ÖLÜM ANINDAKİ SON SÖZLER
Hz. Hasan (İbni Ali) (ra), ölüm anında telâş göstermiş ve bu hâlini yadırgayan kardeşi Hüseyin'e: "Bu telâş, Allah Teâlâ’nın huzuruna çıkmanın telâşıdır." demiştir.
Hz. Hüseyin (İbni Ali) (ra), şehîd edilirken şöyle demiştir: "Hakla amel edilmediği ve bâtıldan sakınılmadığı bir ortamda yaşamak keder, ölmek ise saadettir."
Hz. Muâviye (ra) ölmek üzere iken, "Beni oturtun." demiş. Onu oturtunca, Allah Teâlâ'yı tesbih ve zikretmeye başlamış ve ağlayıp şöyle demiş:
"Ey Muâviye! Çökmek ve sönmek üzere iken Rabbini hatırlıyorsun. Neden bunu genç ve dinç iken yapmadın?!" Ve artan hıçkırıklar içinde şöyle duâ etmiştir:
"Ey Rab! Bu günahkâr ve katı kalpli ihtiyara merhamet et. Günahlarını af ve hatalarını mağfiret et. Ona hilim ile muamele et. O senden başkasından bir şey ummamış ve senden başkasına güvenmemiştir."
Hz. Muâviye, okuduğu son hutbesinde de şöyle demiştir: "Ey insanlar! Ben biçilmiş bir ziraatın son kalıntılarındanım (yani, göçüp giden ashâb neslinin son kalanlarındanım). Sizi bir süre yönettim. Benden öncekiler sizi daha iyi yönetmişlerdir. Benden sonrakiler ise sizi daha kötü yöneteceklerdir."
Muhammed İbni Ukbe şunu söylemiştir: "Muâviye ölüm hâline gelince şöyle dedi: 'Keşke ben Zîtuva'da birkaç tane koyun otlatan bir çoban olsaydım, yöneticilik emanetini üzerime almasaydım."
Hz. Muâviye (ra), Allah Rasûlü’nün bir parça elbisesini, bir miktar kıl ve tırnaklarını saklamıştı. Ölünce, bu elbisenin onun göğsü üzerine bırakılmasını, kıl ve tırnakların da gözleri üzerine, burun deliklerine ve kulak çukurlarına konulmasını vasiyet etmiştir.
(Halife) Abdulmelik İbni Mervan ağır hastalanınca şöyle demiştir: "Keşke ben, nehir kenarında çamaşır yıkayıp günlük rızkını temin eden bir gassal (çamaşırcı) olsaydım, yönetim emanetini üstlenmeseydim.!" Onun bu sözü Ebu Hâtim'e ulaşınca, bu zat şöyle demiştir:
"Allah Teâlâ'ya hamd olsun ki, ölüm geldiğinde dünya ehli bizim gibi yaşamış olmayı temenni edeler, biz ise onlar gibi yaşamış olmayı temenni etmeyiz."
Ölüm hastalığında Abdulmelik'e, "Ey Mü’minlerin emîri! Kendini nasıl buluyorsun?" diye sorulmuş, kendisi şu cevabı vermiştir: "Ben kendimi Allah Teâlâ'nın Kur’ân-ı Kerim'de buyurduğu gibi buluyorum: "Sizi başlangıçta bir şeysiz yarattığımız gibi, şimdi de bize bir şeysiz geldiniz ve size verdiğimiz dünyalıkları arkanızda bıraktınız. Size şefaat edeceğine inandığınız şefâatçılarınızı da sizinle birlikte görmüyoruz. Sizinle bunların arasındaki bağ kopmuş ve bütün bâtıl inanç ve hesaplarınız boşa çıkmıştır." (En'âm, 94)
Halife Ömer İbni Abdulaziz vefat ederken şu ayet-i kerimeyi okumuştur: "Ahiret yurdunu yeryüzünde büyüklük taslamayan ve fesat çıkarmayan kimselere vereceğiz. Güzel son takva sahipleri içindir." (Kasas, 83)
Hasta iken ona, "Ey Emirel-Mü’minîn! Bize tavsiyede bulun." diyenlere şöyle demiştir: "Benim bu hâlimden ibret alın. Çünkü o, sizin de hâliniz olacaktır."
Ölürken ona, "Ey emirel-Mü’minîn! Sevin! Allah Teâlâ seninle dini ihyâ etti, adâleti diriltti." diyenlerin sözlerini göz yaşlarıyla dinlemiş ve şöyle demiştir: "Sevinmek için bu kadar az bir hizmet, bu kadar az bir adâlet yeter mi?!"
Bir ara durumunu Allah Teâlâ'ya arz ederek şöyle demiştir: "Allah'ım! Bu sana gelen öyle bir kuldur ki, ona emrettiğinde kusurlu davranmış, ona nehyettiğinde aksini yapmıştır. Fakat gerek o hâlde, gerek bu hâlde senden başka ilâh bulunmadığına kesin olarak iman etmiştir."
Halife Harun er-Reşid, hazırlanan kefenini elleyip yoklamış ve şu âyeti okumuştur: "Malım bana yarar sağlamadı; saltanatım da yok olup gitti." (Hâkka, 28, 29)
Halife Me’mun ölürken, yere toprak döktürmüş ve üstüne uzanıp Allah Teâlâ'ya şöyle yakarmıştır: "Ey mülkü zeval bulmayan! Mülkü zeval bulana merhamet eyle."
Halife Mu'tasım ölüm anında şöyle demiştir: "Ömrümün bu kadar kısa olduğunu bilseydim, yaptığım işlerden hiç birini yapmazdım!"
Halife Muntasır, ölürken sıkıntı duyuyor ve sık sık şöyle diyordu: "Dünya gitti, ahiret geldi."
Amr İbni As vefat ederken, evin eşyasını göstererek şöyle demiştir: "Kim bu şeyleri günahları karşılığında benden satın alır?! Keşke bunların hepsi toprak olsaydı!"
Haccâc ölünce şöyle demiştir: "Allah'ım! Kulların senin beni affetmeyeceğini söylüyorlar. Sen, beni affet."
(Allah Teâlâ, müslümanların bir kimse hakkında oluşan iyi veya kötü kanaati boşa çıkarmaz. Ölürken de olsa, bir kimsenin kendisi hakkında oluşan bu kanaati öğrenmesi ve itiraf etmesi iyidir.)
Sahâbî Muâz İbni Cebel (ra), vefat anında şunları söylemiştir:
"Allah'ım! Ben daha önce senden korkuyordum. Şimdi ise şenin hakkında ümit besliyorum. Allah'ım! Bilirsin ki, ben dünyada yaşamayı hiç nefsim için istemedim."
Ve Muâz (ra), bayılıp ayıldıkça da şöyle demiştir: "Allah'ım! Bilirsin ki, kalbim seni seviyor."
Selman-ı Fârisî (ra) vefat anında ağlamış ve şöyle demiştir:
"Allah Rasûlü (sa) bize, 'Dünya malınız bir yolcunun azığı kadar olsun.’ (Ahmed, Hâkim) demişti. Fakat, korkarım ki, biz onun vasiyetini tam tutamadık."
Selman vefat ettikten sonra onun bütün mal varlığını bir araya getirmişler ve hepsinin on küsur dirhemi geçmediğini görmüşlerdir. Fakat, kendisi buna rağmen, dünyadan bir yolcu azığından fazla mala sahip olduğunu düşünmüş ve bundan yakınmıştır.
Bilâl (ra) vefat ederken, hanımı, "Vay benim üzüntüme!" demiş, Bilâl onu duyunca: "Oh benim sevincime! Ben bugün sevdiklerime, Muhammed'e ve ashâbına kavuşuyorum! "demiştir.
Abdullah İbni Mübarek ağırlaşırken başını toprak üzerine bırakmış ve ölürken gözlerini açıp şu âyeti okumuştur:
"Çalışanlar, böyle bir kazanç için çalışsınlar." (Sâffât, 61)
İbrahim en-Nehaî ölüm anında ağlamış ve şöyle demiştir: "Şu anda Rabbimden bana ya cennet veya cehennem müjdesi gelecektir."
Muhammed İbni Munkedir ölürken ağlamış ve şöyle demiştir:
"Allah'a yemin ederim, bilerek büyük bir günah işlemiş değilim. Fakat, korkarım ki, küçük zannedip işlediğim bir günah Allah Teâlâ yanında büyük sayılmıştır."
Âmir İbni Abdulkays ölüm anında ağlamış ve şöyle demiştir:
"Dünyayı sevdiğim veya ölümden korktuğum için değil, artık uzun günlerde oruç tutamayacağım ve uzun gecelerde ibadet edemeyeceğim için ağlıyorum."
Fudayl bayılıp ayılmış ve şöyle demiştir: "Vah yolculuğun uzunluğuna ve azığın azlığına!"
Bir zat ölürken ağlamış ve: "Beni, 'Allah ancak takva sahiplerinin (günahlardan sakınan kimselerin) amellerini kabul eder.’ âyeti ağlattı." (Mâide, 27) demiştir.
Hasan el-Basrî, can çekişen bir hastaya bakarken şöyle demiştir:
"Sonu bu olan bir şeyden (dünyadan) soğumak ve başı bu olan bir şeyden (ahiretten) korkmak lâzımdır."
Cerirî şunu anlatmıştır:
"Cuneyd vefat ederken ben yanındaydım. Kur'ân okuyor ve onu hatmetmeye çalışıyordu.
Ben, 'Bu hâlde de bunu mu yapıyorsun?’ dedim.
Bana: 'Bunu yapmaya benden daha muhtaç kim vardır? Benim amel defterim kapanmak üzeredir.’ karşılığını verdi."
Zünnun'a ölürken, "Canın ne istiyor?" dediler.
Şu cevabı verdi: "Canım, Allah Teâlâ'yı bir nefeslik daha düşünmek istiyor."
Bir zata, ölüm anında, "Allah, de!" dediler. Şu karşılığı verdi: "Allah demek ne demek! Kalbim Allah sevgisiyle parça parçadır."
Ebu Ali er-Ruzbârî ölürken gözlerini açmış ve şöyle demiş:
"İşte gök kapıları açıldı; işte cennet bütün güzelliğiyle göründü; işte bir melek beni cennete gitmekle müjdeledi." Bundan sonra da şu beyti (iki mısraı) okumuştur:
Hakkın için Rabbim! Seni görmeden
Sevgi gözüyle bir şeye bakmadım
Bişr İbni Hars (el-Hâfi) ölürken sıkıntılıydı. Sıkıntısının sebebi sorulunca şunu söyledi: "Allah Teâlâ’nın huzuruna çıkmak kolay değildir."
Ölüm hâlindeki Sâlih İbni Mismâr'a, "Çocuğunu ve eşini emin bir kimseye emânet etmeyecek misin?" dediler. Şu karşılığı verdi: "Allah Teâlâ varken, onları başkasına emânet etmekten haya ederim."
Ebu Süleyman ed-Dârânî ölürken, arkadaşları, "Sevin! Mağfireti ve rahmeti bol olan bir Rabbin huzuruna çıkıyorsun." dediler.
Kendisi şu karşılığı verdi:
"Evet, fakat aynı zamanda, küçük günahların hesabını soran ve büyük günahlardan dolayı ceza veren bir Rabbin huzuruna çıkıyorum."
Ölüm hâlindeki Ebu Bekir el-Vâsitî'ye, "Bize vasiyette bulun." dediler. Şöyle dedi:
"Allah Teâlâ’nın sizden istediklerini hak bilin ve O'nun haklarını gözetin."
Bir zat ölüm hâlinde iken hanımı ağladı. Hanımına niçin ağladığını sordu. Hanımı, kendisi için ağladığını söyledi. Bunun üzerine o zat şöyle dedi:
"Ben kendim için kırk yıl ağladım. Bu sebeple, ağlıyorsan benim için değil, kendin için ağla."
Ölürken el-Kettânî'ye, "Güvendiğin amelin nedir?" diye sordular. Şu karşılığı verdi:
"Şu anda ölmeseydim, sırrımı söylemezdim. Ben kırk sene kalbimin kapısında durdum. Allah Teâlâ’nın zikrinden başka hiçbir şeyi içine sokmadım."
Ölüm hâlindeki Ruveym'e, "Lâ ilâhe illallah, söyle." dediler.
Ruveym: "Ben zaten bundan başka bir söz bilmem ki." dedi.
Ölürken Sufyân es-Sevrî'ye, "Lâ ilâhe illallah, söyle." dediler. Kendisi: "Bütün davamız bu değil miydi?" dedi.
Müzeni, ölüm hâlindeki İmam Şafiî'yi ziyaret edip hâlini sordu.
İmam şu şiiri okudu:
Kalbim katılaşıp yolum daralınca
Ümidimi affına merdiven yaptım
Günahım bana büyük göründü, fakat
Affınla ölçünce affın büyük geldi
Sen hep affedicisin ve hep cömertsin
Büyüklük gösterirsin, minnet edersin
Sen korumazsan İblis'ten kim kurtulur?
Kurtulmadı Adem bile iğfalinden
Ondan sonra da şöyle dedi:
"Ölüyorum; fakat cennete gideceğimi bilseydim kendimi kutlar, cehenneme gideceğimi bilseydim kendimi taziye ederdim."
Ahmed İbni Hadreveyh ölüm hâlinde iken, birisi ona dinî bir mesele sordu. Ahmed'in gözleri yaşardı ve şöyle dedi:
"Yavrum! Doksan beş sene bir kapıyı çaldım. Şimdi o kapı açılıyor. Fakat saadetle mi, yoksa şekavetle mi açılacağını bilmiyorum. Zihnim bununla meşguldür."
Bunlar, ölüm hâlinde söylenmiş sözlerden bazı örneklerdir. Kiminde korku, kiminde ümit, kiminde de sevgi ve şevk hâkimdir. Bu sözleri söyleyenler, kendi hâllerine göre söylemişlerdir. Hepsi de doğru ve ibretli sözlerdir