Zaman başkalaşmış, asır değişmiş. İmanı muhafaza etmek avuçta kor ateşi tutmaktan çok daha zor hale gelmiş. Adı Ahmet, Mehmet olup da münafık urbasıyla aramızda dolaşan, Lafz-ı Celal-i Subhani'yi güya vird edinen binlerce insan var. Bunları iyi tanımak, bunların oyunlarına gelmemek için son derece dikkatli olunmalı. Bunun için de gönül aynası her daim pırıl pırıl olmalı. Bu yüzden üç kelimeden hareketle neler yapmamız, bu zor çağda imanı muhafaza için, zaman zaman ne tür fedakarlıklarda bulunmamız gerektiğini acizane izah etmeye çalışalım.
Tamir, tahkim, tezyin diye üç kelimemiz var. Yıkık bir binayı yeniden yapma görevi size verilirse siz ilk önce hangisinden başlarsınız? Yıkık binanın içini güzelleştirmeye mi çalışırsınız?
Yıkılmış bir binanın içini tezyin edip güzelleştirmeye çalışan insana güler ve aklından zoru var diye şüphe ile bakarlar. Böyle bir bina için yapılması gereken en önemli iş tamirdir. Tamirle belli bir hale getirilen bu bina daha sonra içeri ve dışarıdan gelebilecek her türlü etkiye karşı tahkim edilmeli. Bu aşama da halledildikten sonra artık sıra binanın tezyinine gelmiştir.
İnsan da aslında tıpkı böyle yıkık bir bina gibi telakki edilmeli. Ruh ve kalbi bozulmuş bir insandan, onun ilk başta kabul edemeyeceği şeyleri isterseniz, ancak sizden ve teklif ettiklerinizden nefret etmesine vesile olursunuz ki bu da kaş yapayım derken göz çıkarmaya benzer. Büyükler bu duruma işaret ederken "muktezayı hale mutabık söz" söylemeye, yani derde göre ilaç kullanmaya büyük önem vermişlerdir.
İmanların akıl almaz bir yangınla tutuşturulduğu, kalabalıkların makas gibi açılarak "durun gitmeyin" diye feryatlarla açılan kolları aşarak cehenneme yuvarlandığı bir çağda tebliğ memurlarının yapacakları en önemli vazife iman kurtarmaktır. Bu yüzden Bediüzzaman Hazretleri "Zaman iman kurtarma zamanıdır" diyerek büyük hakikate işaret etmektedir.
Aynı zamanda o, "Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükselmiş. İmanım tutuşmuş yanıyor, içinde evladım yanıyor. Ben bu yangını söndürmeye koşuyorum." diyerek herkesin bir bardak su ile bile olsa bu müthiş yangını söndürmeye koşması gerektiğine işaret ediyor. Bu kadar önemli bir vazife omuzlarımızda dururken biz, "bu gün Allah için ne yaptın" sorusunu değiştirerek yeniden sormak zorundayız.
Evet sorumuz "Bu gün Allah için ne yapmadın" şeklinde olmalı. Zira bütün haramlara giden yolların bu kadar kolay, bu kadar ucuz ve ortalıkta olduğu bir başka çağa şahit olmadı bu yaşlı dünya.
Derdi veren Cenab-ı Hak her dönemde dermanı da vermiş. Dert ve hastalık bu kadar büyük ve tehlikeli olunca onun karşılığı olarak sunulan reçete de aynı oranda etkili olmalı. Asrın doktoru bu konuda yazdığı reçetelerinden birinde 5 madde sıralıyor. Ve bu reçetedeki şu beş ilacı kullanan insanların Allah'ın izniyle kurutulacağını bildiriyor.
"İttiba-i sünnet
Ferâizi işlemek
Kebairi terk
Namazı tadil-i erkanla kılmak
Namaz sonrası tesbihatı yapmak." (Sözler, 462)
Ama bin bir fitnenin bin bir kılıkla sokakları lebaleb doldurduğu bu çağda bunları yapabilmek her babayiğidin harcı değildir.
Günahın her türlüsünün bu kadar çekici, nefsi cezp edici, bu kadar serbest, bu kadar ucuz ve bol, bu kadar orta yerde olduğu ikinci bir çağ ve dönem yaşanmış mı acaba? Böyle olduğu içinde bu çağ içersinde önce günahın bu uzun eli ve dilinden, görüntüsünden başlamalı işe. Günah atmosferinde yaşadığı için elini, dilini, gözünü ve gönlünü günahlardan temizleyemeyen insana siz sevap işlemenin, manevi ortamlarda yunup yıkanmanın hazzını duyuramazsınız.
Şimdi önce kendisini sevaplarla çepeçevre kuşatan bir insan prototipi çizelim… Yaptığı ticari bir ortaklıkta ortağın son derece sadık ve dürüst olan, komşusunun karısına-kızına yan gözle bile bakmayan, her gördüğü fakire sadaka veren, bütün akrabalarıyla çok iyi diyaloglar içersinde olan, namazlarını asla aksatmayan, çoğunu camide cemaatle kılan, zekatını veren, orucunu tutan, bütün bir gençliğin sorumluluğunu omuzlarında hissederek canu gönülden bu genç neslin günah seylaplarında, yaban ellerin önlerine kurdukları tuzaklarda yitip gitmemesi için üzerine düşen maddi manevi bütün sorumlulukları yerine getiren…
Buna daha eklenecek yüzlerce Allah'ın yapılmasını istediği sevaplar ekleyebiliriz. Herkesin böyle olmasını istemek aslında bütün bir toplumun huzur iklimine dönmesini istemektir.
İnsan böylesine sevaplarla kuşatılmış bir hayat yaşayamıyor diye kendini büsbütün günahların alıp götürücü, götürüp batırıcı habis dalgalarına bırakmamalı. Bilakis aklı varsa böyle bir insan böyle olmaya giden yolun günahlarla arasında bir set oluşturmaktan geçtiğini bilmeli ve en ufağından başlayarak böyle bir set oluşturmaya niyetlenmeli.
Zira hadisin ifadesiyle "İnsanı günahlara doğru götüren yol nefsin hoşuna giden şeylerle çevrili." Böyle olduğu için de nefislerin ateşe koşan kelebekler gibi günaha koşmaları daha kolay. Bu yüzden gençliğin imanı için çalışanların işleri oldukça zor. Zaten var olan bu zorluktan dolayı "Bir insanın hidayetine vesile olmak dünya ve içindeki her şeyden daha hayırlıdır" denilmiştir. Bir başka yer de de "Bir şeyi Allah rızası için yapmak ihlas olduğu gibi, bir şeyi Allah için terk etmek de ihlastır" buyrularak nefsin bütün istek ve arzusuna rağmen Allah'tan yana tavır koymanın da ihlas olduğuna vurgu yapılmıştır.
Şimdi biz günlük hayatımızda Allah için terk ettiğimiz, yapmadığımız belli başlı olayları sayarak durduğumuz yeri belirlemeye çalışalım.
Bu gün Allah için hiç gıybet yapmadım.
Bu gün Allah için hiç harama bakmadım.
Bu gün Allah için hiç harama el uzatmadım.
Bu gün Allah için hiç yalan söylemedim.
Bu gün Allah için hiç namazımı son ana bırakmadım.
Bu gün Allah için hiç virdimi aksatmadım.
Bu gün Allah için hiç kalp kırmadım.
Bu gün Allah için hiç başkalarında kusur aramadım.
Bu gün Allah için hiç israf yapmadım.
Bu gün Allah için hiç malayani ve boş şeyler konuşmadım.
Bu gün Allah için hiç trafikte gözü açıklık(!) yaparak kimsenin sırasını almadım.
Bu gün Allah için hiç Nam-ı Celil-i Subhani'yi gittiği her yere götüren Allah dostları hakkında suizanda bulunmadım.
Bu gün Allah için Müslümanlara zararları yüzyıllardır bilinen çevrelerle anlaşılmaz bir hırs ve çekememezlik yüzünden iş birliği yapmadım.
Dünya ve dünyalık için, mevki makam hırsıyla hiç kimseye iftira atmadım, bir tek gönlü bile kırmaktan yılandan akrepten çekindiğim gibi çekindim.
Bu gün Allah için hiç faize el uzatmadım.
Bu gün Allah için hiç yetim hakkı yemedim.
Bu gün Allah için hiç insanların ellerindeki avuçlarındakini "ortak olalım" diyerek alıp üzerine yatmadım.
Hiç şüphesiz bunların sayısını da çoğaltabiliriz. Günlük hayatımızı yaşarken az da olsa günaha karşı böyle mesafeli bir duruşla yaşamaya gayret edersek, zaten sonsuz merhamet sahibi Rabbi Rahimimiz de sevap yollarını kolaylaştıracaktır. Bir kere sevap yolu kolaylaşan insanın dünyası da ahireti de Allah'ın izniyle cennet asa baharlara dönecektir. Böyle insanlara bir de Cenab-ı Hakk'ın müjdesi var: "Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekatı verenlerin mükafatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır." (Bakara, 277)
İstikamet bu yönde olduktan sonra başkaları ne derse desinler, ne iftiralarda bulunurlarsa bulunsunlar, sizin bulunduğunuz ufku Kur'an bildiriyor. "Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır" Yani Korkmayın, gevşemeyin, inanıyorsanız mutlaka üstünsünüz. Siz Allah'a hakkıyla itimat edin Allah, kendisine ve peygamberlerine düşman olanların hakkından gelecektir.