Cenaze İbreti
Kabir ibreti
Kabir Ziyareti ve Ölülere Duâ Etmek.
Ölüleri Kötülememek
Cenaze İbreti
Bil ki, cenazeler akıl sahipleri için ibret, gaflet ehli için de uyarı ve hatırlatmadır. Çünkü onlar (cenazeler), dünyanın fâni olduğunu ve istisnasız herkesin öleceğinin kuvvetli delilleri ve tekzip edilemeyen şâhidleridir. Bu sebeple, bir cenazede hazır bulunan herkes, kendisini onun yerine koymalı ve ölmüş olanın kendisi olduğunu düşünmelidir. Bunun yapılması gafleti dağıtır, nefis ve şeytanın tûl-i emel oyunlarını bozar. Ebu Hureyre (ra), bir cenazenin geçtiğini görünce şöyle derdi: "Git, biz de senin izindeyiz."
Mekhul ed-Dimeşkî, bir cenaze gördüğü zaman şöyle derdi: "Git, biz de arkandayız. Sen bizim için kuvvetli bir mev'ize ve uyarısın. Fakat gafletimiz senden daha kuvvetlidir. Bundan dolayı giden gidiyor, kalan ise sıranın kendisinde olduğunu düşünmüyor."
Sahâbî Useyd İbni Hudayr (ra) şöyle demiştir: "Ben bir cenazede bulunduğum zaman, ölüm ve ondan sonrası dışında bir şey aklıma gelmez." Sahâbî Sa'd İbni Muâz (ra)’ın sözünü daha önce naklettik.
Mâlik İbni Dinar'ın kardeşi ölünce, kendisi ağlayarak (sessizce göz yaşı dökerek) cenazeyi takip etmiş ve şöyle demiştir: "Allah'a yemin ederim, senin akıbetini (cennete gittiğini) öğrenmedikçe artık sevinemem, ben yaşadıkça da bunu öğrenemem."
A’meş şöyle demiştir: "Vaktiyle bir cenazede bulunduğumuz zaman, kimi taziye edeceğimizi bilemezdik. Çünkü, herkes hüzünlü, yaslı ve düşünceli olurdu. Fakat günahlar çoğalınca kalpler katılaştı ve en çarpıcı ibret olan cenaze de etki etmez oldu."
Bir cenazedeki bazı kimseler, ölen için acıdıklarını söyleyince, İbrahim ez-Zeyyât onlara şöyle demiştir: "Ona samimî olarak acıyorsanız, kendinize daha çok acımanız lâzımdır. Çünkü o, üç zorluğu aşmış, siz ise bunların önündesiniz. Bu zorluklar ölüm meleğini görmek, ölüm acısını çekmek ve akıbetini (gideceği yeri) öğrenmektir."
Bu sebeple, bir cenazede bulununca tefekkür etmek, kendine gelmek ve tevbe etmeye karar vermek lâzımdır. Tefekkür etme vaziyetiyle cenazenin önünde gitmek, onun hakkında hüsn-i zan etmek, kendi nefsi hakkında ise su-i zan etmek de edeplerdendir.
(Bir cenazeye katılmak ve bunun çok olan sevabını kazanmak için ölenin çok iyi bir müslüman olması şart değildir. İslâm dininde hıristiyanlıktaki aforoz ve cenazeyi reddetme olayı da yoktur. Allah Rasûlü (sa) müslüman görünen herkes üzerinde namaz kılar veya kıldırırdı. Halbuki bunların içinde gizli münafıklar da vardı. Ancak, daha sonra vahiy yoluyla bunların kimlikleri kendisine bildirilince, artık üzerlerinde cenaze namazı kılması da nehyedildi.
Görüntüler, söylentiler ve su-i zanlar çok kere gerçeği yansıtmazlar. Onun için, Allah Teâlâ yanında iyi olan bazı kimseler kötü, kötü olan bazı kimseler iyi olarak tanınabilirler. Hâl bu olunca, elde sağlam deliller bulunmadıkça insanlar arasında ayırım yapmaya kalkışmak doğru değildir. Cenaze namazı kılmak Allah Teâlâ’nın bir farzı ve İslâm dininin bir şeâiridir. Kimsenin hukukuna taalluk etmeyen bu farz ve şeâiri keyfilik, heves ve garazların elinde oyuncak yapmak câiz değildir.)
Kabir ibreti
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Zâhid o kimsedir ki, kabri ve kabirdeki çürümeyi unutmaz; dünya ziynetinin fazlasını talep etmez; kalıcı olanı geçici olana tercih eder; yarını ömründen saymaz ve kendi nefsini kabir ehlinden sayar." (Geçti)
Hz. Ali (ra) şöyle demiştir: "Kabirdekiler en iyi komşulardır. Çünkü onlar, insana hep ahireti hatırlatırlar."
Hz. Osman (ra), bir kabir başında durduğu zaman ağlar ve sakalını göz yaşlarıyla ıslatırdı. Bu şekilde ağlamasının sebebi sorulduğunda da şunu söylerdi:
"Allah Rasûlü’nden duydum, buyurdu ki: 'Kabir, ahiretin ilk merhalesidir. Kurtulanlar ve helâk olanlar bu merhalede ayrılırlar. Burada kurtulanların işi sonraki merhalelerde daha kolay, helâk olanların işi ise sonraki merhalelerde daha zordur."
Ebu Zer (ra) şöyle demiştir: "Size fakirlik günümü söyleyeyim mi? O, kabre konulduğum gündür."
Ebud-Derdâ (ra), kabirleri sıkça ziyaret eder ve şöyle derdi: "Bunlar bana geleceğimi ve bundan sonraki hâlimi hatırlatırlar."
Ömer İbni Abdulaziz, bazı geceler hiç uyumaz ve şöyle derdi: "Kabir hâli uykumu kaçırdı. O ne acı hâldir ki, en çok sevdiğiniz ve ünsiyet ettiğiniz bir kimseyi o hâlde iken görmek istemez ve ondan vahşet duyarsınız. Vücudu bozulduğu için gözlerinizi, koktuğu için de burnunuzu ona karşı kapatırsınız."
Mücahid şöyle demiştir: "Kabir, hâl diliyle insana şöyle seslenir: 'Ben kurt ve böcek yuvası, yalnızlık, gariplik ve karanlık eviyim. Ben sana bunları hazırladım; sen bana ne hazırladın?"
Yezid er-Rakkaşî, kabirdeki ölüye şöyle seslenir:
"Ey bu çukurda yatan, yalnız kalan ve amellerinin hayır veya şerrini gören! Söyle bakalım: Hangi amellerine sevindin ve hangi tür arkadaşlıktan memnun kaldın?" Ondan sonra ağlar ve şöyle derdi: "Allah'a yemin ederim, sen iyi amellerine sevinmiş ve hayırda yardımlaşma esasına dayanan arkadaşlık türünden memnun kalmışsın."
Hâtim el-Asamm şöyle demiştir: "Kabristandan geçerken kendi ölümünü düşünmeyen ve orada yatan ölülere duâ etmeyen bir kimse, kendisine de, onlara da haksızlık etmiş olur."
Yahya İbni Muâz şöyle demiştir: "Ey Âdemoğlu! Rabbin seni selâmet ve esenlik yurduna (cennete) davet etmiştir. Sen dünyada iken bu davete icabet edersen o yurda girersin. Fakat kabre konulduktan sonra, icabet etmiş olmayı temenni edersen iş işten geçmiş olur."
Hasen İbni Sâlih, süslüce yapılmış kabirleri görünce şöyle derdi: "Dışları çok güzel, içlerinde ise dâhiyeler (tufanlar ve büyük felâketler) vardır."
Ahmed İbni Harb şöyle demiştir: "Gâfil insana şaşılır. O, bir gecelik yatağını elinden geldiği kadar rahat hâle getirmeye çalışır. Fakat kıyâmete kadar yatacağı kabrini yatılabilir hâle getirmek için kılını kıpırdatmaz."
Sufyân es-Sevrî şöyle demiştir: "Kabrini düşünen onu bir cennet bahçesi, düşünmeyen onu bir ateş çukuru olarak bulacaktır."
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur."
(Bu hadisin mânası şudur: Kabir bir kapıdır ve bu kapı ya cennetin bir bahçesine ya da cehennemin bir çukuruna açılır. Çünkü, cesetler kabirde çürürler, ruhlar ise lâyık oldukları yere götürülürler. "Allah isterse kabirleri de cennet veya cehenneme çevirebilir. Onun için ruhlar da kabirlerindedirler." demek doğru değildir. Çünkü, Allah Teâlâ uçsuz ve bucaksız fezalara ve mekânlara sahip ve malik iken, eşref-i mahluk olarak yarattığı insanları mahşere kadar bir iki metrekarelik çukurlarda bekletmez. Onun için, olur olmaz her şeyi Allah Teâlâ’nın kudretiyle tefsir edip hâl cihetine gitmek doğru değildir. Çünkü Allah Teâlâ kudret sahibi olduğu gibi, aynı zamanda hikmet sahibidir. Hikmet ise, akıl nazarında çirkin olan işleri yapmamaktır. Lâkin gerçek durumun bu olması kabri ibret ve korku verici olmaktan çıkarmaz. Çünkü, cennet ne kadar sevimli ise onun kapısı da o kadar sevimli ve cehennem ne kadar korkulu ise, onun kapısı da o kadar korkuludur.)
Meymun İbni Mehran şunu anlatmıştır:
"Ömer İbni Abdulaziz, bir gün Emevî sultanlarının kabirlerini ziyaret ederken bana dönüp şöyle dedi:
'Bu kabirler, saltanat sürmüş ecdadımın kabirleridir. Fakat onlar şimdi hiç yaşamamış gibi bu kabirlerde sessizce uzanmışlardır. Cesetleri de çürümüş ve haşarata mesken hâline gelmiştir.’ Ondan sonra bir müddet ağladı. Daha sonra ise:
'Yemin ederim, Allah Teâlâ’nın azabından emin olanlar, burada dünyada olduklarından çok daha mutludurlar.’ diye ilave etti."
Fatıma binti Hüseyin (Hz. Hüseyin'in kızı), ölen kocası Hasan İbni Hasan (Hz. Hasan'ın oğlu) için şu beyti (iki mısraı) söylemiştir:
Sevinç vesilesiydiler, üzüntü kaynağı oldular
Kısa süre yaşadılar, beklenmeyen anda öldüler
Dâvûd Tâî, kabristanda gezerken bir kadının ağlayarak, "Yavrum! Annene söyle, haşarat hangi yanağından yemeye başladılar?" dediğini duydu ve bunun etkisiyle yere düşüp bayıldı.
Bir kabrin taşında şu kıt'a (dörtlük) görülmüştür:
Sevdiklerimin kabirleri başında durdum
Koşan at yarışları gibi yan yanaydılar
Ağlayıp göz yaşları döktüm. Yaşlı gözlerle
Aralarında kendi mezarımı da gördüm
Basiret sahibi kimseler, kabirler arasında henüz açılmamış olan kendi kabirlerini de görürler. Hatta bazıları daha iyi görmek için hayatta iken kabirlerini kazmış ve nefislerini terbiye etmek maksadıyla içine girip uzanmışlardır.
Kabirdekilere bir günlük zaman verilse, karşılığında bütün dünyayı verirler. Ve o günün saniyelerini altın dikkatiyle kullanıp ibadet ve hayır yaparlar.
Yaşayanların çoğu ise, zamanı önemsiz zanneder ve onu boş yere harcayıp tüketirler. Bu fark şundandır ki, kabirdekiler gerçekleri görmüşler, yaşayanlar ise onlara karşı gafil bir vaziyettedirler.
Salihlerden bir zat şöyle demiştir:
"Allah yolundaki bir dostumu öldükten sonra rüyada gördüm. Hâl hatır sorunca ben, 'el-Hamdu lillâh' dedim. Ölmüş dostum, 'Ben senin dediğin bu sözü diyebilmek için bütün dünyayı verirdim.’ dedi."
Kabir Ziyareti ve Ölülere Duâ Etmek
Bil ki, ölümü hatırlamak, ibret almak ve ölülere duâ etmek için kabir ziyareti müstehabtır. Kabir sahibini tanımak veya onun sâlih bir kimse olduğuna inanmak daha çok etkileyici olması hasebiyle, böylelerinin kabirlerini ziyaret etmek daha çok fayda sağlar. Kaldı ki, ziyaret etmek için bunların tanınmışlıktan ve sâlih olmaktan ileri gelen hakları da vardır. Allah Rasûlü (sa), önceleri kabir ziyaretini yasaklamıştı. Çünkü bu ziyaret cahiliyet usulüyle yapılırdı. Daha sonra, İslâmiyet ile cahiliyet birbirinden iyice ayrılınca buna izin verdi. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Sizi kabir ziyaretinden menetmiştim. Fakat bundan böyle kabir ziyareti yapabilirsiniz. Çünkü o, size ahireti hatırlatır."
İbnu Ebi Müleyke şunu nakletmiştir: "Bir gün Hz. Aişe'nin mezarlıktan geldiğini gördüm ve ona, 'Allah Rasûlü (sa) kabir ziyaretini menetmemiş midir?’ dedim. Hz. Aişe şu karşılığı verdi: 'Evet, önce bunu menetmişti. Fakat daha sonra izin verdi.’ dedi. " (İbnu Ebid-Dünya)
Ancak özellikle kadınlar için, kabir ziyareti izni şarta bağlıdır. Onlar ancak kendi yakınlarının veya sâlih kimselerin kabirlerini ziyaret edebilirler ve bu ziyareti de seslice ağlamamak, seslerini kaldırmamak, tesettürü ihlâl etmemek ve cahiliyet usulünü icrâ etmemek şartıyla bunu yapabilirler. Kabri ellemek, öpmek ve etrafında dönmek gibi işler cahiliyet ve hıristiyanlık âdetleridir. Bu âdetleri icrâ etmemek ve selâm verip ölüye duâ etmekle yetinmek lâzımdır.
Nâfi şunu söylemiştir: "Belki yüz kere, belki daha çok Abdullah İbni Ömer'in kabir ziyaretini gördüm. O kabri selâmlayıp geçerdi. O, Allah Rasûlü’nü, Ebu Bekr ve Ömer'i de böyle ziyaret ederdi. Ziyarete Allah Rasûlü’nün kabri tarafından başlar ve orada "es-Selâmu alâ Resûlillah." der, sonra bir adım atıp "es-Selâmu alâ Ebu Bekir" der, sonra bir adım daha atıp, "es-Selâmu alâ ebi" der ve çıkardı.
Ebu Umâme şunu söylemiştir: "Ben Enes İbni Mâlik'i Allah Rasûlü’nün kabrini ziyaret ederken gördüm. Kabrin önünde durdu, elini yukarıya kadar kaldırıp selâm verdi, ondan sonra ayrıldı."
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Bir adam (din veya nesep) kardeşinin kabrini ziyaret eder ve önünde oturursa, kabirdeki ölü kendisiyle ünsiyet eder ve selâmına cevap verir." (İbnu Abdilberr, İbnu Ebid-Dünya)
Ebu Hureyre (ra) şöyle demiştir: "Adam tanıdığı bir kabri ziyaret eder ve selâm verirse, kabrin sahibi de onu tanır ve selâmını alır. Adam tanımadığı bir kabri ziyaret eder ve selâm verirse, kabir sahibi onu tanımaz, fakat selâmını alır."
Süleyman İbni Suhaym şöyle demiştir: "Ben Allah Rasûlü’nü rüyada gördüm ve kendisine, 'Ya Rasûlullah! Ziyaretçiler gelir, sana selâm verirler. Sen selâmlarını duyar mısın?’ dedim. Allah Rasûlü (sa): 'Evet, selâmlarını duyarım, onlara cevap da veririm.’ karşılığını verdi."
Asım el-Cahderi'nin akrabası olan bir zat şunu anlatmıştır: "Ben Âsım'ı rüyada gördüm ve kendisine, 'Sizi ziyaret ettiğimizde bunu bilir misiniz?’ diye sordum. Asım, 'Evet, Perşembe günü ikindiden sonra Cumartesi sabahı gün doğumuna kadar geçen süre içinde yapılan ziyaretleri biliriz.’ dedi. Ben, 'Neden sadece bu süre içinde yapılan ziyaretleri bilirsiniz?’ dedim. Asım, 'Cuma gününün fazilet ve üstünlüğünden dolayı.’ dedi."
Muhammed İbni Vâsih, kabirleri Cuma günü ziyaret eder ve yukarıda anlatılan süre içinde yapılan ziyaretin ölüler tarafından bilindiğini söylerdi. Allah Rasûlü’ne nisbet edilen bir sözde şöyle denilmiştir:
"Kim Cuma günü anne ve babasının veya bunlardan birinin kabrini ziyaret ederse, (hayatta iken bunlara karşı işlediği) günahları bağışlanır ve anne babasına itaatkâr olanlardan yazılır."
Bir zat şöyle demiştir:
"Her akşam eve dönerken kabristana uğrar ve orada yatanlara seslenerek şöyle duâ ederdim: 'Allah Teâlâ vahşetinizi ünsiyete çevirsin, garipliğinize merhamet etsin, günahlarınızı affetsin ve iyi amellerinizi kabul etsin.’ Sonra bir akşam geç kaldığım için kabristana uğramadan eve geldim. O gece rüyamda pek çok kimseler yanıma geldiler. Ben kim olduklarını sordum. Bana, 'Biz kabristan sakinleriyiz. Sen her akşam bizi ziyaret edip duâ ederdin. Bu akşam niçin bunu yapmadın?’ dediler. Ben onlara, 'İnşâallah bundan sonra hiç aksatmadan bunu yaparım.’ dedim."
Allah Rasûlü’ne nisbet edilen bir sözde şöyle denilmiştir: "Kabirdeki ölü denize düşen bir kimse gibidir. Babasından, evladından, kardeşinden, dostundan ve hayır sahibi dirilerden yardım bekler. Onun beklediği bu yardım da kendisine duâ ve istiğfar etmektir."
Definden hemen sonra da ölüye duâ ve istiğfar etmek müstehabtır. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Ölünüzü defnedince çabuk dağılmayın. Onun kabri başında biraz bekleyip kendisine ünsiyet verin." Ölüye ünsiyet vermek ona duâ ve istiğfar etmektir.
(Bazı alimler, bu hadis-i şerife dayanarak, telkin okumanın da müstehab olduğunu söylemişlerdir. Çünkü o da ölüye ünsiyet verir.)
Kabir üzerinde Kur’ân okumanın sakıncası yoktur. Rivayet edildiğine göre, Abdullah İbni Ömer (ra), defnedilen ölü üzerinde Bakara sûresinin baş kısmıyla son kısmının okunmasını tavsiye etmiştir.
Ahmed İbni Hanbel'in de şöyle dediği nakledilmiştir:
"Kabristana girdiğiniz zaman, Fatiha ve İhlâs surelerini ve Muavvizeteyn'i okuyup sevabını kabristanda yatanlara hediye edin."
Bir zat, geceleri ibadet eder, gündüzleri de kabristanda dolaşırdı. Kendisine, "Kabristanda dolaşmak da ibadet midir?" diye sordular.
Şu karşılığı verdi:
"Kabristanda dolaşmak ibadet değil, fakat ibadete vesiledir. Ben, bundan aldığım güçle geceleri ibadet ederim. Çünkü nefis, ölümü müşahede hâlinde görmedikçe, serkeşlikten vazgeçip ibâdet ve itâat etmeye yanaşmaz."
Ölüleri Kötülememek
Gerek cenaze hâlinde olan ve gerek kabirde yatan ölüleri kötülemekten sakınmak lâzımdır. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:
"Bir kardeşiniz öldüğü zaman, onun aleyhinde konuşmayın." (Ebu Dâvûd)
"Ölüleri kötülemeyin. Onlar ettiklerini bulmuşlardır." (Buharî) "Ölülerinizi kötülükle anmayın. Çünkü onlar kötü değillerse günaha girersiniz; kötü iseler kötülüklerinin cezasını bulmuşlardır." (İbnu Ebid-Dünya)
"Bazen olur ki, bir kul ölür ve onu iyi bilenler onun iyiliğini söylerler. Halbuki Allah Teâlâ onu kötü bilir. Lâkin, kendisi bu durumda şöyle buyurur: "Madem ki, bunlar onu iyi bilir ve iyiliğini söylerler, ben de onu iyi olarak kabul ettim." (Ahmed)
"Bir müslüman ölür ve yakın komşularından üç aile onun iyiliğine şâhidlik ederlerse, Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Kullarımın şâhidliğini kabul ettim ve ölünün bildiğim günahlarını ve kötülüklerini affettim." (Ahmed)