GÜLCEMAAT DİYARINA HOŞGELDİNİZ
   
  Yeni islami Portaliniz
  NİYETİN HAKİKATI DERECELERİ VE İNCELİKLERİ.
 

Niyetin Fazileti

Niyetin Hakikati

Niyet Amelden Üstün müdür?.

Niyete Göre Amelin Hükmü.

 

 Kalb sahipleri, Kur’ân nuru ve basiret gözüyle gör­müşlerdir ki, saadet ve mutluluğa amel ve ibadetten başka ulaştıran bir yol yoktur. Amel ve ibadet de ancak niyet ile geçerlilik kazanırlar. Onun için, niyetsiz olan amel ve iba­det boşuna yorulmaktır. Niyetin sıhhat şartı da ihlastır. Çünkü ihlassız niyet riyadır. Riya ise münafıklığa denk bir günahtır. Sıdksız ve tahkiksiz ihlâs da hevâ-i nefstir. Allah Teâlâ bu şartları taşımayan ameller için şöyle buyurmuştur: "İşledikleri amelleri değersiz bulup toz gibi savururuz." (Furkan, 23)

(Kalb sahiplerinden maksat, kalb gözü ve basireti açık, sezgisi kuvvetli ve ilhamı sâdık olan kimseler demektir. Bu vasıfta olmayan kalb sahipleri ise, kalpsizdirler. Çünkü şeriat ve tasavvuf ıstılahında kalb, sol göğüsteki et parçası değildir. O, bu et parçasıyla alâka durumu meçhul olan ilâhî bir nur yumağı ve yanan bir semavî ampuldür.)

Sehl et-Tüsterî şöyle demiştir: "Âlimlerin dışındaki bü­tün insanlar helâk olmuşlardır. İlimleriyle amel edenlerin dışındaki bütün âlimler helâk olmuşlardır. Amellerinde ih­lâs gözetenlerin dışındaki bütün amel edenler de helâk ol­muşlardır."

Niyetin Fazileti

Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuş­tur: "Ameller niyetlere göredir ve her amel edene niyetine göre karşılık vardır." (Muttefekun aleyh)

"Kim bir iyilik yapmayı niyet etse, bu niyetinden dola­yı ona bir sevap yazılır." (Muttefekun aleyh)

"Nice kimseler yataklarında öldükleri hâlde, niyetle­rinden dolayı şehidlik mertebesini kazanırlar." (Ahmed)

"Allah Teâlâ, suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, kalplerinize (niyetlerinize) ve amellerinize bakar." (Müslim)

"Nice güzel görünüşlü ameller, bozuk niyet sebebiyle reddedilir ve nice iyi niyetler amel yerinde kabul edilir." (Darekutnî)

"Bir kimse iyi amel işleyene imrenip, 'Keşke imkânım olsaydı ben de o ameli işleseydim!’ derse, niyeti iyi amel yerine geçer ve bir kimse kötü amel işleyene özenip, 'Keş­ke imkânım olsaydı ben de o ameli işleseydim!’ derse bu­nun niyeti de kötü amel yerine geçer." (Tirmizî, İbnu Mâce)

"Kim ganimet almak niyetiyle savaşırsa, onun savaş­ması ganimet içindir." (Nesâî)

"Kim bir kadına ulaşmak için hicret ederse, onun hic­reti kadın içindir." (Muttefekun aleyh)

"Kim bir borcu vermemek niyetiyle alırsa o kimse hır­sızdır." (İbnu Mâce)

"Kim, evlendiği kadının sıdakını vermemeyi niyet ederse, onunla yatması zinadır."

"Kim sünnet olduğu için koku sürünürse, kıyâmet gü­nünde misk gibi kokar. Kim onu kötü bir niyetle sürünür­se, kıyâmet gününde leş gibi kokar." (es-Saffâr)

Allah Rasûlü (sa), Tebuk yolculu­ğuna çıkarken beraberindeki ashâbına şöyle demiştir:

"Bazı kimseler, özürlerinden dolayı Medine'de kaldı­lar. Bunlar, attığımız adımların, yaptığımız masrafların, çektiğimiz sıkıntı ve açlığın sevabına ortaktırlar. Çünkü onlar da samimî olarak bizimle birlikte çıkmak isterlerdi." (Buharî, Ebu Dâvûd)

Allah Rasûlü (sa), zulüm ve yıkım için yola çıkan bir ordunun çölde yere battığını (veya bata­cağını) söyledi. Ashaptan bazıları, onların içinde zorla gö­türülenler de bulunabildiğini (veya bulunabileceğini) söy­lediler. Bunun üzerine kendisi şöyle buyurdu: "Onlar ni­yetlerine göre haşredilirler." (Müslim)

Sahabî Ubeyy (ra), bir adamı üç altın kar­şılığında savaşa götürmüştü. Bunu duyan Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurdu:

"O adamın bu savaştaki sevabı o altınlardan ibaret­tir." (Taberanî), "Çünkü ancak Allah Teâlâ'nın sözünü yükseltmek niyetiyle savaşan kimse, O'nun yolunda savaşmış ve bu­nun sevabını hak etmiş olur." (Muttefekun aleyh)

Hz. Ömer (ra) şöyle demiştir:

"Amellerin efdali Allah Teâlâ'nın farzlarını yerine ge­tirmek, haramlarından sakınmak ve her amelinde O'nun va'detiği sevabı niyet etmektir."

Salim İbni Abdullah İbni Ömer (ra), Halife Ömer İbni Abdulaziz'e yazdığı mektup­ta şöyle demiştir: "Bil ki, Allah Teâlâ'nın kuluna yardımı onun niyetine göredir. Bu sebeple, kimin niyeti tam olsa, Allah Teâlâ'nın ona yardımı da tam olur; kimin niyeti eksik olsa yardım da buna göre eksik olur."

Bir zat şöyle demiştir: "Nice küçük amelleri niyet bü­yütür ve nice büyük amelleri niyet küçültür."

Tevrat'ta şöyle denilmiştir: "Benim için yapılan amelin azı çok, başkaları için yapılan amelin çoğu azdır."

Dâvûd et-Tâî şöyle demiştir: "İyi niyetli olan bir kim­se, eninde sonunda iyi işlere muvaffak olur; kötü niyetli olan bir kimse de, eninde sonunda kötü işler yapar."

Sevrî şöyle demiştir: "Sizden öncekiler (Ashâb ve tabi­în) amel kadar onun niyetine de önem verirlerdi."

(Niyete önem vermek, onun lafız ve kalıbını doğru telaffuz et­mek ve onu bir çok kere tekrarlamak demek değildir. O, ameli Allah Teâlâ'ya has kılmak ve ona dünya ve başka mülahazalar katmamaktır.)

Bir zat şöyle demiştir: "Amelden önce niyetini sağlamlaştır. Bil ki, niyetin sağlam olduğu sürece sen hayır üzerin­desin."

Bir abid, bir âlimden insanı devamlı olarak ibadet hâ­linde tutan amelin ne olduğunu sordu. Âlim, bu amelin de­vamlı olarak ibadet etmek niyeti olduğunu söyledi.

Rivayet edildiğine göre, İsrailoğulları döneminde bir adam, çölde giderken bir kum tepesiyle karşılaşır ve kendi kendine şöyle der: "Bu kum tepesi ekmek olsaydı, ben onu taşıyıp açlara dağıtırdım." Adamın bu dilek ve niyeti üze­rine Allah Teâlâ o dönemin peygamberine şunu bildirir: "O adama de ki: ben niyetini kabul ettim ve kendisine bu işi yapmış gibi sevap yazdım."

Bir zat şöyle demiştir: "Allah Teâlâ'nın üzerimizdeki nimetleri sayamayacağımız kadar çoktur. O'na karşı işledi­ğimiz günahlarımız da tahmin ettiğimizden fazladır. Bu se­beple, sabah akşam (yani, her an) şükretme ve tevbe etme hâlinde olmayı niyet etmemiz lâzımdır."

Ebu Hureyre (ra) şöyle demiştir: "Ahiret mertebeleri niyetlere göre verilir."

Hasan şöyle demiştir: "Cennet ehli cennete, cehennem ehli de cehenneme niyetleriyle giderler."

Bilâl İbni Sa'd şöyle demiştir: "Kul bir söz söylediği za­man, Allah Teâlâ onun niyetine bakar ve o sözü arkasında­ki niyete göre kabul eder."

Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur:

Amelin bel kemiği, özü ve kabul şartı ihlâslı niyettir ve bu niyet tek başına da hayır ve sevaptır.

Bir Fâide

Fudayl İbni İyad (ra), Kur’ân-ı Kerim'deki, "Sizden kimlerin nefisleriyle ve kötülüklerle cihad ettikle­rini ve bu cihadın sıkıntılarına karşı sabrettiklerini belirle­mek ve bu vesile ile imanlarınızın derecesini ve iç durum­larınızı ortaya çıkarmak için sizi imtihan edeceğiz." (Muhammed, 54) âye­tini okur, ondan sonra ağlayıp şöyle derdi:

"Allah'ım! Sen imtihan edersen bizi rüsva edersin ve ne kadar zayıf olduğumuzu ortaya çıkarırsın. Bundan affı­nı diliyoruz."

Niyetin Hakikati

Bil ki, niyet, irade ve kasıt aynı mânaya delâlet ederler. (Bu üç kelimenin mânaları, sonuçta aynı olmakla birlikte, birbi­rinden farklıdır. Çünkü niyet bir işin niçin yapıldığını tayin etmektir. İrade niyet edilen işi yapmaya karar vermektir. Kasd ona doğru hare­kete geçmektir. Fiil veya amel de o işi meydana getirmek için ilgili uzuv ve organları çalıştırmaktır.) Bu mâna kalbin amelidir. Bu manevî amel, dışarıdaki fiil ve amellerin aslı ve kaynağıdır. O, aynı zamanda bun­lar için gerekçe oluşturur ve bunlara bir sıfat kazandırır. Bu sebeple, niyetsiz ve kasıtsız olan fiil ve ameller sıfatsız ve abes kalırlar. Ancak niyetin fiil ve amellere kazandırdığı sı­fat doğru bir sıfat olabildiği gibi, nefsanî ve kötü bir sıfat da olabilir. Bu sıfatlardan birincisi ihlâs, ikincisi ise ri­ya ve gösteriştir. Bu iki sıfat bazen birlikte de olabilirler. Bu durumda ya biri tam, diğeri eksik, ya ikisi de eksik olurlar. Tam olan varsa, geçerli olan odur. Tam olan yoksa ikisi de geçersizdir.

Niyet amelin gayesidir. Bu sebeple, amelin hükmü ni­yete tâbidir. Niyet meşru ise amel de meşrudur; niyet gayr-i meşru ise amel de gayr-i meşrudur. Durum bu olduğu için, "Ameller niyetlere göredir." denilmiştir.

Niyet Amelden Üstün müdür?

Bil ki, ideâl ve asıl olan, niyet ve amelin birlikte olma­sıdır. Çünkü niyet ruh, amel de beden gibidir. Nasıl ki, insan ruh ve bedenin birlikteliğinden hâsıl olursa, tıpkı onun gibi, ibadet de niyet ve amelin birlikteliğinden hâsıl olur. Ancak, ruh ve beden ayrıldıkları zaman, ruh bedenden üs­tün olduğu gibi, niyet ve amel de ayrıştıkları zaman niyet amelden üstündür. Çünkü niyetsiz amel ruhsuz beden gibi değersizdir. Buna dikkat çekmek için Allah Teâlâ, kurban konusunda şöyle buyurmuştur:

"Kurbanların etleri ve kanları Allah'a ulaşmaz. O'na yalnızca takvanız ulaşır." (Hac, 37) Bu olayda et ve kan amel, takva ise niyettir. Allah Rasûlü (sa) da, "Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır." (Taberanî) buyurmuştur.

Niyetin amelden üstün olmasının sebebi bir çok şekil­de izah edilmiştir. Bazı âlimlere göre, niyet gizli olduğu için ona riya girmez. Amel ise, açık olduğundan dolayı ri­yaya da açıktır. En üstün amel, riyadan en uzak olan amel olduğu için, niyet amelden hayırlı ve üstündür. Bazı âlim­lere göre, zaman yönüyle niyet süresi amel süresinden da­ha uzundur. Çünkü mü’min bazen günlerce, haftalarca, hatta yıllarca bir ameli düşünür ve ancak bundan sonra onu yapma imkânını bulur. Süresi en uzun olan amel üstün olduğu için, niyet amelden üstündür. Bazı âlimlere göre, amel niyetsiz olsa hiç değeri olmaz. Niyet ise amelsiz de ol­sa değerlidir. Onun için Allah Rasûlü (sa), "Bir kimse bir haseneye (ibadete, iyiliğe) niyet eder­se, sırf bu niyetinden dolayı ona bir sevap yazılır. Eğer bun­dan sonra o haseneyi fiilen de yaparsa ona on sevap yazı­lır." (Geçti) buyurmuştur. Kendi başına değerli olan bir şey, ancak başkasıyla değerlenen bir şeyden üstün olduğu için, ni­yet amelden üstündür. Bazı âlimlere göre, insan her zaman amel işlemek imkânına sahip değildir. Fakat her zaman ameli niyet ve temenni etme ve düşünüp isteme imkânına sahiptir. Bu sebeple, niyet sayesinde devamlı amel etme hâ­lini yakalayabilir. Devamlı olarak ibadet etme hâlinde ol­mak, ara sıra ibadet etmekten üstün olduğu için, niyet amelden üstündür.

Bazı âlimlere göre ise, niyet kalbi doğrudan doğruya etkiler. Onun için, kalb iyi niyetlerle ıslah olur. Amel ise, ni­yeti güçlendirir. Bu sebeple, onun kalb ıslahına katkısı do­laylı yoldandır. Bu böyle olduğu içindir ki, niyetle irtibatı olmayan amel geçersizdir. Çünkü bu durumda amel kalbi hiç etkilemez ve onun ıslah olmasına katkı yapmaz. Gaye ve maksat kalbin ıslahı olduğuna göre, bunu doğrudan gerçekleştiren niyet amelden üstündür. Amelin önemi ise, niyeti beslemesinde ve kuvvetlendirmesindedir. Çünkü, tecrübe ile de sabit olduğu üzere, dış organlarla yapılan bütün iyi ameller ve işler, kalbi etkiler ve ondaki niyet ve diğer güzel mânaları kuvvetlendirirler. Onun için, örneğin, çok secde etmek tevazuu kuvvetlenir, yetimin başını okşa­mak merhamet duygusunu çoğaltır.

Fâideler

1- Tefekkürden Allah marifeti hâsıl olur. Marifetten O'nun muhabbeti hâsıl olur. Muhabbetten O'nunla ünsiyetin zevki hâsıl olur. Bu işte tefekkür asıl ve temel olduğu için, ilim amelden ve bir saatlik tefekkür bir sene ibadetten üstün tutulmuştur. Tefekkürün önündeki engel ise, nefsin arzuları ve dünya meşguliyetleridir. Bundan dolayı, bir yolunu bulup bunlardan kurtulmaya çalışmak lâzımdır.

2- Bir insanın hayır işlemesi, prensip olarak onun ahi­rete talip olduğunu gösterir. Bu sebeple, Allah Rasûlü (sa), "Bir insanın cemaate devam ettiğini görürseniz, onun mü’min olduğuna şâhidlik edin." buyur­muştur. Buna karşılık, insanın şer işlemesi de onun dünya­ya talip olduğunu gösterir. Çünkü hayır ahiretin sermaye­si, şer ise dünyanın sermayesidir. Kim nereye talip ise, onun için sermaye biriktirir.

Niyete Göre Amelin Hükmü

Bil ki, amel; tâatlar, günahlar ve mubahlar olmak üze­re üç kısımdır. Bunların niyete göre durumları ise şöyledir:

Günahların hükmü niyete göre değişmez. Bu sebeple, "Ameller niyete göredir." hadisine bakarak günahların ni­yetle tâate dönüşebildiğini zannetmek yanlıştır. Böyle bir zan, aynı zamanda Şeriatı yalanlamaktır. Çünkü Şeriat ha­ramın hiçbir suretle helâl olmadığını söylerken, bu zan, haramın niyetle helâl olabildiğini iddiâ etmektir. Bu ise bir ukalalıktır. Ukalalığın sebebi ise cahilliktir.

Onun için, Sehl et-Tüsterî şöyle demiştir: "Allah Teâlâ'ya karşı işlenen en büyük günah câhil kalmaktır. Câhil­liğin en kötüsü de câhil olduğunu bilmemek ve bunu kabul etmemektir. Câhilliğin kötülüğünden dolayı, Allah Rasûlü (sa), "İlim aramak her müslümana farz­dır." buyurmuştur." (Geçti)

Aranması farz olan ilim, din ilmidir. Meşru faydalar sağlayan dünya ilimleri ise toplum için farz-ı kifâye, fertler için de fazilet ve üstünlüktür. Bazı dünya ilimleri de vardır ki, onlar cehaleti daha da koyulaştırır ve derinleştirirler. Bu ilimleri bilenler, câhil oldukları hâlde kendilerini bilgili ve kültürlü zannederler. Bunlar, hem cahildirler, hem de câhil olduklarını bilmezler ve bunu kat'iyyen kabul etmezler. Al­lah Teâlâ, bunlar hakkında şöyle buyurmuştur:

"Peygamberlerimiz onlara açık ilimler getirdikleri za­man, (bu ilimlerden uzak durdular) ve kendi sahip olduk­ları bilgilere güvendiler. Fakat, bu bilgileri, onları Allah’ın azabına karşı koruyamadı. Bu sebeple, azabımızı görünce, 'Bir olan Allah'a iman ettik. O'nun dışındaki şeylere ise küfrettik.’ dediler. Fakat, bu iman ve itiraf artık onlara ya­ramadı." (Gâfir, 83-85)

Şer, haram ve günahlar niyetle değişmediğine göre, "Ameller niyete göredir." hadisi, amellerin diğer iki kısmı olan tâat ve mubahlara yöneliktir. Çünkü tâatların kabul şartı, Allah Teâlâ'ya itâat etmeye niyet etmektir. Bu niyet bulunmadığı takdirde tâat geçersizdir. Ve eğer tâatla kötü bir niyet beslenirse, o zaman da tâat günah hâline gelir. Mubahlar ise, sabit hükümleri bulunmadığı için, niyete gö­re tâat veya günah hükmünü kazanırlar.

Bir amelde aynı cinsten (yani, iyi veya kötü türünden) birkaç niyet tutmak da mümkündür. O zaman iyi niyetler, adedince sevap, kötü niyetler adedince de günah hâsıl olur. Birinci şık için bir misâl şudur: Bir kimse mescide girerken Allah Teâlâ’nın evini ziyaret etmeye, namaz kılmaya, ilim öğrenmeye, sâlih kimseleri görmeye, dışarıdaki günahlar­dan korunmaya birlikte niyet edebilir ve bu niyetler ona ayrı sevaplar kazandırırlar.

Seleften bir zat şöyle demiştir:

"Mübâh işlerimde, hatta yemek, içmek, uyumak gibi zorunlu hâllerimde de ibadet niyeti getirmekten hoşlanıyo­rum." Çünkü, ibadet niyetiyle bütün mübâh işler, zorunlu hâller ve sıradan âdetler ibadete dönüşürler. Farzlar ve sünnetler sayılı ve sınırlı oldukları için, sayısız ve sınırsız sevap kazandıran ameller, niyetle ibadete dönüştürülen bu mübâh işler ve âdetlerdir. Mubahlar sevap depolarıdır. Himmeti ve maksadı ahiret olan kimseler, bunları ibadet niyetiyle sevap hazineleri hâline getirme fırsatını kaçırmazlar.

Ancak tevbe etmekte olduğu gibi, niyet etmekte de sa­dece, "Niyet ettim." demek yeterli değildir. Bunun yanın­da, niyeti arzu ve istek hâlinde kalbinde duymak ve onun önemine inanmak da gereklidir. Bu duyuş ve inanış olma­dıkça, tevbe de, niyet de gerçekçi olmaz. Onun için Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:

"Yalnızca dille tevbe etmek yalancıların tevbesidir." Niyet için de hüküm budur.

İbadet ve hayır yapmak için kalpte niyet doğuran se­bepler üçtür. Bu sebepler bulunmazsa niyet doğmaz. Do­ğan niyetin kuvveti de bu sebeplerin kuvvetli olmasına bağlıdır. Bu sebepler Allah Teâlâ'ya kulluk etme arzusu, cennet ümidi ve cehennem korkusudur. Hepsi de geçerli olan ve imandan gelen bu sebeplerin en büyüğü ve en üs­tünü ise birincisidir. Bu niyetle yapılan ibadet ve hayırların sevabı da en büyük ve en üstündür.

Fâideler

1- Bir işe sebep olmak, o işi yapmak gibidir. Hayırda da, şerde de hüküm budur. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:

"Hayra kılavuzluk eden onu yapan gibidir."

"Allah Teâlâ bir kulunu severse, onu hayra vesile ya­par; bir kuluna buğzederse onu da şerre sebep yapar." Al­lah Teâlâ da şöyle buyurmuştur:

"Onların Allah dışında taptıkları şeylere (putlara) söv­meyin; çünkü onlar da buna karşı ne yaptıklarını bilmeden ve büyük bir haksızlıkla Allah'a söverler." (En'âm, 108) Buna göre, bir fiil hadd-i zatında meşru bile olsa, gayr-i meşru sonuçlar doğurursa ondan sakınmak lâzımdır. Bundan sakınılmadığı takdirde, doğan kötü sonuçlardan dolayı günah kazanıl­mış olur.

2- İnsanın kendi hakkında su-i zan uyandırması, gıybet edilmesine sebebiyet vermesi, kendini töhmetlere maruz bı­rakması ve kendisine haksızlık yapılmasına yol açması gibi işler câiz değildir. Bu işleri yapanlar, sebep oldukları günah­lara ortak olurlar. (Bu cümleden olarak, tasavvufa mensup bazı kimseler, Şeriatın zahirine göre haram ve hatta küfür olan bazı sözler söylemiş ve bazı davranışlarda bulunmuş­lardır. Bunlar bu işleri hangi maksatla yapmış olurlarsa ol­sunlar, günah işlemişler ve ihtimal ki, küfre girmişlerdir. Çünkü Şeriatın zahirini korumak ve ona saygı duymak da farzdır. Bunlar, ayrıca, kendi haklarında su-i zan edilmesine ve aleyhlerinde konuşulmasına sebep olmuşlar ve bu sebe­biyetten dolayı da günah kazanmışlardır.)

 
  Bugün 12 ziyaretçi (56 klik) kişi burdaydı! gullerinefendisi1.tr.gg  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol