur, 61)
Dostlara yapılan ikram ve cömertlik, tekellüf sınırına vardırılmamalıdır. Tekellüf, sıkıntıya girmek demektir. Bu sebeple, ikram maksadıyla borç altına girmek veya evdeki çoluk-çocuğun vacip olan nafakasını kesmek câiz değildir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Senden ne infak edeceklerini soruyorlar. De ki, fazlayı infak edin." (Bakara, 219)
"Ellerini boynuna bağlama, onları her şeyi dökecek şekilde de açma." (İsrâ, 29)
"Allah, bir kimseye ancak gücü kadar teklifte bulunur." (Bakara, 286)
Bu duruma göre, bir kimsenin gücü ancak çorba ikram etmeye müsaitse, o kimsenin pilav yedirmeye kalkışmaması lâzımdır. Fakat, gücü pilava da müsaitse, o zaman da çorba ile yetinmemesi gerekir.
Misafir de fırsat düşkünü olmamalı ve kendisine verilen değeri, önüne konulan yemekle ölçmemelidir. Dostlar arasında yemek, sohbet ve ülfet için sadece bir vesiledir.
Bir halk deyiminde de söylendiği gibi, "gönül sohbet ister, kahve bahane" dir. O halde önemli olan, kalplerin birbirini sevip saymasıdır.
Bir dost bir dostun kendisi için hazırladığı külfetli yemeği görünce şöyle demiştir:
"Yalnız olunca ne sen, ne de ben bu yemeği yemiyoruz. Öyleyse, ikimiz bir araya gelince bu yemeğe ne lüzum vardır?"
Bir dost Hz. Ali'yi yemeğe çağırdı. Hz. Ali (ra) ona şunu söyledi: "Üç şartla davetini kabul ederim. Çocuklarının nafakasını bana yedirmeyeceksin; çarşıdan benim için bir şey alıp getirmeyeceksin, evdeki fazlalığı da benden esirgemeyeceksin."
Selmân-ı Fârisî (ra), misafirlerinin önüne mütevâzi bir yemek koymuş ve şöyle demiştir:
"Allah Rasûlü (sa), gücümüzü aşan masraftan bizi nehyetmiş, varlıktan da cimrilik yapmamamızı emretmiştir. Benim şu andaki durumum ancak buna müsaittir."
Kişinin durumu müsaitse, misafirin nasıl bir yemek istediğini sorması ve yemeği buna göre hazırlaması müstehabtır. Misafire: "Yemek yer misin?" demek yanlıştır. Ona yedirilecek bir şey varsa, getirip önüne konulmalıdır.
Kısacası; Müslüman ev sahibi ise, cömert, samimi ve güler yüzlü olmalı; misafir ise, tok gözlü olmalı, hâlden anlamalı ve teferruata aldırmamalıdır.
Ev sahibi misafirini gücünün son sınırında ağırlamalı; misafir ise, istek ve beklentilerini ev sahibinin hâline göre ayarlamalıdır. Bu bazen onun yemeğini yememek veya az yemek şeklinde olabildiği gibi, bazen de ondan daha çok istemek şeklinde de olabilir.
İmam Şafiî (ra), Bağdat'ta iken ez-Za'farânî'ye misafir olmuştu. Bu zat varlıklı, cömert ve İmamı çok seven birisiydi. Bu durumu bilen İmam Şafiî, bir gün ev hizmetçisine yemek listesinde bulunmayan bir yemek ısmarladı. Ez-Za'farânî bunu duyunca sevinçten uçar gibi oldu ve kendisine bu haberi getiren kölesini mükâfatlandırıp azat etti.
Ziyafetin Fazilet ve Edepleri
Yemeğe davet etmek olan ziyafet, sevaplı bir ameldir. Bu sebeple, Allah Rasûlü (sa) ashâbına ziyafet verir, bunun için bazen borca da girerdi.
İbrahim (as), kendi zamanında "misafir babası" olarak tanınmıştı. Kendiliğinden gelen misafiri bulunmadığı takdirde, şehri dolaşıp misafir bulmaya çalışırdı.
Kur’ân-ı Kerim, meleklerin insan suretine girip ona misafir gittiklerini ve kendisinin hemen genç bir dana kesip onlara yemek hazırladığını bildirmiştir. (Hûd, 69)
Allah Rasûlü (sa) "İman nedir?" diye soran bir adama, "İman yemek yedirmek ve selâm vermektir." demiş (Müttefekun aleyh), "Hac nedir?" diye sorunca da, "Hac, onun yolunda yemek yedirmek ve güzel konuşmaktır." (Geçti) demiştir.
İman ve hac elbette ki bu zikredilen şeylerden ibaret değildirler. Ancak bunlar iman ve haccın önemli boyutlarındandırlar.
Allah Rasûlü (sa), Medine'ye hicret ederken, yolda çok sayıda sığır, koyun ve diğer hayvanları bulunan zengin bir adamın yanından geçer, adam ona yemek teklif etmez; ondan sonra yalnızca birkaç koyunu bulunan bir kadının yanından geçer, kadın onu ve hicret arkadaşlarını çadırına davet eder ve kocasını bile beklemeden bir koyun kesip onlara yemek hazırlar. Bunun üzerine Allah Rasûlü (sa), arkadaşlarına şunu söyler: "Bu iki insanı karşılaştırın ve bilin ki, güzel ve yüce ahlâk Allah Teâlâ’nın elindedir. O, bunu zengin, fakir, erkek, kadın ayırımı yapmadan istediği kuluna verir." (Harâitî)
Enes (ra) şöyle demiştir: "Misafirin girmediği eve rahmet melekleri girmez."
Ziyafet, muttaki ve sâlih kimselere verilmelidir. Bu ilgi, onların moralini kuvvetlendirir ve hâllerinin devamına yardımcı olur.
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Yersen, cömertlerin yemeğini ye; yedirirsen de yemeğini muttakilere yedir." (Geçti) Bunların içinden de fakir ve muhtaç olanlara öncelik verilmelidir.
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "En kötü yemek, zenginlerin çağırılıp fakirlerin çağrılmadığı ziyafet yemeğidir." (Müttefekun aleyh) Dost ve akraba da yabancılara tercih edilmelidir.
Ziyafet, riya ve gösteriş için değil, Allah Teâlâ’nın hoşlandığı bir işi yapmak, Allah Resulünün sünnetini ihyâ etmek ve müslümanlarla kendi arasında dostluk, kardeşlik ve sevgiyi kuvvetlendirmek için verilmelidir.
Öbür yandan, meşru bir mazeret bulunmadıkça, davete icâbet edilmelidir. Davete icâbet bazı âlimlere göre vacip, bazılarına göre müekket (tekitli) sünnettir.
Allah Rasûlü (sa), davetlere icâbet eder ve şöyle derdi: "Yalnız bir keçi bacağı için yemeğe davet edilsem, ona da icâbet ederim." (Buharî)
Enes (ra) şöyle demiştir: "Allah Rasûlü (sa), kölelerin davetlerine de icâbet ederdi."
Allah Rasûlü (sa) bir hadiste de şöyle buyurmuştur: "Davete icâbet etmeyen kimse, Allah ve Rasûlü’ne karşı gelmiş olur." (Müttefekun aleyh)
Daha önceki bir semavî kitapta şöyle denilmiştir: "Bir mil git, bir hastayı ziyaret et; iki mil git, bir cenazenin defninde bulun; üç mil git, davet edildiğin ziyafete katıl; dört mil git, Allah yolundaki bir dostunu ziyaret et."
Hz. Ali'nin oğlu Hasan (ra), bir gün katırına binmiş, giderken, yol kenarında birkaç dilencinin topladıkları ekmek kırıntılarını yemekte olduklarını görür ve onlara yaklaşıp selâm verir. Dilenciler onu, kendileriyle birlikte yemeğe davet ederler. Hasan, "Hay, hay! Allah Teâlâ kibirli insanları sevmez." der ve inip onlarla birlikte ekmek kırıntılarını yer. Ondan sonra da onlara, "Ben sizin davetinize icabet ettim. Siz de benim davetimi kabul edip yarın bana gelin." der. Ertesi gün bu dilencilere mükellef bir ziyafet hazırlar ve onları kendi evinde ağırlar.
Yemek kendisi için hazırlanmışsa, sünnet orucunu tutmuş olan kimse, orucunu bozabilir. Çünkü müslüman kardeşini sevindirmek, nafile oruç kadar sevaplıdır. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:
"Müslüman kardeşini sayan kimse, Allah Teâlâ'ya saygı duymuş olur." (Isbahânî/Tergib-Terhib; Akilî/Duafâ')
"Bir müslümanı sevindiren kimse Allah Teâlâ'yı sevindirmiş olur." (Geçti)
Yemek ve ziyafet vermekte olduğu gibi, yemeğe ve ziyafete icabet etmekte de, maksat ve niyet nefs ve mideye hizmet olmamalı, Allah Teâlâ'nın hoşnutluğunu kazanmak ve onun Rasûlü’ne uymak olmalıdır. Çünkü birinci hâlde bu işler, basit dünya işleri iken, ikinci hâlde ahirete yönelik sâlih amellerdir. Bu amellerde Allah hesabına müslüman kardeşlerini sevindirmek, onları saymak ve onlarla kardeşlik ve dostluk bağlarını kuvvetlendirmek gibi yüce mânalar vardır.
Seleften bazı zatlar şöyle demişlerdir: "Yeme ve içmeye kadar yaptığımız her işi Allah Teâlâ'ya itâat niyetiyle yapmayı seviyoruz." Çünkü itâat niyeti, âdetleri ibâdete çevirir. Ancak haram işlerde niyet geçersizdir. Bu sebeple, örneğin, misafirlerini memnun etmek niyetiyle onlara içki içirmek, kişiyi günaha girmekten kurtarmaz. Niyet, ibadeti de âdete çevirebilir. Örneğin, orucu perhiz niyetiyle tutmak, namazı spor niyetiyle kılmak, bu ibadetleri sevabı olmayan âdetler haline getirir.
Verdiği yemeği minnet sayan ve onunla kibir ve gurura kapılan kimselerin davetine icâbet edilmez. Bunun için şöyle denilmiştir: "O kimsenin davetine icâbet et ki, onun yanında senin kendi rızkını yediğini düşünür ve kendisini bu rızkın ulaşmasında sadece bir aracı olarak görür."
Kazancının tamamı haram olan veya ziyafet verdiği yerde haram şeyler bulunan kimsenin de davetine icâbet etmek câiz değildir. Böyle bir davete icabet edildiği takdirde, oradaki haram şeylere karşı uyarı görevini yapmak, uyarıya kulak asılmayınca da o yeri terk etmek farzdır. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:
"Sizden her hangi birisi, dine aykırı çirkin bir şey gördüğü zaman onu eliyle değiştirsin; eliyle değiştiremezse, diliyle gerekli uyarıyı yapsın; bunu da yapamazsa, kalbiyle tepki göstersin." Kalple tepki göstermek, kötülüğün olduğu veya işlendiği yeri terk etmektir.
(Kötülüğü eliyle değiştirmek, herkesle yaka paça olmak ve her yerde kavga çıkarmak demek değildir. Onun için, elle müdâhale kavgaya dönüşecekse, bundan vazgeçip dille söylemek ve iknâ etmeye çalışmak lâzımdır. Bundan da fitne çıkacaksa, o zaman da kalben rahatsızlık duyup uzaklaşmak gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğün zaman, başka bir konuya geçinceye kadar onlardan uzaklaş (meclislerini terk et)... Bu zalimlerle birlikte oturma." (En'âm, 68) Ancak, müslüman haklarına fiilî bir tecavüz varsa, o zaman bunu elle de değiştirmek ve gerekirse kavga etmek de lâzımdır.)
Gidilen davet ve ziyafet yerinde, herkes kendi hâline münasip ve hatta daha düşük yerde oturmalıdır. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Mecliste aşağı yerde oturmak, Allah için tevâzuun bir çeşididir." (Harâitî, Ebu Nuaym)
(Yerleştirme ev sahibi tarafından yapılırsa, o zaman olayın şekli değişir. Çünkü onun kimseden tevazu ve fedakârlık bekleme hakkı yoktur. Bu sebeple, onun bu işte dikkatli ve adaletli davranması lâzımdır. Dinimiz bu gibi konular için de âdil ölçüler koymuştur; bu ölçülere uyulduğu takdirde sorun çözülmüş olur. Âlimin câhilden, takva sahibinin amelsizden, İslâm için hizmet edenin yerinde oturandan, yakının yabancıdan, yaşlının gençten üstün tutulması, sağ taraftakilerle başlanılması bu ölçüler cümlesindendir.)
Yemeği Getirmenin Edepleri
1- Yemeği beklenen zamandan geciktirmemek. İbadeti vaktinde yapmak gibi, başkalarına yönelik hizmetleri vaktinde yapmak da içtenliği ve gönüllü olmayı ifade eder. Bu da ibadet ve hizmetin değer ve sevabını arttırır.
Allah Teâlâ, bu edebi Hz. İbrahim'in misafirlerini ağırlaması olayı ile ilgili şu âyetlerde bildirmiştir:
"Elçilerimiz İbrahim'e müjde ile gittiler. Ona 'Selâm!’ dediler. O da 'Selâm!’ dedi ve geciktirmeden kızartılmış bir buzağı getirdi." (Hûd, 69)
"İbrahim'in ikram gören misafirlerinin haberini aldın mı? Bunlar, onun evine gittiler ve 'Selâm' dediler. O da 'Selâm' dedi. Kendi içinden de, 'Bunları tanıyamadım." dedi. Ve hemen kalkıp aile tarafına geçti; derken kebap edilmiş semiz bir dana getirdi." (Zâriyât, 24-26)
Allah Rasûlü (sa), bir hadis-i şerifte acele ile (yani geciktirilmeden) yapılması gereken işleri şöyle bildirmiştir:
"Cihâd borusu üflendiği zaman, namaz için ezan okunduğu zaman, kızınıza denk bir talip çıktığı zaman ve cenaze gömülmeye hazırlandığı zaman acele edin." (Tirmizî) Ancak, buna rağmen kerahet vaktine kadar geciktirmemek şartıyla yemeği namazdan önce takdim etmek de câizdir.
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Yemek ve namaz aynı vakte rast gelirlerse, önce yemek yiyin."
Hâtim Asamm (ra) şöyle demiştir: "Acelecilik şeytanın dürtüşüdür. Ancak beş yerde bu, Allah Resulünün sünnetidir. Bu yerler, misafire yemek getirmek, ölüyü defnetmek, kızı evlendirmek, borcu ödemek ve günahtan tevbe etmektir."
2- Programda varsa önce meyveyi takdim etmek Mide ve sindirim açısından bu daha sağlıklıdır.
3- En üstün yemek, et ve etli yemeklerdir. Bu sebeple, böyle bir yemekle yetinmek de mümkündür.
Nitekim, Hz. İbrahim (as) misafirlerine yalnızca kızartılmış dana eti ikram etmiştir. Fakat yemekten önce meyve, yemekten sonra da bir tatlı verilirse, mükemmel bir ikram şekli gerçekleştirilmiş olur. Allah Teâlâ, bu yemek çeşitlerine, "Onlara cennette beğendikleri meyveler ve canlarının çektiği kuş etleri vardır." ayeti, (Vakıa, 20, 21) balın şifalı olduğunu bildiren ayet (Nahl, 69) ve İsrâil Oğullarına çölde bal ve et indirildiğini haber veren ayetle (Bakara, 57) işaret etmiştir.
Ebu Süleyman ed-Dârânî şöyle demiştir:
"Allah Teâlâ’nın nimetlerinden faydalanmak ve ölçülü bir şekilde lezzetli taamlar yemek, Allah Teâlâ'dan razı olma sonucunu doğurur."
Halife Me’mun da şunu söylemiştir:
"Yaz sıcağında karlı su içmek, kulu hâlis bir şekilde Allah Teâlâ'ya şükretmeye sevk eder."
Bu sebeple, Allah Teâlâ israfa kaçmamak şartıyla yeme ve içmeye izin vermiş ve kendisine şükredilmesini istemiştir.
Örneğin bir âyette, "Yiyin, için, fakat israf etmeyin.", bir âyette de "Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin." (Sebe', 15) buyurmuştur.
4- Yemek birkaç çeşit ise, en lezzetli ve makbul olanını önce getirmek. Çünkü bu sonraya bırakılırsa, daha önce doymuş olanlar, onu da yeseler fazla yemiş olurlar, yemeseler onda gözleri kalır.
Mevcut bütün yemek çeşitlerini birlikte takdim etmek ise en iyisidir. Önceki müslümanlar da böyle yaparlardı. Bu yapılmadığı takdirde, yemek listesini başta açıklamakta yarar vardır.
Tekrar söylemek gerekirse, yemekte çeşitlilik ancak ziyafet ve misafir ağırlamakta hoş görülmüştür. Bunun dışında, tek başına veya ev halkı ile yemek yerken bir çeşitle yetinmek asıldır.
5- Misafirden önce yemekten çekilmemek. Çünkü bu hareket, onu utandırır ve doymadığı halde çekilmeye zorlar.
6- Misafiri kapıya kadar uğurlamak.
Misafirin dikkat etmesi gereken hususlar
Bu hususlar ise şunlardır:
1- Tabaktaki yemek doyuracak miktardan fazla değilse, onu bitirmek. Bundan fazla olan yemeği bitirmek ise sünnet değildir.
Allah Rasûlü (sa) ve onun ashâbı döneminde az yemek konulduğu için, onlar tabakta yemek bırakmazlar ve tabağı bir lokma ile silerlerdi.
Tabağı bitirme ve silme sünneti buradan kalmıştır.
2- Kalmak teklif edilmemişse, yemekten sonra oturup ev sahibini meşgul etmemek. Uzak bir yerden gelmiş bir misafirse, üç günden fazla kalmamak.
Allah Rasûlü (sa), "Zorunlu misafirlik hakkı üç gündür." buyurmuştur. (Müttefekun aleyh)
3- Kusur ve eksikleri görmezlikten gelmek, memnun görünmek ve ayrılırken yemek sahibine dua ve teşekkür etmek.
Yemekle İlgili Müteferrik Edepler
1- Ölü evine yemek götürmek müstehabtır. Ca'fer İbni Ebu Tâlib'in şehid düştüğü haberi gelince, Allah Rasûlü (sa) yakınlarına şöyle buyurmuştur: "Ca'fer'in ev halkına yemek götürün. Çünkü ölüm acısı, onları yemek hazırlamaktan alı koymuştur." (Ebu Dâvûd, Tirmizî, İbnu Mâce) Bu yemeği, ev halkının rızasıyla hazır bulunan taziyeciler de yiyebilirler.
2- İbrahim en-Neha'î şöyle demiştir: "Çarşıda ve açık yerde herkesin gözü önünde yemek yemek mürüvvetsizliktir." Bu fiilin hükmü zaman ve âdetlere göre bir ölçüde değişse bile, açıkta yemek yemek hiçbir zaman kerahetten hâli olmaz. Çünkü aynı yemeği bulamayan veya bütünüyle aç olan kimseler için yemek yiyenlerin manzarası bir fitne ve işkencedir.
3- Beş sınıf insanın yemeğini yemek câiz değildir. Bunlar, malının tamamı haram olanlar, gösteriş ve riya için yemek ve ziyafet verenler, bid'at sahibi olanlar, yemek yerinde haram bir şey bulunduranlar ve zâlim kimselerdir. Bu kimselerin yemeğini yemek, şâhidliğin reddine sebeptir.
Bir mahkemede bir şâhid bu sebeple reddedilince, "Ben o yemeğe katılmaya zorlanmıştım." diyerek mazeret bulmak istemişse de, hâkim, "Bu doğru olabilir. Ancak, denildiğine göre, sen sofradaki en lezzetli yemeği aramış ve doyasıya yemişsin. Kimse seni, buna zorlayamazdı." diyerek onu susturmuştur.