GÜLCEMAAT DİYARINA HOŞGELDİNİZ
   
  Yeni islami Portaliniz
  "Kaderin her şeyi güzeldir."
 

Kader; Cenab-ı Hakk'ın ezelden ebede kadar her şeyin, her şeyini, her
halini, zamanını, mekânını, sıfatlarını, özelliklerini ezelî ilmi ile bilip
ona göre takdir etmesi, planlamasıdır.

Kaza; kaderde planlanan bir şeyin varlık sahasına çıkarılmasıdır.

Cüz'i irade; "bir anda ancak bir şey dileyebilen, iki şeye birlikte taalluk
etmeyen insan iradesi" şeklinde tarif edilir.

İnsan bir anda iki şey dileyemez. Dileyebilseydi, kendisine bunu
gerçekleşmesi için gerekli gücün de verilmesi gerekirdi. Halbuki, insanın
iradesi gibi kudreti de cüz'i. Bir anda iki iş yapamıyor. İki eli var ama,
iki mektubu birlikte yazamıyor. Aynı anda iki yöne bakamıyor; iki farklı
istikamete gidemiyor.

İnsanın fikri de cüz'i; bir anda iki şey düşünemiyor.

Ef'al-i ibad; kulların fiilleri, işleri manasına gelir. İnsanın yaptığı
işler ikiye ayrılıyor: İhtiyarî ve ızdırarî.

Birinciler kulun kendi iradesiyle işlediği fiiller, ikincisi ise onun
iradesinin dışında yapılan İlahi icraatlardır. Konuşmamız, kitap okumamız,
yürümemiz birinci tip işlere, kalbimizin çalışması, hücrelerimizin
değişmesi, ihtiyarlamamız, ölmemiz de ikincilere örnek olarak verilebilir.
Bu iki ayrı fiil arasındaki mahiyet farklılığını herkes vicdanen bilir.
Fakat gel gör ki, günah ve isyan yolunu tutan bazı kişiler, vicdanlarının
sesine kulak tıkar, onun aksini savunmayı tercih eder ve isyan yoluna kendi
iradeleri dışında sevk edildiklerini insafsızca müdafaa ederler.

Kesb; insan iradesinin bir fiile yönelmesi ve onu işlemeye azmetmesi
demektir. "Kesb, fiilin aslını değil, vasfını etkiler." denilir. Yani, insan
iradesinin bir fiile yönelmesi o fiilin "yaratılmasını" değil, "hayır veya
şer oluşunu" etkiler.

Hayır ve şer: Hayır; bir fiilin, bir halin yahut bir düşüncenin İlâhî rızaya
uygun olması, şer ise bütün bunların Allah'ın yasakladığı haram bölgesinde
yer almasıdır. İnsan bu iki zıt kutup arasında bir tercihte bulunma ve cüz'i
iradesini bunlardan birine yönlendirme imtihanına tabi tutulmuş. Şu var ki,
insan, hayır olsun şer olsun hangi fiili işlemeye yönelse, o fiili yaratan
ancak Allah'tır. Zira O'ndan başka Hâlık (yaratıcı) yoktur.

Sadece bir örnek verelim: Söyleme fiilini Allah yaratır. Kuş cıvıltısından,
gök gürlemesine kadar bütün sesler O'nun yaratmasıyla ortaya çıkarlar.
İnsanların konuşmaları da Allah'ın yaratmasıyla gerçekleşir. Beynin
çalışmasından, dilin ve tükürük bezlerinin görev yapmasına, havanın
konuşmaya vesile olmasına kadar bütün şartları ve sebepleri yaratan
Allah'tır. Söylenen söz rıza dairesinde olursa "hayır", yalan, gıybet,
iftira gibi "haram" sınıfına girerse şerdir. Her iki halde de konuşmayı
Allah yaratır.

Bunun aksi nasıl iddia edilebilir?

İnsan doğru söyleyince Allah yaratacak, yalan söylediğinde ne olacaktır?
Bütün bir kâinatın ve insan bedeninin ortaklaşa çalışmalarının bir sonucu
olan bu iş kime isnat edilebilir?

Her şeyin İlahi takdir ile yaratıldığını ders veren bir ayet-i kerime:

"Hazineleri yanımızda (nezdimizde, katımızda) olmayan hiçbir şey yoktur.
Fakat biz onları belirli bir ölçüye göre indiririz." (Hicr Suresi, 21)

Bir çok tefsir âlimi, ayette geçen "hazineler" ifadesine "yağmurlar" diye
mana vermişler ve "belirli bir ölçüye göre indirmeyi" de yağmurun belli
zamanlarda ve safha safha yağdırılması olarak yorumlamışlar. Bir kısım
âlimler ise, ayette "yağmur" kelimesinin geçmediğini, "hazineler" ifadesinin
çok daha genel olduğunu, yağmurun da bu hazinelerden sadece birisi
olabileceğini belirtmiş ve konuyu daha geniş boyularıyla ele almışlar.

Buna göre, bütün insanlar da Allah'ın hazinesindedirler; ancak onları belli
zamanlarda ve belli sayılarla yaratır.

İnsanların daha önceden yaratılmış olup, yeryüzüne inecekleri devreyi
bekledikleri bir başka âlem olduğuna dair ne naklî (ayet ve hadis), ne de
aklî bir delil olmadığına göre, bu "insan hazinesini" manevî olarak anlamak
durumundayız. Yani, bütün insanlar Allah'ın ilminde mevcutturlar. Her bir
insan, "şekliyle, organlarının sayısı, yeri ve büyüklükleriyle, ruhundaki
bütün özellikleriyle" Allah'ın ilminde mevcuttur. Bu ilmî varlıklara
"mahiyet" de deniliyor. Muhyiddini Arabî hazretlerinin "ayan-ı sabite"
dediği de bu mahiyetler âlemidir. Bunlar yaratıldıklarında "hakikat"
olurlar.

Diğer varlıkları da aynı şekilde düşünebiliriz. İnsanların birikip
bekledikleri bir ayrı alem olmadığı gibi, başka canlıların, hatta cansızlar
aleminin, dağların, ovaların, yıldızların da daha önce yaratılıp bir başka
hazinede beklediklerini ve zamanı geldiğinde yaratıldığını söylemek gerçeğe
uygun düşmüyor.

O halde, söz konusu ayetin baş kısmı "kaderi", ikinci kısmı ise "kazayı"
ders vermektedir. Yani, her şey İlâhî ilimde, "her şeyiyle takdir edilmiş
olarak" mevcuttur ve bunlar belli bir ölçü ile indirilmekte, yani
yaratılmakta, kaza edilmektedirler.

Nur Külliyatında güzel bir tespit var: İnsan şunu-u İlahiyenin bir
mikyasıdır. İman, marifet ve ibadet için yaratılmış olan insana öyle
kabiliyetler verilmiştir ki bunlarla İlâhî hakikatlere uzaktan da olsa
bakabilisin. İşte, "kader, kaza, ilim dairesindeki varlıkların meydana
çıkmaları" gibi büyük hakikatlerin de çok küçük bir örneği insanda vardır.
Biz bir cümleyi zihnimizde kurduğumuzda artık o cümle yokluktan kurtulmuş,
bizim ilmimizde bir varlığa kavuşmuştur. Bu ilmî varlığın ortaya çıkmasını
irade ettiğimizde, kudretimizi de kullanarak ondaki manayı yazıya dökeriz.
Biz o cümle gibi daha nicelerini zihnimizde kurabiliriz. Bütün bunların
hazinesi bizim ilmimizdir. Onların bizim ilmimizde takdir ve tanzim
edilmeleri "kaderden", yazılıp kâğıda dökülmeleri ise "kazadan" haber
verirler.

Ayetteki "indirme" tabirini yazma olayına uyguladığımızda, ilmimizde mevcut
olan ve ancak bizim bildiğimiz bir cümlenin yazıya dökülmesi sanki
ilmimizden kağıda inmesi gibidir.

O halde, ayet-i kerimede geçen "belirli bir ölçüye göre indiririz" ifadesi,
Allah'ın ilminde mevcut olan tüm varlıkların belli zamanlarda, belli
miktarlarla yaratılmasını ifade eder.

Demek oluyor ki, gerek kendi varlığımızda gerek bizi kuşatan şu muhteşem
âlemde gördüğümüz her şey, bir yönden Allah'ın varlığını ve birliğini ilan
ederken, diğer yönden de O'nun takdiriyle tanzim edildiğini ders verir.
Böylece her şey, kaderden haber verir ve kadere iman konusunda müminin
ruhuna pencereler açar.

Bu manayı, "O ki yarattığı her şeyi güzel yarattı." (Secde,7) ayetinin
verdiği dersle birlikte düşündüğümüzde şu hükmü bütün ruhumuzla tasdik
ederiz:

"Kaderin her şeyi güzeldir."

 
  Bugün 19 ziyaretçi (164 klik) kişi burdaydı! gullerinefendisi1.tr.gg  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol