GÜLCEMAAT DİYARINA HOŞGELDİNİZ
   
  Yeni islami Portaliniz
  İMAM RABBANİ'NİN FELSEFE GÖRÜŞÜ
 

İmam-ı Rabbani Ahmed-i Farukî (r.a.) (1563-1624)

 

 

YAZAR:  Mustafa YAZICI

KAYNAK: www.GULLERİNEFENDİSİ1.tr.gg

On altıcı yüzyılda Hindistan'da inanç ve fikir akımları açısından oldukça karışık bir durum karşımıza çıkmaktadır. Hakim devlet gücünün de olmamasına paralel olarak buradaki Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler, Zerdüştler, Sabiiler, Cetiler, Sieralar, Çavakalar, Brahmanlar kendilerine bağlı inanç sahiplerini muhafaza için gayret gösteriyorlardı. Bu bölgede hakimiyetini tesis edip güçlendirmeye çalışan Babür Devleti'nin hükümdarı Ekber Şah, İslami gelişmeyi sekteye uğratmak için her yola başvurmaktadır.

Sözkonusu kargaşadan da istifade ile Ekber Şah, mevcut dinlerin iyi taraflarını alıp yeni bir dini akımı teşekkül ettirmek için, bütün dinlerin mensuplarından oluşan bir heyet topladı. Müslümanlar, İslamiyetin son ve hak din olduğunu belirterek bu heyete dahil olmadılar. Bu gelişmeden sonra Şah, Müslümanlara yönelik baskı ve zulümlerini artırdı. Görevlendirdiği kişileri Müslümanlar arasına salarak bütün gücüyle birlikteliklerini bozmayı hedeflediyse de isteğine ulaşamıyordu.

 

Müslamanlara toplu ibadet yapma, İslami isim koyma yasağını getirerek özellikle Peygamber Efendimizi (s.a.v.) çağrıştıran Ahmed, Muhammed isimlerinin verilmesini yasakladı. Devlet dairelerine heykellerini astırdı. Yapılan baskı ve zülümler neticesinde Hindistan Müslümanlar için adeta bir zindan halini almıştı. İşte İmam-ı Rabbani (r.a.) böyle karışık bir ortamda dünyaya geldi.

 

Asıl adı Ahmed olan İmam-ı Rabbani hazretlerinin soyu Hazreti Ömer'e dayandığından Farukî, memleketinden dolayı da Sirhindî lakaplarıyla tanınır. Ahmed, 971'de (1563) Hindistan'ın Serhend kasabasında doğdu. Bir din alimi olan babası Abdülehad, oğlunu daha küçük yaşından itibaren İslami terbiye ile büyüttü. Kur'an-ı Kerim'i ona hıfzettirdi. Diğer yandan sarf ve nahiv ilmini öğreterek Kur'an'ı anlamasını sağlamaya çaba gösterdi.

 

İlk eğitimini babasından aldıktan sonra Siyalküt şehrine gidip kadı Bedehşani'den Fıkıh, Kelam ve Tefsir derslerini alarak eğitimini tamamlayıp icazet aldı. Daha sonra Delhi'ye giderek burada meşhur Nakşi şeyhi Bakibillah'ın yanında iki ay gibi çok kısa bir sürede tasavvuf ilmini tamamlayarak irşad iznini aldı. On yedi yaşında tahsilini tamamlayarak irşada başlayan Ahmed, babasının vefatından sonra hac farizasını yerine getirmek maksadıyla gittiği kutsal beldelerde, yol boyunca ilim erbabı kimselerle irtibata geçerek özellikle hadis konusunda çok kapsamlı bilgilerle memleketine döndü. 63 yaşında (1624) Serhend'de Hakk'ın rahmetine kavuştu.

 

İman Hizmeti

 

Peygamber Efendimizle (s.a.v.) başlayan iman hizmeti hiçbir zaman durmamış, sadece asrın veya o dönemin hastalık ve icaplarına göre bir seyir takip etmiştir. Her asırda gönderilen müceddidler, mesailerini iman hizmeti noktasında teksif etmişlerdir. İmam-ı Rabbani Hazretleri, iman hakikatlerinden bir meselenin inkişaf etmesini binlerle zevke, keramete tercih etmiştir. Kendisinden keramet bekleyenlere verdiği cevabın devamında; bütün tarikatlerin niha i hedeflerinin, iman hakikatlerinin inkişafı ile vuzuha kavuşturmak olduğunu belirtmiştir. Bundan dolayıdır ki, Nakşiliği iman hakikatlerine sağlam bir şekilde ve dinin farzlarına bağlanma temellerine oturtmuştur.

 

İmam-ı Rabbani hazretlerinin yaşadığı dönemde zararlı düşünce ve fikirler tarikat yoluyla verildiğinden Onun mücahedesi de bu yolla olmuştur. Talebeleri ile beraber tesis ettiği Müceddidiye tarikatıyla hem örnek teşkil etmiş, hem de tarikatların bulaşmış oldukları zararlı akımlardan arındırmaya çaba sarfetmiştir. İrşad vazifesine başlamadan evvel hem fen, hem de din ilimlerini tahsil ederek bilgisini ikmal etmiş ve ömrü boyunca tekke ve medrese ehlini birleştirmeye çalışmıştır. Devrin büyük alimlerinden ders alarak meşhur olan İmam'ın adı kısa bir zamanda Hindistan'ın her yerinde duyulmuştur. Büyük alim Abdulhakim Siyalkuti Onu ikinci binin müceddidi olarak ilan etmesine rağmen tevazusunu hiçbir zaman kaybetmemiştir.

 

İslamiyete yönelik hücumlar felsefe ve akılcılık yoluyla geldiğinden, kalb ve ruh yaralarını tedavi ederek nefsi vehimlerden kurtarmaya çalışmıştır. İmam, dönemin hastalıklarının sebebini üç başlık altında toplar. Bunlar; idarecilerin dinden uzaklaşması, bilginlerin menfaat ve korku sebebiyle Kur'an ve sünnetten ayrılmaları ve tasavvuf ehlinin tarikatı şeriattan ayırmaları olarak sıralar.

 

Önce şeriata ağırlık vererek birinci esas yaptıktan sonra tarikatlarla diğer kesimler arasında bağları güçlendirmeye çalıştı. Harice karşı Müslümanları ortak müşterekler etrafında topladı. Hayat tarzı ve hizmet şekliyle herkesin muhabbetini celbettiğinden "İmam-ı Rabbani" olarak anılmaya başlandı. Tarikatı, hakikatın tahakkukuna vasıta yapmak suretiyle gerçek kimliğine büründürdü. Bütün ilim ve iman feyzini Kur'andan alan Ahmed'in hizmet tarzı büyük bir yankı bulmuş ve bir çok tarikat büyüğünün müridlerini eğitmek üzere kendisine göndermelerine sebep olmuştur.

 

Müsbet Hareketi

 

İslam alimlerinin belirleyici özelliklerinden birisi ve belki de başta geleni, masumların zarar görmelerine sebep olabilecek her türlü faaliyetin, kendi menfaatleri için dahi olsa yine de karşısında olmalarıdır.

 

Ekber Şah'ın ölümünden sonra yerine geçen oğlu Cihangir Şah zamanında da manevi kargaşa devam etmiştir. Daha önce devletin üst kademelerini ellerinde bulunduran Şi i ve Rafiziler, yeni şahı da Müslümanlar aleyhinde kışkırtmaya devam etmişler ve haksız yere İmam-ı Rabbani hazretlerinin hapse atılmasını sağlamışlardı. Bunlar aynı zamanda Şiiliği ve Rafiziliği devlet görüşü olarak halka benimsetmeye çalışıyorlardı. Fikir akımlarının bir gayesi de Müslümanlar arasında kargaşa çıkarmak, dört halife aleyhinde şüpheler uyandırmak ve Peygamber Efendimize bağlılığı azaltmaktı. İmam-ı Rabbani hazretleri bu tehlikeli fikirleri fikir yoluyla bertaraf etmek için; "Peygamberliğin İspatı", "Rafiziliğin Reddi" adlı eserleri yazdı. İslam dünyasının her tarafında faaliyet gösteren bu zararlı akımlara büyük bir darbe indirdi.

 

Onun bu hareketi Şi i idarecileri harekete geçirdi. Çeşitli iftiralar atarak hükümdarı İmamın aleyhine geçirmeye çalıştılar ve nihayetinde tutuklanmasını sağladılar. Güvalyar Kalesine hapsedildikten sonra burasını Medrese-i Yusufiyeye dönüştürdü ve aralarında gayr-i müslimlerin de bulunduğu çok sayıda insanın ebedi saadetine vesile oldu. Bu gelişmeyi gören fitneciler Zerdüşt ve zalim bir kumandanı hücresine gönderirken Rafizi kale komutanının aracılığıyla da İmamı rahatsız etmek için her hileye başvurdukları halde, amaçlarına ulaşamadıkları gibi nihayetinde sözkonusu Zerdüşt ve Rafizinin hatalarını anlayarak Müslüman olmaları ile, idarecileri hüsrana uğratmışlardır.

 

Kendine yapılan bunca eziyet ve zülümlere rağmen İmam-ı Rabbani, babasına başkaldırarak isyan eden Şah Cihan'ı bu yanlış hareketinden vazgeçirerek baba-oğulu barıştırmış saltanat kavgasının son bulmasına vesile olmuştur. Öte yandan hapiste bulunduğu sırada, şaha başkaldırıp kendisini kurtarma tekliflerine izin vermemiş dahilde vuku bulacak bir çarpışmada birçok masumun zarar görebileceğine dikkat çekerek müsaade etmemiştir. Müsbet hareketi karşılık görmekte gecikmemiş, Şah ve oğlu yaptıkları hatanın farkına fararak Onu serbest bırakmışlardır.

 

İmam-ı Rabbani ve Bediüzzaman

 

Kendisinden sonraki dönem hakkında gaybi işaretlerde bulunan büyük müceddidlerden bir tanesi de İmam-ı Rabbani hazretleridir. Bediüzzaman, İmamın Mektubatını okuduğunda "Mirza Bediüzzaman'a Mektup" ifadesiyle karşılaşınca çok hayret etmiştir. Bu mektupta Üstada ısrarla "tevhid-i kıble et" tavsiyesinde bulunur. Üstad, bu hitabdan sonra Cenab-ı Hakk'ın inayetiyle bütün tarikatlerin başı ve menba ı olan Kur'an-ı Azimüşşana yönelerek tavsiyeyi yerine getirir.

 

Bediüzzaman Hazretleri, İmam-ı Rabbani'yi hem şahsiyet hem vazife bakımından büyük hizmetlere vesile olup harika halleri ve çök önemli irşadlarından dolayı; "Ümmetimin alimleri, İsrailoğullarının paygamberleri gibidir" hadisine masadak olan şahsiyetler arasında sayar . Bir başka ifadesinde; "Eğer İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî bugün Hindistan'da hayattadır diye ziyaretine bir dâvet vuku bulsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceğini" belirtir . Eserlerinin muhtelif yerlerinde O'nu "müceddidi-i elf-i sani" olarak tavsif eder.

 

İmam-ı Rabbani'nin Mirza Bediüzzaman'a yazdıklarından bazı bölümler:

"Latif yazı ile süslü, mübarek sayfanız ulaştı. Noksan sıfatlardan münezzeh Allah'a hamd olsun... 'Onlar öyle bir cemaattir ki, kendileriyle oturan şekavete düşmez' hadis-i şerifindeki mana, o şanlı zatlar hakkında buyurulmuştur..."

"O günde kul için şiddet, dehşet, nedamet ve hasretten başka bir şey yoktur. Sübhanallah o günün şiddetini, Kur'anı Mecid'de şöyle haber verdi:

"Kıyamet sarsıntısı büyük bir şeydir. Öyle bir gündür ki, görürsünüz. Emzikli kadın emzirdiğini unutur, gebe kadın hamlini düşürür. İnsanları sarhoşlar gibi görürsün. Ama onlar sarhoş olmadılar. Ne var ki, Allah'ın azabı pek çetindir"...

Son nasihat:

"Mutlaka sahib-i şeriat Resullullah'a (a.s.m.) uymak lazımdır. Ona salat, selam ve tahiyyat. Zira bu ittiba olmadan kurtuluş muhaldir.

Dünyanın aldatmaca süslerine iltifat edilmemelidir. Böyle birşeyin varlığı ile yokluğu önemsiz olmalıdır. Zira dünya, Allah katında buğza uğramıştır, Onun katında hiçbir değeri yoktur... Dünyanın vefasızlığı, tezce elden çıkışı bilinen bir şeydir. Hatta görülmektedir. Bundan önce geçip giden dünya adamlarına bakıp ibret almalısınız.

Allah Teala size ve bize Seyyidü'l-Mürselin Resulullah (a.s.m.) Efendimize tabi olma yolunda başarı ihsan eylesin. Ona ve âline salat ve selam".

 
 
  Bugün 87 ziyaretçi (103 klik) kişi burdaydı! gullerinefendisi1.tr.gg  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol