Cennet Nimetleri
Bil ki, cennet ve cehennem birbirinin tamamen zıddıdırlar. Cehennem akla gelebilen ve gelemeyen saf azapların, sıkıntıların ve musibetlerin yeri; cennet ise akla gelebilen ve gelemeyen saf nimetlerin, sevinçlerin ve mutlulukların yeridir. Onun için cehenneme karşı korku, cennete karşı da ümit hislerini geliştirmek ve bu hislerin kamçılarıyla nefis ve iradeyi kötülük ve şer yolundan çevirip takva ve hayır yoluna sevk etmek lâzımdır.
Cennette yalnızca ölüm ve ayrılığın olmaması, hastalık, ihtiyarlık ve fakirliğin bulunmaması yeterli nimetler iken, orada bunların yanında gözlerin görmediği, kulakların (hikâye ve efsanelerde bile) işitmediği, aklın tasavvur edemediği ve hayalin yetişemediği nimetler vardır.
Önlerinde her şeyiyle zevk, keyf ve mutluluk olan böyle kalıcı bir yurt dururken, insanların her türlü olumsuzluk, keder ve sıkıntıya maruz oldukları geçici bir dünyaya asılıp kalmaları, akıl ile izah edilebilen bir hata ve yanılgı değildir. Kaldı ki, nimetler yurdu olan cenneti kazanmak için, dünyayı bütünüyle fedâ etmeye de gerek yoktur. Bunun için emir ve mükellefiyetleri içtenlik ve samimiyetle yerine getirmek, haram ve yasaklardan memnuniyet ve gönül rızası ile uzaklaşmak yeterlidir. Allah Teâlâ, dini yaşamayı kolaylaştırmış, cennetin fiyatını da ucuzlatmıştır. Fakat, dini yaşamamanın cezasını ağırlaştırmış, cennete talip olmamanın kaybını da çok büyütmüştür.
Kendileri için bir "gelecek" kurma arzusu, insanların temel arzularındandır. Fakat "gelecek" nedir? Ölümün kol gezdiği bir dünyada "gelecek" var mıdır? Ölüm tehdidi altındaki birkaç nefeslik zaman "gelecek" olabilir mi? Elli atmış sene boyunca "gelecek" hazırlığı yapan insanlar için üç beş senelik ihtiyarlık, hastalık ve ölüm dönemini "gelecek" saymaktaki tuhaflık ve yanlışlık açık değil midir?
Fıtrat (yaratılış ve yaratılıştan gelen hisler) yalan söylemez ve yanılmaz. Onun için, herkesin fıtratında mevcut olan "gelecek" hazırlama ihtiyacı bir gerçektir. Fakat, çoğu kimseler bu geleceğin tesbit ve tayininde nefis ve şeytanın oyununa gelerek hataya düşerler. Halbuki, fıtratın da talip olduğu bu "gelecek", cenneti kazanmak ve orada mutluluk içinde yaşamaktır. Allah Rasûlü (sa), "Cennet ehline, 'Bu cennet bütün nimetleriyle size miras edilmiştir.’ diye seslenilir." (A'râf, 43) âyetini tefsir ederken şöyle buyurmuştur:
"Bir melek cennet ehline şöyle seslenir: 'Ey cennet ehli! Sizin için burada devamlı sağlık vardır. Siz burada hiç hastalanmayacaksınız. Sizin için burada devamlı yaşamak vardır. Siz burada hiç ölmeyeceksiniz. Sizin için burada devamlı gençlik vardır. Siz burada hiç ihtiyarlamayacaksınız. Sizin için burada devamlı sevinç vardır. Siz burada hiç üzülmeyeceksiniz." (Müslim) Yine O, "Rabbinden korkanlar için iki cennet vardır." (Rahman, 46) âyetini tefsir ederken de şöyle buyurmuştur: "Bu cennetlerden birisi, köşkleri ve bütün eşyasıyla altından, diğeri de saf gümüştendir." (Muttefekun aleyh)
Cennet ehli cennete girerken Allah Teâlâ'ya şöyle hamd ederler: "Bizi bu mutluluğa erdiren Allah'a hamd olsun. O bizi hidayet etmeseydi, biz bunu bulamazdık. Yemin olsun ki, Rabbimizin elçileri gerçeği getirmiş ve doğru söylemişlerdir." (A'râf, 43)
Herkesin cennetteki yeri ve derecesi ameline göredir. Onun için Allah Teâlâ, kullarını bu konuda yarışmaya davet ederek şöyle buyurmuştur: "Rabbinizin mağfiretini ve genişliği göklerle yer kadar olan cenneti kazanmak için yarışın. Bu cennet, Allah'a ve peygamberlerine iman edenlere va'dedilmiştir. Bu (cennet veya iman), Allah’ın fazl ve keremidir, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl ve kerem sahibidir." (Hadîd, 21)
"İyiler nimet içindedirler. Koltuklarda oturup güzellikleri seyrederler. Yüzlerinde mutluluk neşesini görürsün. Onlara, damgalı, mühürlü (açılmamış, el değmemiş) halis bir içki sunulur. Bu içkinin son yudumu da misktir. Bir şey için yarışmak isteyenler, bu mutluluğu yakalamak için yarışsınlar." (Mutaffifîn, 22-26)
"Bak, dünyada insanları nasıl birbirinden üstün kılmışız. Ahiretteki üstünlükler ve dereceler buradakilerden daha çok ve daha büyüktür." (İsrâ, 22)
Şaşılacak şeydir ki, bazı insanlar dünyadaki nimet, servet ve derecelerde herkesin önünde olmak ister ve bunu sağlamak için geceli gündüzlü çalışırlar. Cennet mevzuunda ise kanaatkar geçinir ve, "Bir köşeye sıkıştırılsak yeter." veya, "Cehennemde ebedî kalmasak da iyi." derler. Aslında bunların bu kanaatkârlığı, yanlış bir seçimin tabiî ve kaçınılmaz sonucudur. Çünkü Allah Teâlâ, her insana ancak bir kalb vermiştir. İnsan bu kalbini neye kaptırırsa, onun dışındaki şeyler kendisi için ikinci plana düşer ve hatta bütünüyle silinip yok olurlar. Bu kural, kalbini dünyaya kaptıranlar için de, onu ahirete yönlendirenler için de böyledir. Hâl bu olunca, dünyayı seven ve kalbini onun sevgisiyle doldurup şişiren bir insanın ahiret ve cennetin yüksek derecelerine talip olması ve hatta bunların asıllarıyla ciddi bir şekilde ilgilenmesi mümkün değildir.
Allah Rasûlü (sa), "Allah, mü’min erkek ve mü’min kadınlara altında nehirlerin aktığı ve içinde ebedi kaldıkları cennetler ve güzel köşkler va'detmiştir." âyetini tefsir ederken şöyle buyurmuştur:
"Cennette her türlü mücevherlerden köşkler vardır. Mücevherleri saf ve parlak olduğu için, köşklerin içi dışından, dışı içinden görünür. Bu köşklerdeki müştemilât ve eşya ise gözlerin hiç görmediği cinstendirler." (Ebu Nuaym), "Cennetin toprağı za'feran, çakılı halis misktir." (Tirmizî), "Cennetin nehirleri misk dağlarından çıkarlar." (Akilî), "Cennette gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve aklın alamadığı nimetler ve güzellikler vardır."
"Cennet ehlinin yüzleri ay gibi beyaz ve aydınlıktır. Onlar cennette balgam çıkarmaz, sümük atmaz, abdest bozmazlar. Kullandıkları eşya altın ve gümüştendir. Terleri misktir. Aralarında çekişme, kavga ve buğz yoktur. Hepsinin kalbi bir tek kalb gibidir. Onlar sabah ve akşam Allah Teâlâ'yı tesbih eder ve (melekler gibi) bundan a'zamî bir zevk duyarlar." (Muttefekun aleyh)
"Cennette bir kişiye yüz kişinin yemek, içmek ve cinsel ilişkide bulunmak gücü verilir. Yiyip içtikleri misk gibi kokan ter hâlinde çıkar." (Nesâî/ el-Kübra)
"Cennet ehlinin etleri beyaz, vücut ve yüzleri kılsız, gözleri sürmeli, saçları kıvırcık, boyları Âdem (sa)’ın boyu gibi atmış zira, omuzlarının genişliği yedi zira'dır." (Tirmizî)
"Kişi oturduğu yerde uçan bir kuşun etini arzu ederse, kuşun eti hemen kızartılmış bir hâlde altın tabak içinde önüne konulur." (Bezzâr)
"Cennet ehline verilen kadınlardan birisi dünya ufkunda görünse, dünya onun ışığı ve güzel kokusuyla dolar." (Buharî)
"Cennet ehlinden her biri yüz huri ile evlendirilir." (Ebuş Şeyh/el-Azameh)
"Huriler hayız kanından, gaita ve idrardan, balgam ve sümükten temizdirler." (Tirmizî)
Allah Teâlâ, huriler hakkında şöyle buyurmuştur: "Onlar için orada temiz eşler vardır." (Bakara, 25)
"Cennette, gözlerini yalnız erkeklerine çeviren huriler vardır. Erkeklerinden önce kimse onlara dokunmamıştır. Onlar tıpkı inci ve mercan gibidirler." (Rahman, 56, 58)
Abdullah İbni Ömer (ra) şöyle demiştir:
"Cennette en aşağı derecede olan kimsenin bin hizmetçisi vardır. Daha yukarıda olanların seksen bin hizmetçisi vardır." Abdullah İbni Ömer (ra), "Onlara yiyecek ve içecekler altın tepsiler ve kadehlerle sunulur." (Zuhruf, 71) âyetinin tefsirinde şöyle demiştir: "Her öğün için önlerine atmış tabak yemek konulur. Her yemekteki zevk diğerlerinden farklıdır."
Hasan el-Basrî şöyle demiştir:
"En aşağı derecedeki cennet ehlinden her birine, yüz sene dolaşmakla bitmeyen bir mülk verilir. Bu mülk, baştan başa altın ve gümüşten yapılmış köşklerle, inciden örülmüş çadırlar, bal, süt ve tatlı su nehirlerinin aktığı bahçelerle donatılmıştır. Kendileri bu şeylerin en uzak olanını en yakın olan gibi görüp seyrederler ve istedikleri zaman her yere anında ulaşırlar."
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Takva sahiplerine va'dedilen cennette tatlı su nehirleri, taze süt nehirleri, içenlere lezzet veren (sarhoşluk değil) şarap nehirleri ve süzülmüş bal nehirleri vardır. Onlar için her çeşit meyveler ve Rablerinin mağfireti vardır." (Muhammed, 15)
Bir adam Allah Rasûlü’ne, "Ya Rasûlullah! Ben ata binmekten hoşlanırım. Cennette at var mıdır?" diye sordu. Allah Rasûlü (sa) şu cevabı verdi:
"Cennete girersen, orada canının istediği ve gözünün zevk aldığı her nimet vardır." (Tirmizî)
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Cennette, nefislerin istediği ve gözlerin zevk aldığı her türlü nimet vardır. Ve siz orada ebedisiniz." (Zuhruf, 71)
Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Cennette bir çarşı vardır. Bu çarşıda bir şey satılmaz. O bir sergi yeridir. Orada Allah Teâlâ’nın üstün kudret eserleri teşhir edilir. Orada sonsuz derecede güzel suretler ve şekiller (heykeller) de vardır. O suret ve şekillerden birini beğenen, isterse hemen o suret ve şekle girer." (Tirmizî)
"Cennet, nurun kesafet kazanmış hâlidir." (İbnu Mâce, İbnu Hibban) Onun için, maddesi de nur gibi saftır.
"Allah Teâlâ cenneti yaratınca ona, 'Konuş.’ demiş. Cennet, ‘mü’minler iflâh oldular.’ demiştir." Kur’ân-ı Kerim'de bu mü’minler şu şekilde tarif edilmişlerdir:
"Mü’minler iflah oldular. Bunlar o kimselerdir ki, namazlarında huşû ve saygı duyarlar; boş şeylerden uzak dururlar; zekât verir, temiz yaşarlar; cinsel organlarını haramdan korurlar; emanet ve sözlerine riâyet ederler; namazlarını muhafaza ederler. Bunlar Firdevs'e (cennete) vâris olurlar ve bunlar orada kalıcıdırlar." (Mu’minûn, 1-11)
Cennet nimetlerinin en büyüğü ise Allah Teâlâ'yı görmektir. Hiçbir nimet kâinat sultanını görmek kadar ne heyecan, ne zevk, ne de lezzet verir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:
"Cennet ehli cennete girip yerleştikten bir müddet sonra bir melek şöyle seslenir:
'Ey cennet ehli! Allah Teâlâ’nın size bir sözü daha vardır. O diğer sözleri gibi bunu da yerine getirmek istiyor.’
Cennet ehli bunun ne olduğunu sorup öğrendikten sonra, edep vaziyetine geçerler ve iştiyakla beklerler. Bu sırada, gözlerinin üzerindeki manevî perde açılır ve onlar gökteki ayı rahatlıkla seyrettikleri gibi, ezel ve ebed padişahını, dünya ve ahiretin mutlak hâkimini sonsuz bir muhabbet, minnet, hürmet ve hayranlıkla seyrederler. Cennet ehli bundan duydukları huzur, güven ve mutluluğu hiçbir nimette bulamazlar." (Müslim)
Bu kitabın böylece sonuna geldik.
Bu vesile ile Allah Teâlâ’nın geniş rahmetini şefaatçi ederek O'na istiğfar ediyor ve gerek bu kitapta, gerekse diğer kitaplarımızda ayağımız kaymışsa kalemimiz sapmışsa, amelimize göre olmayan sözlerimiz olmuşsa, O’nun dinini bilmek ve bunda basiret sahibi olmak zannına kapılmışsak, kendi rızasını kastederek başlattığımız hâlde, daha sonra ilim ve amel çalışmalarımıza başka niyetler karışmışsa, O'na söz verdiğimiz hâlde yerine getirmediğimiz taahhüdlerimiz kalmışsa, nimetleri isyan ve muhalefette kullanmışsak, bizde aynısı varken başkalarına kusur isnat etmişsek, ilim tahsilinde ve onun neşrinde bizi tekellüf ve tasannua (gösteriş yapmaya) sevk eden gizli heveslerimiz olmuşsa, bütün bunlardan dolayı da O'ndan af ve mağfiret diliyoruz.
Ve O'ndan bize müstahak olduğumuz şekilde değil, kendisinin lâyık olduğu minnet, rahmet ve cömertlikle muamele etmesini ümit ediyoruz.
Ebu Hâmid Muhammed el-Gazâlî