TASAVVUF VE VELÎYE DAİR
Tasavvuf yolu, manevi güzellikleri kazanmak için insanlara ilaçtır. Velî de kendisi ile oturup kalkana Allah’ı anmayı, İslâm’ı yaşamayı, bütün mevcudata Allah’ın azameti nazarıyla bakmayı kazandırır. Yalan yerine doğruluğu, şehvet yerine iffeti, gazap yerine şecaati telkin eder.
Velî o insandır ki, asırların içindeki fitne devirlerinde insanları fitnelerden uzaklaştırır. Her haliyle islâmî ahlâkı taşır. Musibet ve hadiseler karşısında duası makbuldür. Yakîni o kadar fazladır ki, ölmeden ahireti görmüş, yaşarken kabre girmiş gibidir.
Velî o kimsedir ki, Allah Tealâ’nın yarattığı şeylere tefekkürle bakar. Gerek kainatın yaratılışında, gerek insanların fıtratında çirkin, abes ve kötü bir şey görmez. Her yaratılan şeyin bir hikmeti, her canlının güzel bir tarafı olduğunu düşünür.
Birinden dinledim: “Dünyayı hastane, insanları hasta kabul ediyorum.” dedi. Yalan söyleyen, kul hakkı yiyen, karısına ve çocuklarına hakaret eden de hasta. Güvenilir bir insan değilse, o da hasta. Nefsin hastası. Şifası Kur’an’da, yolu Peygamber’de, işi nefsi terbiye etmekte.
Dünya hastane, insanlar hasta olunca ayıplanacak kimse kalmaz ki... İnsanlara merhamet gözü ile bakan, onların hasta olduğunu anlarsa, horlamaktan ve hakaretten vazgeçer.
Tasavvuftaki hizmetin gayesi, insanları insanlığa, müslümanlara kazandırmaktır. Vahdete, dine, imana, muhabbete çevirmektir. Onun için dikkat edin: Tanıştığınız insanların çoğu sizi seviyorsa ehl-i saadetsiniz. Sizin için, “Bıktık, usandık!” diyorlarsa ehl-i şekavetsiniz.
Mümin o kimsedir ki, tebessümle güler, kalbi mahzundur. Akibetinden, tanıştığı insanları memnun edemeyişinden, ana-babasını razı edemeyişinden, helali-haramı seçemeyişinden mahzundur, üzüntülüdür. Merhameti ve affı çok, gazabı yoktur. Mümin kardeşinin ayıbını örter. Müminin bir ayıbını örtenin Allah Tealâ mahşerde bin ayıbını örter.
Velilerde kemalât hak olduğu gibi keramet de haktır. Velilerin kemalâtına şu ayet-i celileler şahittir:
“Bilesiniz ki Allah’ın velilerine korku yoktur; onlar üzülmezler. Onlar Allah’a inanmış, O’na karşı gelmekten sakınmışlardır. Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir.” (Yunus, 62-64)
“... Zekeriya mabede onun yanına her gidişinde önünde bir yiyecek bulurdu. ‘Ey Meryem, bu sana nereden geldi?’ diye sorardı. (Meryem de) ‘Bu Allah tarafındandır.’ cevabını verirdi. Doğrusu Allah dilediği kimseyi hesaba sığmaz bir şekilde rızıklandırır.” (Âl-i İmran, 37)
Ayrıca Kehf Suresi’nde Ashab-ı Kehf ile ilgili ayetler de Allah dostlarının kemalâtına delildir.
“Velî” kelimesinin Arapça dilbilgisi kaidesine göre iki manası vardır. Birincisi ‘alîm’, ‘kadîr’ gibi mübalağalı ism-i faildir. Bu takdirde velî, günah işlemeden ibadet ve taatı devamlı olan kimse demektir.
İkinci mana da, ‘katîl’ ve ‘cerîh’ kelimeleri gibi meful, yani edilgen manadadır. Bu durumda ise Cenab-ı Hakk’ın bütün günah çeşitlerinden devamlı surette koruduğu; ibadet ve taatlerine devamlı olma muvaffakiyetini verdiği kimsedir. Yani velîyi Allah seçer ve onu günahlardan muhafaza eder. Velî ismi şu ayetlerden çıkmıştır:
“Allah iman edenlerin velîsidir...” (Bakara, 257)
“Allah salihleri kendisine velî edinir...” (Araf, 196)
“Sizin veliniz ancak Allah, Onun Rasulü ve iman edenlerdir.” (Maide, 55)
Buradaki velî dost anlamındadır. Lügat manası itibariyle ise velî yakın olan demektir. Kime? Allah’a ve İslâm’a...
MEHMET ILDIRAR
|