Tartılıyoruz
Gözetimindeyiz Yaratan’ın (c.c.).
Biz görmesek de, O görüyor bizi. Biliyor ne düşündüğümüzü, ne konuşup, ne yaptığımızı… Günü gelende, sorgulayacak hepimizi.
Nimetlerle ve musibetlerle sınıyor bizi.
“Mallarınızla ve canlarınızla mutlaka sınanacaksınız”1 buyuruyor.
“Sonra o gün (gelende, verilen) nimetlerden (mutlaka) sorulacaksınız.”2
“Andolsun, biz sizi korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden (gelirlerinizden) eksiltmekle sınıyoruz. Sabır gösterenleri müjdele”3 buyuruyor.
İyilikler tartı bize, sıkıntılar tartı… Başarılar, yenilgiler tartı… Karşımıza çıkan her olay, her konu tartı… Bizi tartıyor.
İmanımız tartılıyor sürekli. Düşüncemiz, aklımız, sözümüz, davranışımız tartılıyor…
Tercihlerimizle, seçimlerimizle; kazançlarımızla ve kayıplarımızla tartılıyoruz.
Görevlerimiz, sorumluluklarımız, canımız, malımız, ailemiz, yaşadığımız dünya emanet bize… Emanetlere vefamızla tartılıyoruz. Sorumsuz ve başıboş olarak gönderilmedik dünyaya.
“İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanıyor”4 buyuruyor Yaratan.
“Bizim, sizi boş yere, bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi (hesaba çekilmeyeceğinizi) mi sanıyorsunuz”5 buyuruyor.
Sadece inanmak yeterli değil elbet. İnancın gereğini yerine getirmekle de sınanıyoruz: “İnsanlar, (sadece) ‘inandık’ demeleriyle bırakılacaklarını ve sınava çekilmeyeceklerini mi sanıyorlar. Evet, Andolsun ki, biz, kendilerinden öncekileri de sınadık.”6
Hayat bunun için, ölüm bunun için…
Rab, kimin daha güzel iş yapacağını denemek için hayatı ve ölümü yarattı.7
“Her can ölümü tadacaktır. Biz sizi, şerle ve hayırla deneyerek imtihan etmekteyiz ve siz sonunda bize döndürüleceksiniz.”8
Bazen basit, bazen ağır oluyor denenişimiz. Yükümüzü hafifletmesi için; “Rabbimiz, gücümüzün yetmeyeceği şeyleri bize yükleme”9 diye dua etmemiz isteniyor Kutlu Kitabımızda.
Nimetler karşısında şükretmek; musibetler karşısında sabretmek borcumuz var Yaratan’a… Şükür ve sabırla tartılıyoruz. Dünya bu işte, Hayat bu…
Şükür; tam bir teslimiyetle, O’nun emirlerini yerine getirmek, yasaklarından sakınmaktır. Mevla’yı memnun etmeye çalışmaktır.
Şükür; kulluk etmektir Yaratan’a. Kulluk; şükürdür zaten. Hak Teala’ya karşı isyan içerisinde bulunup da Allah’la (hâşâ) alay edercesine “çok şükür” demek; şükür değildir. O’na kulluk etmeden şükür olmaz!
“Ey iman edenler, size rızık olarak verdiğimiz iyi şeylerden nasiplenin ve Allah’a şükredin, eğer gerçekten O’na kulluk ediyorsanız.”10
“Hayır, artık (yalnızca) Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol.”11
Şükür, iman etmenin gereğidir. İman edip şükretmek; ateşten kurtuluş vesilesidir:
“Eğer siz iman eder ve şükrederseniz, Allah size neden azap etsin! Allah, şükre karşılık veren ve her şeyi bilendir.”12
Şükür, ibadetin (kulluğun) karşılığı olarak kullanıldığı gibi iman yerine de kullanılmıştır:
“Gerçek şu ki, biz, ona (insana) yolu yöntemi gösterdik. İster şükretsin, ister küfür.”13
“Bana şükredin. Küfr (inkâr) etmeyin.”14
Bu manada, Allah’a karşı şükür içerisinde bulunmamak; küfürdür!
Şükür, hem dünya, hem de ahret için nimetlerin artış vesilesidir:
“Şükredenleri mükâfatlandıracağız.”15
“Hani Rabbiniz size şöyle bildirmişti: Eğer şükrederseniz, size yönelik nimetlerimi kesinlikle arttırırım, eğer nankörlük ederseniz, hiç kuşkusuz azabım pek ağırdır.”16
Musibetler karşısında da sabretmekle ödevliyiz:
Sabır; yapılan haksızlık ve zulümler karşısında boynunu büküp elini koynuna bağlayarak, zillete razı olmak değildir. Böyle bir sabrı ne Kur’an tavsiye etmiştir ve ne de Peygamberler örnekleştirmiştir…
İslam, haksızlığa destek olmak veya uzlaşmak şurada kalsın, zulme razı olmayı bile zulüm kabul eder.
İslam’ın geliş gayesi; haksızlıkları ortadan kaldırmak ve hakkı hâkim kılmaktır!
Sabır; Hakk’ın hâkimiyeti için; zulüm, haksızlık ve batıl ile savaşta; yılmamak, yorulmamak, baskılara boyun eğmemek, sıkıntılara tahammül ederek direnmektir.
Sabır; Allah’ın emirlerini yerine getirmekte ve yasaklarına karşı mücadele etmekte azami ceht ve gayret göstermektir.
Bu anlamda; kesinlikle hiç kimseye haksızlık ve zulmetmeyen, yapılan zulüm ve haksızlıklara da seyirci kalmayan; haksızlık karşısında susmayan insandır Müslüman. İyiliği emreden, kötülükleri yasaklayan insandır. Eliyle ve diliyle kötülükleri düzeltmeye gayret eden insandır.
Hiçbir şey yapmadan sadece kalben tiksinmek ve nefret etmek ise zayıf imanlıların yapacağı iştir. Müslüman bunu bilir… Zalimlerden nefret etmeyenlerin; (hele hele dünya menfaati için) dalkavukluk edenlerin; hardal tanesi kadar imana sahip bulunmadıklarını da bilir…
Bilmelidir… Ve kendine yakışır şekilde davranmalıdır!
İşte bu çileli yolculuğa dayanmanın adıdır sabır…
“Allah, (kendi yolunda) üstün çaba gösterdiğinizi (ve bu cihatta) zorluklara karşı sabırlı olduğunuzu görmedikçe; Cennete girebileceğinizi mi sanıyorsunuz?”17
Evet, sabır, bu denli önemli…
Çağımızda, yeryüzü coğrafyasında zorlu bir sınav geçiriyor mustad’af (zayıf, ezilen) insanlar… Ne yazık! Putlaştırılan bazı ilahlardan medet umuyor kimileri. Elendi, döküldü niceleri bu denenişte. Putların gölgesine sığınarak kendilerini sömürenlerden yardım dilenenleri gördükçe kahroluyor insan.
Her sıkıntı da, her nimet de bir sınav sorusu bize. Dünya hayatının tamamı, bütün ömür bir deneniş… Tartılıyoruz. Ve tartılacak bütün fiillerimiz dünyadan ayrılınca. Memnun edici bir hayatla tanışacak o gün tartısı ağır gelenler. Tartısı hafif gelenler, kızgın ateşten bir annenin kucağına atılacak.18
İşlenen “fahşa” (ahlaksızlıklar ve çirkinlikler), münker (kötülükler) ve bağilikler (aşırılıklar) karşısında elimizden bir şey gelmiyorsa; gücümüz yetmiyorsa; bari zillete razı olmadan, onurlu kimliğimizi kuşanarak; “lekum dinukum ve liye din.” Sizin dininiz (yolunuz) size; benim dinim de bana dememiz gerekmez mi?..
Tartısı hafif gelenlerin safında yer almayıp bu bilinçle bilendiğimiz gün; gün ağaracaktır inşallah…