Ölüm Sekerâtı
Ruhun Çekilmesi
Ölüm Anında Müstehab Olan İşler.
İbretli Ölümler
Ölüm Sekerâtı
Bil ki, ölüm sekerâtından maksat, ölüme yakın sürede çekilen şiddetli acılar ve sıkıntılardır. Bu acı ve sıkıntılar, akıl giderecek derecede şiddetli oldukları için onlara "sekerât" denilmiştir. Çünkü sekerât, sarhoşluklar demektir. Dünya hayatının sonu bu sekerâtı çekmektir. Bu da dünyanın insana verdiği zararlardan biridir. Dünyayı sevmemek için, sonunun bu türlü azaplarla bitmesi bile, yeterli bir sebeptir. Ancak bu azapların şiddeti de ölenin inanç ve ameliyle orantılıdır. Bu yüzden, inancı bozuk ve ameli kötü olan kimselerin sekerâtı çok daha şiddetli olur. Bu durum, müşahede ile sabit olan bir gerçektir. Öyleyse, sekerâtın şiddetinden sakınmak için de, günahlardan kaçınmak ve sâlih amel işlemek zorunluluğu vardır. Onun için, Lokman Hekîm oğluna şöyle nasihat etmiştir:
"Yavrum! Yaşarken sekerâtı unutma." Yaşarken sekerâtı unutmamak, oturup yas tutmak değil, sekerâtı arttırıcı günahlardan sakınmak ve onu hafifletici amelleri işlemektir. Allah Rasûlü (sa), duâlarında cehennem ateşinden ve kabir azabından Allah Teâlâ'ya sığındığı gibi, sekerât azabından da O'na sığınır ve, "Allah'ım! Ölüm sekerâtımı kolaylaştır." (Muttefekun aleyh) derdi.
Ölüm sekerâtı dünya musibetlerinden olduğu için, diğer musibetler gibi, o da ehl-i iman için günahlara kefaret ve sevapların artmasına vesiledir. Bu iki sebeple bazen iyi olan mü’minlerin de sekerâtı ağır olur. Ancak, bu sekerât onların çektikleri son sıkıntı ve son acıdır. Çünkü bununla günahlarından temizlenmiş ve sevaplarla donanmış ve zenginleşmiş bir hâlde ahiret âlemine göçerler.
Zeyd İbni Eslem şöyle demiştir:
"Mü’min için cennette bir derece takdir edilmiş ve kendisi yaptığı amellerle o dereceye ulaşamamışsa, sekerâtı ağırlaştırılır. Ta ki, bundan hasıl olan sevapla o dereceye ulaşsın. Kâfir de bir iyilik yapmış ve yaşarken onun karşılığını görmemişse, sekerâtı hafifletilir. Ta ki, iyiliğinin karşılığını görsün ve iyiliksiz olarak ölüp cehenneme gitsin."
Mü’minlerin sekerâtta çektikleri acı ve ağrı bütünüyle fizikseldir (bedene aittir). Kalb, ruh ve zihinleri ise, yaşadıkları süre boyunca bekledikleri olayın gerçekleşmekte olduğunu görmekten dolayı sevinçli ve neşelidirler. Çünkü gerçek mü’minler, her zaman ahirete gitmek arzu ve iştiyakıyla yaşarlar. Ölüm sekerâtı onlara bu arzu ve iştiyakın gerçekleşmek üzere olduğunu bildiren bir müjdedir. Bu müjdenin sevinci, onlara sekerâta dayanma güç ve kudretini kazandırır.
Dünyayı ahirete tercih etmiş ve nefsinin arzularını Allah Teâlâ’nın sevap ve rızasından üstün tutmuş kimseler için ise, sekerât elemi hem fiziksel, hem de ruhsaldır. Çünkü bunlar vücutlarıyla ağrı ve sancı çekerken, bir daha bulamayacakları bir hayattan kopmanın ve günahlarının sonucu olarak ahirette uğrayacakları azabın elem ve acısını da duyarlar.
Anî ölümler sekerâtsız gerçekleşirler. Bu sebeple, bu şekildeki ölümlerin acı ve ağrıları az olur. Bu ölümlerde sadece ruhun bedenden çekilmesi hâli yaşanır. Ancak bu şekilde ölmek, günah dökülmesine ve sevap kazanılmasına vesile olmadığı gibi, tevbe ve istiğfar yapılmasına da fırsat vermez. Bundan dolayı, bunlara ihtiyacı olanlar için bu şekilde ölmek iyi değildir.
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Anî ölüm, hazırlıklı olan mü’minler için rahatlık, hazırlanmaya ihtiyacı olanlar için ise hasrettir." (Ahmed)
Bu kimseler, hazırlanmak fırsatı bulamadıkları için kabirlerinde hasret ve esef çekerler. Çünkü, bunlar sekerâtın sıkıntılarından kurtulurlar, fakat öbür tarafta bundan daha şiddetli olan azaplarla karşılaşırlar.
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:
"Kıyâmet gününde doksan çeşit azap vardır. Bu azaplardan her birisi ölüm sekerâtından yetmiş bin kere daha şiddetlidir." (İbnu Ebid-Dünya)
Ruhun Çekilmesi
Sekerâtın son aşaması ruhun çekilmesidir. Bu olay, iyi olan kimseler için oldukça kolay, kötü olanlar için ise son derece zordur. Şöyle denilmiştir:
"İyilerin ruhu hamurdan kıl çekmek gibi, kötülerin ruhu ise diken ağacından tülbent çekmek gibi çekilir." Birinci olayda ruh yara ve bere almaz; ikinci olayda ise, delik deşik olmuş bir hâle gelir. Aldığı bu yara ve bereler kabir hayatı boyunca da ona azap çektirirler.
Allah Rasûlü’ne nisbet edilen bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Ruhun çekilmesi, üç yüz kılıcın birlikte vurulması gibidir."
Hz. Ali (ra), cihadı teşvik ettiği bir konuşmasında şöyle demiştir: "Allah yolunda öldürülmezseniz, aynı ecel ile yatakta ölürsünüz. Allah'a yemin ederim, öldürülen kimse bir kılıç darbesi yerken, ölen kimse bin kılıç darbesini birlikte yemiş gibi acı çeker."
Şeddâd İbni Evs şöyle demiştir: "Ruhun çekilmesi testere ile biçilmekten ve bıçakla doğranmaktan daha fazla elem verir."
Ruhu çekilmekte olan bir adam, duyduğu ağrıyı şöyle ifade etmiştir: "Gökler üstüme çökmüştür; vücudum iğne deliğinden geçiyor."
Şöyle denilmiştir: "Ruhun çekilmesi diri bir hâlde kuşun yolunması ve koyunun yüzülmesi gibidir."
Kâ'b şöyle demiştir: "Ruhun çekilmesi olayında sanki her tarafı dikenli bir çubuk hastanın ağzından içine sokulur ve dikenli dallar onun damarlarına yayılırlar. Ondan sonra da kuvvetli bir adam bu çubuğu çekip çıkarır."
Ruhun çekilmesi sırasında ölüm meleği de görülür. Bu melek, ölenin inanç ve ameline göre ya munis veya müthiş bir suretle gelir. Hareketleri de suret ve şeklini tamamlar mahiyette ya merhametli ve yumuşak, ya da acımasız ve serttir. Rivayete göre İbrahim (as) ölüm meleğine:
"Bana kötü insanların ruhunu aldığın surette görün." demiş. Melek: "Sen bu sureti görmeye dayanamazsın." demiş. İbrahim (as) ısrar etmiş, bunun üzerine melek o surette görünmüş. İbrahim (as), bu korkunç sureti görünce düşüp bayılmış. Kendine gelince meleğe:
"Kötü insanlar için ceza olarak seni bu surette görmeleri yeterlidir." demiş ve bu sefer:
"Bana iyilerin ruhunu aldığın surette görün." demiş ve meleği bu son derece güzel surette görünce de :
"İyiler için mükâfat olarak seni bu surette görmeleri yeterlidir." demiştir.
Amel defterlerinin kapatıldığı son anda, ölenin amelini yazan iki melek de ona görünürler. Ölen iyi bir kimse ise, melekler ona, "Allah Teâlâ seni hayırla mükâfatlandırsın. Sen bizi sâlih ameller yazmakla meşgul ve mutlu ettin." derler. O kötü bir kimse ise, melekler ona, "Allah Teâlâ seni şerle cezalandırsın. Sen bizi kötü şeyler ve günahlar yazmakla meşgul ve mutsuz ettin." derler.
Ruh çekilirken ölüye ahiretteki yeri de gösterilir. Allah Rasûlü (sa) şunları söylemiştir:
"Biriniz, nimet veya azap göreceğini öğrenmedikçe ve cennet ya da cehennemdeki yerini seyretmedikçe ölmez." (İbnu Ebid-Dünya)
"Ölüm anında mü’min Allah Teâlâ’nın rızası ve rahmetiyle, kâfir ise O'nun gazap ve azabıyla müjdelenir." (Muttefekun aleyh)
"Ölüm hâlindeki mü’min, varacağı yer kendisine gösterilince, ölüp Allah Teâlâ'ya mülaki olmak ister. Kâfir ise, varacağı yer kendisine gösterilince, ölüp Allah Teâlâ'ya mülaki olmayı istemez." (Muttefekun aleyh)
"Mü’min ölünce, rahmet melekleri ipekli elbiseler, güzel kokular ve çiçeklerle onu karşılarlar. Onun bu ikramla karşılandığını gören İblis, saçını başını yolup ağlar ve yanındaki şeytanlara, 'Siz bu adamla uğraşmadınız mı?’ diye çıkışır. Şeytanlar, 'Biz çok uğraştık. Fakat onu etkileyemedik.’ derler." (Nesâî, İbnu Ebid-Dünya)
Ölüm Anında Müstehab Olan İşler
Bil ki, ölüm anında çokça kelime-i şehâdet getirmek ve Allah Teâlâ hakkında hüsn-i zan etmek müstehabtır. Hastanın yanında olan kimselerin de ona kelime-i şehadeti telkin etmeleri ve Allah Teâlâ’nın rahmetinin genişliğinden bahsetmeleri sünnettir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:
"Ölülerinize, 'Lâ ilâhe illallah' sözünü telkin edin."
"Lâ ilâhe illallah sözü, daha önceki günahları siler."
"Kim Allah'tan başka ilâh bulunmadığına inanarak (Bir rivayette, buna şâhidlik ederek) ölürse, cennete gider."
Ömer (ra) şöyle demiştir: "Ölenlerinizin yanında hazır olun ve onlara 'Lâ ilâhe illallah' sözünü telkin edin."
Ancak, bu telkini yaparken hastayı sıkmaktan ve bıktırmaktan sakınmak lâzımdır. Buna dikkat edilmediği takdirde, ona fayda yerine zarar verilebilir. Çünkü o, bıkar ve telkin edilen sözden nefret ederse imansız olarak gider.
Ölüm anında "Lâ ilâhe illallah (veya daha mükemmeli, eşhedu ella ilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammeden Rasûlüllah (veya Muhammeden abduhu ve Rasûlühu) sözünü söylemekten maksat, ölenin Allah Teâlâ’nın birliğine (ve Muhammed (sa)’ın O'nun hak elçisi olduğuna) dair imanını tazelemesi ve ölürken Allah Teâlâ'dan başka bir şey düşünmemesi, kalbinde sadece O'nun zikri, dilinde de O'nun ismi bulunmasıdır.
Daha önce de söylediğimiz gibi, yaşarken kalpte Allah Teâlâ korkusunun ümitten fazla olması müstehabtır. Artık korkunun bir işe yaramadığı son demde ise ümidin daha fazla olması iyidir. Çünkü son derece sıkıntılı bir hâlde olan hastanın şiddetle morale ihtiyacı vardır. Bu morali de ona ancak ümit temin edebilir. Ayrıca, bu demde ümit etmek, onun Allah Teâlâ'yı daha çok sevmesine vesile olur ve kendisine mülaki olmak cesaret ve isteğini kazandırır.
Allah Teâlâ bir hadis-i kudside şöyle buyurmuştur:
"Kulum beni nasıl bilirse, ben onun için öyleyim."
Hasta olan bir bedeviye: "Öleceksin." demişler.
Bedevî. "Ölünce beni kime götürürler?" diye sormuş.
"Allah Teâlâ'ya götürürler." demişler.
Bedevî: "Bütün iyiliklerin kendisinden geldiği Allah Teâlâ'ya götürülmekten niye korkayım ve buna neden üzüleyim." demiş.
(Hastayı sağ yanı üzerinde kıbleye doğru veya ayakları kıble tarafına gelecek şekilde sırt üstü yatırmak da müstehabtır.)
Şâfiîler "Şahidlik ederim ki, Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür." derken, Hanefîler, "Şahidlik ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve Rasûlü’dür." derler.
İbretli Ölümler
Mağrur bir padişah bir sefere çıkıyordu. Ona bir elbise getirdiler, beğenmedi. Başka birini getirdiler, onu da beğenmedi. Elbisesi çoktu; en görkemlisini giyip etrafa dehşet ve haşyet saçmak istiyordu. Sonunda bir tanesini beğenip giydi. Bineceği at konusunda da öyle titiz davrandı ve ancak birkaç attan sonra bir tanesini beğendi ve bindi. Arkasında ordusu olduğu hâlde, bu yöreleri ben yaratmışım edasıyla giderken, ansızın ölüm meleği ona göründü ve kendisine, "Ben ölüm meleğiyim, canını alacağım." dedi. Padişahın rengi değişip toprak rengine döndü ve bedeni rüzgâr önünde sallanan bir ağaç gibi titremeye başladı. Toplayabildiği son bir nefesle, "Ne olur, beni bırak, evime geri döneyim, bir daha sarayımı, eş ve cariyelerimi, hazine ve altınlarımı göreyim." diye yalvardı. Melek, "Hayır! Şimdi canını alacağım." dedi ve canını aldı. Cansız kalan padişah, bir kuru kütük gibi yuvarlanıp yere düştü.
Ölüm meleği mütevazi bir mü’mine göründü ve kendisine, "Ben ölüm meleğiyim. Ruhunu alacağım." dedi. Mü’min, "Başım gözüm üstüne! Ben oldum olası hep seni bekledim. Allah'a yemin ederim, seni görmek ve senden ölüm müjdesini duymak kadar hiçbir şey bana zevk vermemiştir." dedi. Melek, "Bir işin, ihtiyacın varsa söyle." dedi. Mü’min, "Bekleyebilir misin?" dedi. Melek, "Senin için beklemekle emrolundum." dedi. Mü’min, "Öyleyse bekle, abdest alıp iki rek'at namaz kılayım. Ve ben son secdede iken ruhumu al." dedi. Melek, bekledi ve son secdede onun ruhunu aldı. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:
"Kulun Allah Teâlâ'ya en yakın olduğu hâl secde hâlidir." Çünkü secde hâli tevazuun son noktasıdır. Allah Teâlâ da kendisine karşı tevazu gösterilmesini sever.
Hasan el-Basrî şöyle demiştir: "Ölüm meleği, her eve günde üç kere bakar. O evde kim rızkını bitirir ve ömrünü tüketirse onun ruhunu alır. Melek, onun ruhunu alınca, evdekiler onun için ağlamaya başlarlar. Melek evden çıkarken dönüp onlara şunu söyler: 'Bu benim bu eve son gelişim değildir. Ben hepinizi alıp götürene kadar buraya gelip gideceğim.’ Ev halkı meleğin bu sözünü duyabilselerdi, öleni bırakıp kendileri için ağlarlardı."
Yezid er-Rakkaşî şöyle demiştir: "Birisi öldüğünde, ev halkı ve akrabası onun ölümüne ve ayrılığına ağlarlar. Bunlar, onun gideceği yeri ve çekeceği azabı bilseler, bunun için ağlarlardı."
Ölüm meleği, Süleyman peygamberin meclisine gelir ve oturur. Ondan sonra da hep meclisteki bir adama (erkândan olan bir adama) bakar. Melek çıkıp gittikten sonra adam, "Bu yabancı kimdi?" diye sorar. Süleyman (as), "O ölüm meleğidir." der. Adam, korkmaya başlar ve şöyle der: "Mecliste hep bana baktı. Demek ki, yakında gelip burada ruhumu alacaktır. Onun için, beni rüzgâra bindirip uzak bir diyara gönder." Süleyman (as), onu kırmaz ve dediği gibi onu bir rüzgâra bindirip uzak bir Hind adasına gönderir. Bundan sonra melek tekrar meclise gelir ve adamı orada göremeyince, "Adam nerede?" diye sorar. Süleyman (as), adamın kendisinden korktuğunu ve bu yüzden rüzgârla uzak bir adaya gönderilmesini istediğini söyledi. Melek tebessüm eder ve şöyle der: "Bu adamın ruhunu şimdi gittiği adada almakla emrolunmuştum. Onun için, kendisini burada görünce şaştım ve kendi kendime, 'Bu adam bu kadar kısa bir sürede nasıl o adaya gidecektir?’ diye düşündüm."
Ölümden kaçmak faydasızdır. O sebeple, ölümden kaçmak için sarf edilen gayret, onu iyi bir şekilde karşılamak için sarf edilse daha akıllıca bir iş olur.