Oruç Sabırdır.
Orucun Vacipleri
Orucun Kazası
Orucun Sünnetleri
Orucun Dereceleri
Sünnet Oruçlar
Oruç Sabırdır
Allah Teâlâ, Kur'ân-ı Kerim'in pek çok yerinde sabrı emretmiş, övmüş ve mükâfatının çokluğunu bildirmiştir. Örneğin bir âyette, "Ancak sabredenlere hesapsız mükâfat verilecektir." (Zümer, 10) buyurulmuştur. Allah Rasûlü (sa) da orucun sabrın yarısı olduğunu söylemiştir. (Tirmizî, İbnu Mâce) Oruçlular cennete girdiklerinde onlara: "Geride kalan dünya günlerinde oruç tutmanıza bedel, şimdi gönlünüzce yiyip içiniz." (Hâkka, 24) denir. Bir kudsî hadiste şöyle buyurulmuştur: "İbadet ve tâatlerin sevabı (şartlarına göre) on'dan yedi yüze kadardır. Oruç ise benim içindir; onun sevabını ben takdir ederim." (Müttefekun aleyh) Allah Rasûlü (sa) ise şunları söylemiştir: "Cennetin bir kapısı oruçlulara tahsis edilmiştir. Cennete oradan yalnız onlar girerler." (Müttefekun aleyh), "Allah Teâlâ, oruçlu kullarını meleklere gösterip onlarla övünür ve "Şehvetini, lezzetini, yiyip içmesini benim için terk eden kullarıma bakın!’ der."
Orucun diğer ibadetlere göre iki özelliği ve üstünlüğü vardır. Bunlardan birincisi, onun gizli ve bu sebeple son derecede ihlâslı olması, ikincisi ise, onunla nefsin kırılması ve şeytanın kovulmasıdır. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Şeytan insanın damarlarında dolaşır. Oruç tutarak onun yollarını daraltın." (Müttefekun aleyh) Allah Rasûlü (sa) Hz. Âişe'ye, "Oruç tutmak suretiyle devamlı olarak cennet kapısını çal." demiştir. (Hz. Âişe de bu emir ve tavsiyeye ömrü boyunca uymuş ve sekerâta girdiği gün de oruç tutmuştur.) Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Şeytanlar insanların kalpleri üzerinde dolaşmasalardı, onlar (insanlar veya onların kalpleri) gayb âlemini görebileceklerdi." (Ahmed) Oruç ise, şeytanları kalb semtinden uzaklaştırır; böylece kalbin gözü açılır ve o içine akseden ilâhî nurla gaybı görür veya hisseder.
Oruç, şeytanların ve kötü hislerin hücumuna karşı koruyucu kalkandır.
Oruç diğer ibadetlerin de kapısıdır.
Orucun Vacipleri
Oruçla ilgili vazifeler ve vacipler şunlardır:
1- Şaban ayının son gecesinde hilâli aramak. Bu vacibin terk edilmesiyle bütün mükellefler günah kazanırlar. Çünkü Ramazan ayının başı hilâlin görülmesiyle sabit olur.
Şafiî mezhebine göre, aklı başında, doğru sözlü ve gözleri sağlam bir kişinin hilâli görmesi yeterlidir.
Hanefî mezhebine göre ise, tam kanaat oluşturacak miktarda insanların görmesi lâzımdır. Şafiî mezhebine göre, hilâlin bir yerde görülüp bir yerde görülmemesi halinde, iki yer arasındaki mesafe iki merhale (atmış kilometre) den fazla değilse, her iki yerin halkına da oruç tutmak vacip olur. Bu mesafe daha fazla ise, her yerin hükmü kendine göredir. Hanefî mezhebindeki bir görüşe göre, bir yerde hilâlin görülmesi bütün müslümanları bağlar.
Diğer bir görüşe göre ise, bu hüküm sadece aynı boylamda (ay hareketlerinin değişmediği bölgede) olanlar için geçerlidir. Havanın bulutlu olması veya hilâlin görülmemesi durumunda Şaban ayı otuz gün olarak tamamlanır ve Ramazan orucuna ondan sonra başlanır.
2- Her oruç günü için niyet getirmek. Şafiî mezhebine göre, niyeti şafaktan önce getirmek lâzımdır. Hanefî mezhebine göre ise, öğleden önceye kadar niyet edilebilir. (Daha önce de belirttiğimiz gibi, niyet, yapılacak ibadete zihinde karar vermektir. Bunu sözle ifade etmek ise, zihinde olanı seslendirmekten ibarettir. Bu sebeple, bazı âlimler sahura kalkmak gibi oruca mahsus olan fiillerin de niyet hükmünde olduğunu söylemişlerdir.)
Oruç ibadeti ilk farz olduğu zaman, gecenin her hangi bir vaktinde niyet getirince oradan itibaren oruca başlamak gerekirdi. Fakat daha sonra bunun başlangıcı şafağın sökmesi olarak belirlendi. Allah Teâlâ, hafifletici olan bu son hükmü şöyle bildirdi: "(Ufuktaki) beyaz hat siyah hattan ayrılıncaya kadar yiyip için, ondan sonra akşama kadar orucu sürdürün."
Temiz olmayan kadının oruç tutması caiz değildir. Ancak, kandan temizlendikten sonra, yıkanmadan önce de oruca niyet etmesi geçerlidir.
3- Şafak atışından güneş batışına kadar olan oruç süresi içinde vücudun tabiî menfezlerinden (ağız, burun, göz, kulak, ön ve arka) veya açılan yaralardan mide, barsak, mesane ve dimağa her hangi bir madde ulaştırmamak. Kulağa yağ ve ilaç akıtmak orucu bozduğu halde, kendiliğinden giren su onu bozmaz; göze sürme çekmek de orucu bozmaz. Orucu bozan bir işi unutarak yapmak, elde olmadan boğaza toz, su ve benzeri şeylerin kaçması orucu bozmaz. Ancak su, ağızda fazla çalkalanmak sebebiyle boğaza kaçarsa orucu bozar. Kan aldırmak, menfezlere kuru şeyler sokup çıkarmak orucu bozmaz. Vakti şaşırarak şafaktan sonra veya akşamdan önce yemek içmek gibi, orucu bozan bir işi yapmak, orucu bozup kazayı gerektirir.
4- Cinsî ilişki ve istimna (mastürbasyon) dan sakınmak. Boşalmaya yol açmayan öpme, kucaklama gibi hareketler, mekruh olmakla birlikte orucu bozmazlar.
5- Kusmaya çalışmamak. Kendiliğinden kusmak ise, oruca zarar vermez.
6- Öksürme vesaire ile ağzın içine çıkan balgamı yutmamak. Boğazdaki balgamı yutmak ise, orucu bozmaz. Hanefî mezhebine göre, ağızdaki balgamı yutmak da orucu bozmaz.
(Müctehidler döneminde bulunmayan iğnenin orucu bozup bozmadığı konusunda üç görüş ortaya atılmıştır. Bu görüşlerden birine göre, iğne orucu bozmaz. Birine göre bozar. Birine göre de, kalçadan yapılanı bozmaz, damardan yapılanı bozar. Bu duruma göre takva, oruçlu iken, mümkün mertebe iğne yaptırmamaktır.
Bu ve benzeri konularda mecburî tedavi altında olanları oldukça rahatlatıcı bir bakış getiren İbni Hazm'a göre Allah Teâlâ, oruçta sadece yeme, içme ve cinsel ilişkiyi yasaklamıştır. Bu sebeple, bu üç kavramın şümûlu içine girmeyen şeyler orucu bozmazlar. Asrımız âlimlerinden bir kısmı da bu görüşü benimsemişlerdir. Bkz: Yûsuf el-Kardavî, Fetâvâ Muâsıreh, 306. Bu kitapta İmam İbni Teymiyye'den de İbni Hazm'inkine benzer bir görüş nakledilmiştir. İbni Hazm, hicrî 384-456 yılları arasında Endülüs'te yaşamış bir âlimdir. Zahirî mezhebine mensuptur ve bazı konularda dört mezhebe muhalif içtihatlar yapmıştır. İbni Teymiyye ise, 661-728 seneleri arasında Şam'da yaşamış bir âlimdir. Bu zat da kimi haklı, kimi haksız sebeplerle eleştirilmiştir. Onu eleştirenler bilmelidirler ki, her âlim gibi, bu zatın da bazı fikrî yanlışları olsa bile, çok doğru olan görüşleri de vardır. Ve onun büyük bir âlim olduğunda, iyi niyet taşıdığında, Allah ve Rasûlü’nü sevdiğinde de hiç şüphe yoktur.
Hiç şüphe yoktur ki, mezheplerin görüşleri daha sağlıklıdır. Lâkin zaruretler, zayıf görüşlerle amel etmeyi de zorunlu kılabilirler.)
Orucun Kazası
Özürlü veya özürsüz bir şekilde orucu gününde tutmayanlar, onu daha sonra bir gün olarak kaza ederler. Kaza sayısı çoksa, onları üst üste tutmak şart değildir. Oruçlu iken onu mazeretsiz olarak bozanlar ise, ayrıca kefaret vermek zorundadırlar. Hanefî mezhebi, kefaretin gerekliliği konusunda orucu bozmanın şekilleri arasında ayırım yapmazken; Şafiî mezhebi, kefareti sadece cinsî ilişki ve istimna hallerine tahsis etmişlerdir. Bu iki mezhep arasındaki diğer bir fark da, Hanefî mezhebine göre cinsî ilişkide kefaret iki tarafa da düşerken, Şafiî mezhebine göre onun sadece erkeğe düşmesidir. Orucun kefareti, (mecburî kesilmelerin dışında) üst üste iki ay oruç tutmaktır. Sıhhati ve gücü buna elverişli olmayanlar ise, atmış fakire birer fidye verirler. (Şafiî mezhebine göre fidye fitrenin dörtte biridir. Hanefî mezhebine göre ise ikisi aynı şeylerdir.) Özrü bulunmadığı halde orucunu bozan bir kimsenin, ondan sonra akşama kadar başka bir şey yiyip içmemesi lâzımdır. Meşru bir yolculuk yapan kimse, şafak söktüğü zaman fiilen yolda ise, orucunu kazaya bırakabilir. Gün içinde niyetli olarak evine dönen yolcu, orucunu tamamlamak zorundadır. Oruç tutamayan yaşlılar ve ümitsiz hastalar, her günkü oruç için bir fidye verirler. Çocuklarının sağlığı için oruç tutmayan hâmile ve emziren kadınlar da, orucu kaza etmekle birlikte, Şafiî mezhebine göre fidye de verirler.
Orucun Sünnetleri
1- Sahura kalkmak. Allah Rasûlü (sa), sahura kalkmış ve onu herkese tavsiye etmiştir. Sahura kalkmaktan maksat, fazla yemek değil, seher vaktinin bereketinden istifade etmektir. Allah Teâlâ cennet ehlini tarif ederken, "Onlar seher vakitlerinde istiğfar ederler." (Zâriyât, 18) buyurmuştur. Bu sebeple, sahurun en makbulü da sehere en yakın olanıdır.
2- Akşam namazını kılmadan önce, orucu hurma veya su ile açmak. Sebepsiz yere iftarı geciktirmek sünnet değil, mekruhtur.
3- Şafiî mezhebine göre gün ortasından sonra misvak kullanmamak. Hanefî mezhebine göre ise, misvak kullanmak her zaman müstehabtır.
4- Cömert davranmak. (Çok sadaka vermek, iftar vermek, fakir ve muhtaçları doyurup sevindirmek. Zekât vermeyi Ramazan ayına denk getirmek de güzeldir.)
5- Çok Kur’ân okumak (ve dinlemek, mukabele okumak).
6- Özellikle Ramazan ayının son on gününde itikâfa girmek. Bu Allah Rasûlü’nün âdetiydi. "Kendisi son on günde yatağını toplar, eteğini bağlar ve bütün gücüyle kendisini ibadete verirdi. Muhterem hanımları da birlikte itikâf yaparlardı." (Müttefekun aleyh) Çünkü Kadir gecesi son on geceden biridir. Onun yirmi bir, yirmi üç, yirmi beş veya yirmi yedinci gece olması ihtimali daha kuvvetlidir. Bütün sene içinde sünnet olan itikâf, nezretmek (adamak) suretiyle vacip olur. Bu durumda adanmış süre boyunca mescitten dışarı çıkmamak lâzımdır.
Orucun Dereceleri
Orucun biri diğerinden üstün üç derecesi vardır. Birinci derecesi, sadece yiyip içmeyi ve şehveti bırakmaktır. İkinci derecesi, bunun yanında gözü, kulağı, dili, eli ve ayağı da haram ve şüpheli şeylerden korumaktır. Üçüncü derecesi ise, bunlarla birlikte kalb ve zihni de dünyadan ayırmak ve bunları Allah Teâlâ’nın muhabbet ve tefekkürüne tahsis etmektir. Birinci derecedeki orucun bozulması yemek ve içmekle, ikinci derecedeki orucun bozulması haram bir iş yapmakla, üçüncü derecedeki orucun bozulması ise, Allah Teâlâ'ya ibadet ve itâatten başka bir şey düşünmek ve duymaktır. "Allah, de! Ve bırak, onlar battıkları yerde eğlensinler." (En'âm, 91) âyetiyle orucun en üst derecesine işaret edilmiştir.
Orucun ikinci derecesindeki korumalar ise şöyledir:
1- Gözü haram ve mekruh olan nazarlardan (bakışlardan) korumak. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Nazar İblis'in zehirli oklarındandır. Kim onu Allah korkusuyla terk ederse, Allah ona, kalbinde tadını bulacağı bir iman verir." (Hâkim)
2- Dili yalan, gıybet, koğuculuk, çirkin söz söyleme, kırıcılık ve tartışmaktan korumak ve onu Allah Teâlâ’nın zikri ve Kur'ân okumakla meşgul etmek. Bu meşguliyetin dışında da susmak. Allah Rasûlü’ne nisbet edilen bir sözde şöyle denilmiştir: "Beş şey orucu bozar. Bunlar; yalan söylemek, gıybet etmek, koğuculuk yapmak, yalan yemin etmek ve şehvetle bakmaktır." Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Oruç (günahlara karşı) kalkandır. Biriniz oruçlu olduğu zaman fahiş (çirkin, utanılan) şeyler konuşmasın ve cahilce hareket etmesin. Şayet bir kimse onunla kavga etmek ister veya ona söverse, karşılık vermeyip, 'Ben oruçluyum, ben oruçluyum!’ desin." (Müttefekun aleyh)
3- El ve ayakları haram işlerden korumak.
4- Haram veya şüpheli olan şeylerle iftar etmemek. Çünkü bunu yapmak, Allah’ın emri için helâl şeyleri bile terk etmek olan orucun anlamını ortadan kaldırır. Bu hal, zarar verebilir diye ilâcı bırakıp onun yerine kesin olarak zararlı olan zehiri yutmaya benzer. Çünkü helâl gıda ilaç gibidir; onun ancak çoğu zararlıdır. Haram gıda ise, zehir gibidir; onun çoğu da azı da zararlıdır. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Nice oruç tutan vardır ki, oruçlarından ellerinde sadece açlık ve susuzluk kalır."‘ (Nesaî, İbnu Mâce)
5- İftar ederken tıka basa yememek. Çünkü bu şekilde yiyince, orucun ruhu ve hikmeti olan nefsi kırmak, şehveti azaltmak ve şeytanı uzaklaştırmak imkansızlaşır. Bu sebeple, "Allah Teâlâ’nın en çok buğzettiği kap, ağzına kadar doldurulan midedir." Ve O, buğzettiği şeyin üzerine belâlar ve hastalıklar yağdırır. Hal bu olunca, âdet olduğu üzere, oruç ayında fazla gıda tüketmek ve bu hususta birbiriyle yarışa girmek yanlış bir tutumdur, iftarda fazla yemek, vücudu ve ruhu ağırlaştırdığı için, özellikle bu ayda çok sevaplı olan gece ibadetini yapmak da zorlaşır. Fazla yemek zihni gevşetir ve duyguları öldürür. Oruç kalbi parlatan bir cila iken, çok yemek onun üstüne zift sürmek gibidir. Bu ziftle kararan bir kalbe, melekî ilhamların ve melekûtî nurların yansıması imkânsız hale gelir.
6- İftar edip orucu açtıktan sonra, korku ve ümit karışımı bir his duymak. Bu hissi duymak, her türlü ibadetten sonra gereklidir. Çünkü yapılmış olan amelin kabul edilip edilmediği meçhuldür. Bu sebeple, Allah Teâlâ’nın geniş olan rahmet ve müsamahası amelin kabulü yönünde kalbe ümit aşılarken, ameldeki eksiklik ve yetersizlik de korku verir. Allah Teâlâ, gerçek müminleri, "Onlar, korku ve ümit içinde dua ve ibadet ederler." (Secde, 16) sözüyle nitelemiştir. Hasan el-Basrî (ra), iftardan sonra sohbete dalıp gülen bir topluluk görünce şunu söylemiştir: "Allah Teâlâ, bu oruç ayını kulları için itaat ve hayırlarda yarış alanı yapmıştır. Bu ayda bazı kullar, önde koşarken, bazıları da arkada kalırlar. Koşanların kazancı da, kalanların zararı da büyüktür. Bu yarışta kazançlı mı, zararlı mı olduğunu bilmediği halde, bir insanın gülüp eğlenmesi şaşılacak şeydir."
Oruç tutan bir kimse, yiyip içmeyen meleklere benzemeye çalışır. Bu sebeple, meleklerin diğer özelliklerini de kazanıp onlara benzerlik ve yakınlığını arttırmalıdır. Meleklerin en büyük özelliği ise, Allah Teâlâ'ya karşı mutlak itaat içinde olmak ve hiç günah işlememektir. Kur'ân'ın ifadesiyle onlar; "Allah’ın kendilerine verdiği emirlerde O'na isyan etmez ve kendilerine emredileni yaparlar." (Tahrim, 6) Meleklere benzeme niyeti ve gayreti olmayan kimseler ise, hayvanlara benzerler. Allah Teâlâ bunlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Onlar hayvanlar gibidirler; hatta hayvanlardan daha sapıktırlar." (Âl-İmrân,179), "Onlar hayvanların yedikleri gibi yerler. Onların yeri ateştir." (Muhammed, 12), "Onları bırak, yesinler, eğlensinler ve boş kuruntularla oyalansınlar! Yakında (yapıp ettiklerinin kendilerine neye mal olduğunu) göreceklerdir." (Hicr, 3)
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Oruç bir emanettir. Oruç tutan onu korusun." (Harâitî) Bazı âlimler şöyle demişlerdir: "Nice oruçlular oruçsuzdurlar. Nice oruçsuzlar da oruçludurlar." Bu sözün mânası şudur: Bazı insanlar oruç tuttukları halde, haramlardan sakınmayıp oruçlarını anlamsız hale getirirler; bazı insanlar da nafile oruç tutmazlar, fakat haramlardan sakınıp orucun mânasını gerçekleştirirler.
O halde, yalnızca yemek ve içmekten kesilmekle oruç tutulmuş olmaz. Onun maddî ve manevî faydalarını elde etmek için, yukarıda zikredilen inceliklere de riâyet etmek lâzımdır.
Ahnef İbni Kays'a, "Sen çok yaşlısın; oruç sana zor geliyor; tutma." dediler. Akıl ve hikmetiyle şöhret kazanmış olan zat, bu teklife şu karşılığı verdi: "Ben keyfim için oruç tutuyor değilim. Onu Allah Teâlâ emretmiştir. Ben Allah Teâlâ’nın emrine karşı sabretmeyi, O'nun azabına karşı sabretmekten daha kolay buluyorum."
Sünnet Oruçlar
Sünnet oruçlar; sene içinde, ay içinde ve hafta içinde olmak üzere üç kısımdır.
Sene içinde sünnet olan oruçlar şunlardır:
1- Recep ayı orucu. Üç aylardan olan Recep ayında oruç tutmak sünnettir. Ancak, bazı âlimler, Ramazan ayına benzetilmemesi için bu aydan başka her hangi bir ayın tamamında oruç tutmayı mekruh saymışlardır. Sahih bir rivayette şöyle denilmiştir: "Allah Rasûlü (sa), Ramazan ayı dışında hiçbir ayda baştan başa oruç tutmamıştır." (Müttefekun aleyh)
2- Şaban ayı orucu. Allah Rasûlü (sa), Şaban ayında çok oruç tutardı. Görenler, onu Ramazan ayında sanırlardı. (Müttefekun aleyh) Ancak Şafiî mezhebine göre, sünnet olan Şaban ayı orucu, bu ayın ilk yarısına kadardır. Ondan sonra ise, bu ayın sünneti olarak oruç tutmak mekruhtur. Çünkü Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Şabanın yarısından sonra Ramazana kadar oruç yoktur (Bir rivayette de, bundan sonra oruç tutmayın)." (Sünen sahipleri, İbnu Hibban) Hanefî mezhebine göre ise, bu ayın başından sonuna kadar her hangi bir günde veya günlerde oruç tutulabilir.
3- Zülhicce orucu. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Hiçbir günde amel, Zülhicce ayının ilk on günündeki kadar Allah yanında üstün ve makbul değildir." (Tirmizî, İbnu Mâce) Bu günlerin geceleri de aynı şekilde faziletlidirler. Bundan dolayı, Allah Teâlâ, Fecir suresinde bunlarla yemin etmiştir.
Ay içinde sünnet olan oruçlar, kamerî ayların başı, sonu ve on üç, on dört ve on beşinci gün oruçlarıdır.
Hafta içinde sünnet olan oruçlar ise, Pazartesi, Perşembe ve diğer bir günle birleştirerek Cuma günü oruçlarıdır. Tek başına Cuma gününde sünnet orucu tutmak ise mekruhtur.
Bütün sene oruç tutmak, bazı âlimlere göre mekruhtur. Çünkü Allah Rasûlü (sa) bu türlü oruç tutmamıştır.
Çok oruç tutmak isteyenler, Hz. Dâvûd (as) gibi tutmalıdırlar.
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Allah Teâlâ’nın en çok sevdiği oruç, kardeşim Dâvûd'un orucudur. O, bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi." (Müttefekun aleyh) Bu şekilde oruç tutmak hem nefse daha zordur, hem de 'bir gün sabır, bir gün şükür' esprisine uygundur.
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Allah Teâlâ tarafından bana dünya hazineleri teklif edildi. Fakat ben bunu kabul etmedim ve, 'Bir gün aç kalıp sana yalvarmak, bir gün yiyip sana şükretmek istiyorum.’ dedim." (Tirmizî) Ayrıca, ibadet etmek Allah Teâlâ’nın emri olduğu gibi, ara verip dinlenmek de O'nun ruhsat (izin) ve sadakasıdır. O, emrine uyulması kadar, ruhsat ve sadakasının kabul edilmesinden de hoşlanır. Diğer bazı âlimler ise, bayram günleri hariç tutulmak şartıyla gücü yetenlerin bütün sene oruç tutmalarında bir beis görmemişlerdir. Çünkü, Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Kim bütün sene oruç tutarsa, onun cehennemde yeri olmaz." (Ahmed, Nesaî/el-Kübrâ) Ashâb ve tabiilerden bazı zatlar da bu şekilde oruç tutmuşlardır.
Şu da akıldan uzak tutulmamalıdır ki, önemli olan, çok sayıda oruç tutmak değil, orucun gayesi olan nefis terbiyesini gerçekleştirmek, Allah Teâlâ'ya muhtaç olduğumuzu anlamak ve O'nun nimetlerinin hayatımızdaki vazgeçilmez yerini ve değerini anlamaktır. Bununla birlikte, âlimler dört gün üst üste iftar etmeyi (oruçsuz geçirmeyi) mekruh saymışlardır. Çünkü bu kadar süre iftar kalmak, özellikle günde iki öğün (şimdilerde üç öğün) yemek yenirse, kalbi katılaştırır, nefsi güçlendirir ve ibadette gevşemeye yol açar.