بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحيم



وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ الَّذِيَ آتَيْنَاهُ آيَاتِنَا فَانسَلَخَ مِنْهَا فَأَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاوِينَ

وَلَوْ شِئْنَالَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلَـكِنَّهُ أَخْلَدَ إِلَى الأَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ

إِن تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ أَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَث ذَّلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا

فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

سَاء مَثَلاً الْقَوْمُ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَأَنفُسَهُمْ كَانُواْ يَظْلِمُونَ

مَن يَهْدِ اللّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِي وَمَن يُضْلِلْ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ



مَثَلُ الَّذِينَ حُمِّلُوا التَّوْرَاةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَاراً

بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ



“Onlara (Yahûdilere) kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın tâkibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin (Bel’am’ın) haberini oku.” (175)

Dileseydik elbette onu âyetlerle yükseltirdik. Fakat o, yere saplandı ve hevâsınınn/hevesinin peşine düştü. Onun durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu budur. Bu kıssayı anlat, umulur ki düşünür, ibret alırlar.” (176)

Âyetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmetmekte olan kavmin durumu ne kötüdür!” (177)

Allah kimi hidâyete erdirirse, doğru yolu bulan odur. Kimi de saptırırsa, işte onlar ziyana uğrayanlardır.” (7/A’râf, 175-178)



“Kendilerine Tevrat yükletilen, sonra onu, taşımayanların (Kitab'ın hükümleriyle amel etmeyenlerin) durumu, koca koca kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (62/Cum’a, 5)



Bel’am Kimdir?


Bel’am; Hz. Mûsâ (a.s.) zamanında yaşamış ve sonradan irtidat etmiş olan ilim adamıdır. A'râf suresinin 175-176'ncı âyetleri münâsebetiyle ismi çeşitli tefsir ve tarih kitaplarına girmiş olan Bel'am İbn Bâura (veya Bel'am İbn Eber)'nın, İsrâiloğulları'ndan, Yemen diyarından veya Ken'an ilinden Allah'ın dinini öğrenmiş, ilim ve irfan sahibi, duâsı müstecap, yanında Allah'ın ismi a'zamı bulunan ve fakat sonradan itaatsizliğe düşmüş bir kimse olduğu şeklinde rivâyetler vardır. Her ne kadar Lût (a.s.)'ın kızlarından biri ile evlenmiş olduğu söylenirse de, bunun yahûdiler tarafından müslümanlar aleyhine uydurulmuş bir iftira olduğu bilinmektedir (Taberî, Tefsiru't-Taberî, Mısır, 1373/1954, IX, 119-120; Fahruddin er-Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, Mısır, 1308, XV, 54; D. B. Macdonald, İA, "Bel'âm İbn Bâura" Mad.).



Bel'am'a konu teşkil eden âyet meâlleri şöyledir: "Habibim! Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat. Dileseydik, onu âyetlerimizle üstün kılardık; fakat o, dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte âyetlerimizi yalan sayan kimselerin hâli böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler." (7/A'raf, 175-176)



Bel'am'la ilgili olarak İslâmî kaynaklarda şunlar anlatılmaktadır: "Rivâyete göre Mûsa (a.s.), Ken'âniler'in Şam'daki topraklarına girmişti. Bu sırada Bel'am, el-Belkâ köylerinden Bal'â'da bulunuyordu. Ken'âniler'den bazıları Bel'am'ın yanına gelerek: "Ey Bel'am, Mûsa İbn İmrân İsrâiloğulları'nın başında olduğu halde bizi yurdumuzdan sürmek ve öldürmek üzere geldi. Bizim ülkemize İsrâiloğulları'nı yerleştirecek. Senin kavmin olan bizlerin ise yerleşecek bir yerimiz yok. Sen duâsı kabul edilen bir kimsesin. Onları defetmesi için Allah'a duâ et", dediler. Bel'am: "Yazıklar olsun size! O Allah elçisidir; melekler ve mü'minler de onunla beraberdir; onlar aleyhine nasıl duâ edebilirim! Bildiğimi bana Allah öğretti" diye red cevabı verdi. Kavmi duâ etmesi hususunda ısrar ettiler. Bel'am da eşeğine binerek, İsrâiloğulları'nın çıkmakta olduğu dağa doğru ilerledi. Bu dağ, Husban dağıdır. Biraz gittikten sonra eşeği yere çöktü. Eşeğine binerek biraz ilerledikten sonra hayvan yine çöktü. Bel'am biraz evvelki gibi hareket ettikten sonra tekrar hayvanına bindi. Biraz yol alınca eşek yine çöktü. O, yine eşeği yerinden kalkıncaya kadar dövdü. Nihâyet eşek, Bel'am aleyhinde bir delil teşkil etsin diye, Allah'ın izni ile konuşarak şöyle dedi: "Ey Bel'am, nereye gidiyorsun? Meleklerin önümde durarak beni yolumdan çevirdiklerini görmüyor musun? Allah elçisi ile mü'minler senin kavmin aleyhinde duâ etmektedirler." Fakat Bel'am, buna aldırış etmeden eşeğini döverek yoluna devam etti. Nihâyet eşek onu Husban dağına çıkardı, Mûsâ (a.s.)'ın ordusunun ve İsrâiloğulları'nın karşısına götürdü. Bel'am onlara bedduâ etmeye başladı; fakat İsrâiloğulları'na beddûa ederken Allah onun dilini kendi kavmi aleyhine çevirdi. Yanında bulunan halk, onun kendi aleyhlerine bedduâ etmekte olduğunu görünce: "Ey Bel'am! Ne yaptığını biliyor musun? Sen İsrâiloğulları'na hayır duâda, bize bedduâda bulunuyorsun" dediler. O: "Ben bunu kendi ihtiyarımla yapmıyorum, Allah dilime hâkim oldu" dedi. Bunun üzerine dili ağzından çıkarak göğsü üzerine sarktı. Sonra kavmine: Dünya ve âhiret benim elimden gitti, artık hileye başvurmaktan başka çare yoktur..." dedi (Taberî, a.g.e., IX, 124-126; Râzî, a.g.e., XV, 54; İbnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Târih, Beyrut 1385/1965, I, 200 vd; İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, Riyad 1966, I, 322 vd.).



Her ne kadar müfessirler âyetlerin nüzûl sebebi olarak daha çok Bel'am'ın ismi üzerinde durmuşlarsa da, sözkonusu âyetlerle anlatılmak istenenin Bel'am olduğu yolundaki rivâyetleri ve onunla ilgili olarak anlatılan kıssaları doğrulayacak -güvenilir- hiç bir eser yoktur. Aynı şekilde yalnız Bel'am'ın, âyetlerin nüzulüne sebep teşkil etmiş olması da doğru değildir (Kasımî, Mehâsinü't-Te'vil, VII, 2906).



Öte yandan, âyetlerde bahsi geçen kişinin, Bel'am'ın dışında, Ümeyye İbn Ebi's-Salt, er-Râhib Ebû Amr, İsrâiloğulları'ndan duâsı makbul bir kişi, münâfık olan her kişi veya yahûdi, hristiyan ve haniflerden olup da Hakk'tan ayrılan herkes olduğu şeklinde de rivâyetler vardır (Taberi, a.g.e., IX, 119 vd; Râzî, a.g.e, XV, 54; Zemahşeri, el-Keşşaf, Beyrut 1366/1947, II, 78; Mes'üdî, Mürûcü’z-Zeheb, Mısır 1384/1964, I, 52; İbni Kesir, a.g.e., I, 322).



Öyle anlaşılıyor ki âyetler, Bel'am ve hareketleri itibariyle onun gibi olan herkese şâmildir. Çünkü Allah'ın âyetlerini yalnız bir veya birkaç kişiye hasretmek doğru olmaz; onlar geniş kapsamlıdırlar. Burada asıl üzerinde durulması gereken konu; Bel'am'la ilgili olarak söylenen ve İslâmî kaynaklara girmiş olan bilgilerin büyük çoğunluğunun İsrâiliyyâta dayanmış olmasıdır (D. B. Macdonald, İ A, II, 464-465; Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Ankara 1979, s. 242). Çünkü İslâmî kaynaklarda zikredilen bilgiler -bazı isim ve ifade değişiklikleri hâriç- Kitab-ı Mukaddes'te geçen bilgilerin tamamen aynısıdır (Kitabı Mukaddes, İstanbul 1981, Sayılar XXII, 2-41; XXIII 1-30; XXIV, 25; XXII, 16; Yeşu XXIV, 9).



Ancak Bel'am, dünyevî çıkar ve hesaplar için Allah'ın dinini tahrif eden bir ilim ve din adamını küfür sistemlerine ve kâfir yöneticilere yaranmak maksadıyla Allah'ın hükümlerini çiğneyen ve asıl gayesinden saptıran kimseleri temsil etmektedir.



İnsanları "Allah (c.c.) adını kullanarak"' aldatan, hevâ ve heveslerini tatmin için "Tevhid akîdesini" tahrip eden "Bel'am'ın" etkisi korkunçtur. İslâm topraklarında; kâfirlerin istilâsını hazırlayan güç, "Bel'am"dır.



Allah (c.c.)'ın indirdiği hükümlere karşı ayaklanan ve İslâm'a küfreden yönetimlerle yani tâğûtî güçlerle din adına uzlaşan ve müslümanları da "Allah (c.c.) adını kullanarak" aldatan, Kur'ân'daki ifâdeyle "köpek sıfatlı" kimselerin ortak ismi Bel'am' dır. Bu köpek sıfatlı kimseler de; Allah (c.c.)'ın indirdiği hükümlerin bir kısmını kabul, bir kısmını "zamanın değişmesi" gerekçesiyle sükûtla geçiştirirler. Günümüzde, başta resmî ideolojiyi kabul eden ve İslâm'ı o ideolojiye hizmetçi kılmaya çalışan müesseseler olmak üzere, çok sayıda Bel'am benzeri vardır. Bunlar "çok dindar" görünmekle birlikte, tâğut'a itikad ve iman etme noktasında titizdirler. "Ulü'l-Emr" kavramını İslâm'a karşı ayaklanan güçlere izâfe ederek, mü'minleri yanıltırlar. İşte bunlar çağdaş Bel'am'lardır. (1)







Kitab Bilgisine Rağmen Azgınlaşan Kimse


Bel’am, Tevrat ve İslâmî kaynaklarda, önceleri iyi bir mü’min iken, daha sonra Hz. Mûsâ ve kavmi aleyhine hile tertiplediği için cezâlandırıldığı rivâyit edilen kişidir. Müfessirlerın çoğunluğuna göre Kur’ân-ı Kerim'de ismi zikredilmeksizin, 7/A’râf, 175-176) âyetlerdeki ifa­delerde kendisinden söz edilen kişi Bel­am bin Bâûrâ'dır. Kaynaklarda Bel’am, Bel’âm, Bel'âm bin Bâurâ, Bel'am bin Eber veya Bel’âm bin Bâûrâ’ şek­linde kaydedilen bu kişi (Taberî, Tefsir, IX/82; Kurtubî, Tefsir, VII/319), Tevrat'ta Beor’un oğlu Balaam olarak geçmektedir (Sayılar, 22/5), Kâhin (Yeşu, 13/22) ve pey­gamber (Petrus'un İkinci Mektubu, 2/15) diye takdim edilen Bel'am'ın kehânetlerine büyük önem verilmektedir (Sayılar, 22/6). Bel'am'ın kıssası Tevrat'ta en az iki ayrı rivâyet halinde nakledilir ki, bu rivâyetler birbirinden farklıdır (Sayılar, 22-24). Elohist denilen rivâyete göre o Ârâmî veya Amorî bir kâhindir. Tanrı’ya inanmakta ve O'ndan ilham almaktadır. Moab Kralı Balak'ın İsrâiloğulları'na lâ­net etmesi husûsundaki ısrarlarını an­cak Tanrı tarafından müsaade edilince kabul eder (Sayılar, 22/5-21). Yahvist de­nilen rivâyete göre ise o Midyanlı (Medyen’li) bir kâhin olup (Sayılar, 31/8) Balak'ın dâvetine Tanrı’nın izni olmaksızın icâ­bet etmiştir (Sayılar, 22/22-34). Tevrat'­taki kıssaya göre, Hz. Mûsâ başkanlığın­daki İsrailoğulları'nın çölde Ken'an diyarı­na doğru ilerlediklerini gören Moab kra­lı endişeye kapılır. İsrâiloğulları'na karşı kendilerine yardım etmesi için Bel'am'ı dâvet eder. Zira Bel'am'ın mübârek kıl­dığı mübârek olmakta, lânetlediği ise lânetlenmektedir (Sayılar, 22/6). Bel'am ise Rabden alacağı emre göre hareket edeceğini bildirir; ne var ki bu konuda kendisine müsâade verilmez. Moab kra­lının ikinci defa ısrârı üzerine yine Rabbe danışan Bel'am'a bir rivâyete göre gitme izni verilir (Sayılar, 22/20), diğer bir rivâyete göre ise o, izin verilmeksizin yola çıkar (Sayılar, 22/22). Yolda eşeği melek tarafından durdurulur. Sonra yo­luna devam eder ve Balak'a sadece, Al­lah'ın kendisine söyleteceği şeyleri söy­leyebileceğini ifâde eder. Söylediği dört meselin hepsinde de kralın beklediğinin aksine, İsrâiloğulları'na lânet edeceğine onları mübârek kılar (Sayılar, 23/7-10, 18-24; 24/3-9, 15-24). Bel'am, Allah'ın lânet etmediğine lânet edemeyeceğini, Rabbin bedduâ etmediğine bedduâda bulunamayacağını, O'ndan emir aldığını, Allah'ın sözlerini işittiğini, yüce ola­nın bilgisini bilen kişi olduğunu, Rabbin sözünden öteye geçemeyeceğini ifâde eder (Sayılar, 23/8, 20; 24/4, 12, 16). Bu­nunla beraber Kitâb-ı Mukaddes'te Bel’am’ın İsrâil'e düşman olarak tasvir edil­diği de görülür. İsrâiloğulları'nın Midyan kadınlarıyla zinâ ederek felâkete uğra­maları Ruhban metninde Bel'am'ın bir hilesi olarak gösterilir (Sa­yılar, 31/16). Balak'a, İsrâiloğulları'nın Moablı kadınlarla zinâ etmelerini, putla­ra kesilen kurbanlardan yemelerini sağ­lamasını, böylece onların günahkâr olup cezâlandırılacakları-nı öğreten Bel'am'dır (Vahiy, 2/14). Bel’am ile ilgili kıssada bu husûsa yer verilmez, ancak İsrâiloğulları'nın Moablı kızlarla zinâ ettikleri, onla­rın ilâhlarına eğildikleri ifâde edilir (Sa­yılar, 25/1-3). Bel'am İsrâiloğulları tara­fından öldürülmüştür (Sayılar, 31/8; Ye­şu, 13/22).



İslâmî kaynaklar umûmiyetle yukarı­da meâli verilmiş olan 7/A'râf sûresinin 175 ve 176. âyetlerinde kastedilen kişi­nin Tevrat'ta da zikredilen Bel'am bin Bâ­ûrâ olduğunu, söz konusu âyetlerden ön­ce Hz. Mûsâ ve İsrâîloğulları'ndan bahsedilmesinin de bunu gösterdiğini belir­tirler. Fakat bu kişinin Ümeyye bin Ebü's-Salt es-Sekafî veya Nu'mân bin Sayfî er-Râhib olduğuna dâir görüşler de vardır (Taberî, Tefsir, IX/83, Kurtubî, Tefsir, VII/320, İbn Kesîr, Tefsîr, III/507; Sa’lebî, Arâisu’l-Mecâlis, s. 182).



İslâmî kaynaklarda Bel’am bin Bâûrâ ile ilgili çeşitli rivâyetler yer almaktadır. Bu rivâyetlerden birine göre Hz. Mûsâ'nın, Kur'ân-ı Kerim'de "cebbar bir ka­vim" şeklinde nitelendirilen bir topluluk­la savaşmak için hazırlanması üzerine Bel'am'ın kavmi ona durumu anlatarak Mûsâ'nın etkisiz kılınması için duâ et­mesini isterler. Ancak Mûsâ'nın peygam­berliğine inanan ve iyi bir mü'min olan Bel’am bu isteği reddeder. Allah'ın ken­disine Mûsâ'ya bedduâ konusunda izin vermediğini belirterek öteki isteklerini de geri çevirirse de, kavmi onu hediyelerle kandırıp bedduâ etmesini sağlar­lar. Ancak Allah bu bedduâyı onun kav­mine çevirir; Bel’am'ın da Allah tarafın­dan bir cezâ olmak üzere dili göğsüne doğru sarkar. Artık dünya ve âhiretinin yıkıldığını düşünen Bel'am, hiç olmazsa kavmini kurtarmak için onlara Hz. Mû­sâ ve İsrâiloğulları’na karşı kullanılmak üzere bir hile öğretir. Buna göre bu ka­vim, kadınları süsleyerek Mûsâ'nın sefer halinde olan askerleri arasına gönderecek ve bu kadınlar onları baştan çıkaracak­tır. Gerçekten Şimeonîler'in reisi Zimri, Sur kızı Kozbi ile zinâ etmiş ve bu yüzden İlâhî bir cezâ olmak üzere baş gösteren vebâ salgınında 70.000 kişi ölmüştür (İbn Kesîr, Tefsir, III/511; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, IX/112).



Bir başka rivâyete göre ise Bel'am Hz. Mûsâ'ya bedduâ edemeyeceğini, çünkü aynı dine mensup olduklarını belirtmiş, çarmıha gerilerek öldürülme tehdidi üze­rine ise ism-i a'zam'ı okuyarak Hz. Mûsâ'nın şehre girmemesi için duâ etmiş, duâsı kabul olunmuş ve böylece İsrâiloğulları çölde kalmışlardır. Bunun üzeri­ne Hz. Mûsâ, Bel'am'dan ism-i a'zam ile imanın alınması için duâ etmiş ve ilgili âyette belirtildiği gibi Bel'am'a verilen "âyetler" geri alınmıştır (Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, IX/112).



Bel’am'ın İsrâiloğulları'ndan, Ken'ânîler'den veya Yemenli olduğu, ona verilen âyetlerden maksadın ise "ism-i a'zam", "suhuf" veya "kitap" olduğu da rivâyet edilmiştir. Hatta ona peygamberlik verildiği de söylenir. Ancak İslâm inancına göre kendisine peygamberlik verilen bir kişinin hak dini terketmesi mümkün ol­madığından bu rivâyete itibar edilme­mektedir (Kurtubî, Tefsir, VII/320; İbn Kesir, Tef­sir, III/509).



Söz konusu âyetlerde kıssası anlatılan kişinin Bel'am bin Bâûrâ olduğuna dâir bir işaret yoktur. Burada hak ve hakikati gördükten sonra onu bırakıp şeytanın peşine düşenin kötü durumu ifade edil­mektedir. Mutasavvıflar ise Bel'am bin Bâûrâ'yı, kibir ve dünyevî arzular sebebiy­le sapıklığa düşenlerin bir örneği olarak takdim etmektedirler (Encyclopédie de l’İslam, Leiden, 1954, I/1014). (2)







Bel’am; Bir “Devlet Âlimi” Prototipi


Bel’am’la ilgili olduğu değerlendirilmesi yapılan âyet meali şudur: “Onlara, kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku. Dileseydik elbette onu âyetlerle yükseltirdik. Fakat o, yere saplandı ve hevâ/hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Eğer üstüne varsan, dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu budur. Bu kıssayı anlat, umulur ki düşünür, ibret alırlar.” (7/A’raf, 175-176)



Âyetlerde, Hz. Peygamber'den, geçmişte yaşanmış bir olayın kahramanını anlatması isteniyor. Olayın kahramanının adı geçmiyor. Onun yerine, tavır ve davranışı geçiyor. Kur'an'ın üslûbu budur. Nedeni de, dikkatler özel isimler, özel yerler, özel zamanlar ve toplumlar üzerinde değil de, tavırlar üzerinde yoğunlaşması içindir. Âyetin çizdiği hastalıklı tipin belirgin özellikleri şunlardır: Kendisine mûcize, vahiy, kitap, ya da birtakım olağanüstü ve herkeste olmayan yetenekler verilen bir ulu, önder ve âlim kişi, daha önce bu İlâhî ödülü hak eden bir davranış içerisinde olduğu halde sonradan bozuluyor. Kendisine verilen âyetlerle amel etmeyip onlara sırtını dönünce, şeytanın askeri oluyor. Vahiyden uzaklaştıkça azgınlaşıyor. Âyetleri ihtirasları uğruna kullanıyor.



Azgınlığının temel sebebi makam-mevkî, mal-mülk, şöhret-servet sevdâsı. O, dünyalığı Allah'a tercih edip Allah'ın verdiği âyetleri menfaat temininde kullanınca, Allah da ona verdiği âyetleri, o âyetlerle gelen tüm meziyet ve faziletleri alıyor. Adam şahsiyetini kaybederek, "köpek gibi", bir çanak yal uğruna her türlü zillete eyvallah eder hale geliyor. Kovsan da, sevsen de, dövsen de onun için fark etmiyor. Tabiatı köpekleştiğinden, kendisini tutanla kendisini iten arasındaki farkı göremeyip, her ikisine de dilini sarkıtıp soluyor. Âyette yapılan bu keskin tasvir, "İşte âyetlerimizi yalanlayanların hali budur" cümlesiyle tamamlanıyor. Hz. Peygamber'e de bu kıssayı anlatması emrediliyor ki, bu âyetlerin nâzil olduğu Mekke döneminin sonlarında tıpkı bu adam gibi bilgi ve hikmet sahibi olup da ilmini şeytana satan kimseler "belki düşünür, öğüt alırlar" diye...



Âyette geçen şahsın gerçek kimliği hakkında farklı rivâyetler var. Bel'am bin Baura (Eber), Ümeyye bin ebi's-Salt es-Sakafî, Ebû Amir bin Sayfî bu isimlerin başında geliyor. Bel'am, âyette anlatılan kıssanın gerçek sahibi ve mâzideki sebeb-i nüzûlü, Ümeyye bin Ebi's-Salt, haldeki sebeb-i nüzûlü, Ebû Amir ise istikbaldeki sebeb-i nüzûlüdür.



Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Mücâhid, İkrime ve müfessirlerin büyük bir çoğunluğu, kıssası anlatılması istenen bu adamın, Benï İsrail bilginlerinden Bel’am bin Baura olduğunu kabul ederler. Mücâhid, Abdullah bin Amr, Kelbî ise Ümeyye bin Ebi’s-Salt’tır diyorlar. Said bin Müseyyeb ise Ebû Âmir’de karar kılıyor (Taberî, Câmiu’l-Beyan, 6/118-121; Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 7/319-320).



Tevrat ve İncil'de Bel'am, Boer oğlu Balam olarak geçer (Sayılar, 22-23). İslâmî kaynaklarda anlatılan rivâyetler de, Tevrat'ta verilen Bel'am portresiyle uyuşmaktadır. Tevrat'ta anlatılanları biraz daha detaylandıran İslâmî rivâyetler de Bel'am'ın resmî din adamı kimliğini tescil eder. Duâsı makbul bir bilgin olan bu kişi, kavminin ısrârı üzerine Hz. Mûsâ’ya bedduû etmiş, o yüzden dili göğsüne kadar sarkmış.



Moab'lılar, "onlara bedduâ et" dediler. O dedi ki: "Benim elimde olmayan bir şeyi bana emrediyorsunuz." Onlar dediler: Eğer Rabb'in onlara bedduâ etmenden hoşlanmazsa daha önce olduğu gibi bundan seni alıkoyacaktır." Başladı İsrâiloğullarına bedduâya. Lâkin onlara bedduâ ederken dili sürçüp kendi halkına bedduâ ediyordu. Kendi halkının zaferi için duâ etmek istediği zaman da, dili sürçerek Allah'ın izniyle Mûsâ ve ordusunun muzaffer olması için duâ ediyordu. Toplumu: "Sen onlara değil, bize bedduâ ediyorsun" dediklerinde, "Benim dilim bundan başkasına dönmüyor. Kaldı ki onlara bedduâ etseydim bile kabul olunmayacaktı" diye yakındı. "Lâkin" dedi, "size bir yol göstereyim. Eğer yaparsanız onları yenersiniz. Allah zinâya çok gazaplanır. Eğer onlar zinâya düşürülebilirse, helâk olurlar. Allah'ın onları bu şekilde helâk etmesini umuyorum. Kadınlarınızı çıkarıp onların üzerine gönderin. Onlar yılları yollarda geçmiş seferî bir toplumdur; bu yüzden zinâya meyledip helâk olmaları daha kolaydır (Taberî, Câmiu'l Beyân, 6/123).



Bundan sonrası kolay oldu. İsrâiloğulları, peygamberlerini dinlemeyerek Moab'lı fahişelerle zinâya koştular. Moab'lı fahişelerin sunduğu putlara adanmış muhtemelen mikroplu etleri yedikleri için İsrâiloğulları içerisinde salgın bir hastalık çıkmış ve kitlesel ölümlere (Taberî'ye göre 70 bin) sebep olmuştu. Âyetteki "hevâsına uydu" ibâresini Kurtubî "mala çok düşkün olan hanımının müslüman İsrâiloğullarına bedduâ etmesi için yaptığı ısrarlı taleplere uymuştu" şeklinde açıklar (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l Kur’an, 7/322).



Tüm bu bilgiler, 7/A'râf 175-176. âyetleri desteklemektedir. Âyette sözü edilen kimsenin Bel'am olduğuna hükmetmek, -diğer şahısların âyette belirtilen tüm özelliklere sahip olmadığı için- en uygun görünmektedir.



Âyetlerin sebeb-i nüzûlü olarak görülen ikinci isim de Ümeyye bin Ebi’s-Salt es-Sekafî. Olumsuz bir prototip olan “Bel’am” tipini iyi tanımak için Ümeyye’den kısaca söz etmemiz gerekecek:



Tâif’teki Sakîf kabilesinin en ünlü şâiri olan Ümeyye bin Eb’s-Salt bi’setten önce hanîf olarak bilinenler arasındaydı. Rasûlullah onun şiirini dinlerdi. Hatta birgün onun şiirini dinledikten sonra “Onun şiiri müslüman olmuştu” buyurur. Hadisin bir başka varyantında şöyle bir ziyâde var: “Keşke kendisi de müslüman olsaydı.” (Müslim, Kitâbu’ş-Şiir, 41-1). Müslim’deki bu ibâre, İbn Mâce’de temennî edâtıyla “neredeyse müslüman olmuştu” biçiminde gelir (İbn Mâce, Edeb 41, hadis no: 3757).



İbn Kuteybe, eş-Şi’r ve’ş-Şuarâ adlı eserinde Ümeyye bin Ebi’s-Salt’ın şiirlerine üç sayfa ayırmış. Oradan öğreniyoruz ki Ümeyye câhiliyye Araplarından tamamen farklı bir inanca sahipti. “İlâhu’l-âlemîn” olarak andığı Allah’tan “ferdun ve muvahhadun: Bir başına ve tek” olarak söz eden Ümeyye; cennete, cehenneme, meleklere, peygamberlere inanmaktadır. “O yeryüzünün tamamına egemendir” dediği Allah’ı “göklerin ve yerin meliki” olarak anar. İbranca ve Süryanca’ya vâkıf olup Tevrat ve İncil’i asıllarından okuyabilmektedir.



Câhiliyye döneminde hiç puta tapmayıp içki içmemiştir. İslâm’ın zuhûrunda 8 yıl Bahreyn’de ikamet etmiştir. Rasûlullah’ın nübüvvetini haber alır-almaz Mekke’ye gelen Ümeyye, onun ağzından Kur’an’ı dinlemiş, Kureyş müşrikleri kendisine fikrini sorunca da “O hak üzeredir” demiştir. Kendisine “O halde niçin ona tâbi olmuyorsun?” denildiğinde “Onun işinin neticesini görünceye kadar bekleyeceğim” demiştir (Zirikli, el-A’lâm, 2/23). Dayısının iki oğlu Bedir’de Rasûlullah’a karşı savaşmış ve öldürülmüşlerdir. Kendisi için de sahâbe “aduvvullah: Allah’ın düşmanı” lakabını benimsemiştir. Hasta yatağında şöyle söylediği rivâyet edilir: “Bu hastalığın beni öldüreceği muhakkak. Ben Hanîf dininin doğru olduğunu biliyorum. Ama Muhammed’e karşı içimdeki kuşku beni bırakmıyor.” (Toshihiko İzutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, s. 108)



Ümeyye’ye herhangi bir kitap, vahiy ya da mûcize verilmediği konusunda herkes müttefik. O halde âyette “kendisine âyetlerimizi vermiştik” denilen kimse Ümeyye olamaz. Üçüncü ihtimal olan Ebû Âmir bin Sayfî, gündeme Medine’de girmiştir. Halbuki âyetler Mekkî’dir. Sonuçta âyette sözü edilen kimsenin Bel’am olduğuna hükmetmemiz gerekmektedir.







Kimlikten Karaktere Bel’am ve Bel’amlık


Bel'am tipi, tahrifin prototipidir. Kur'an, Tevrat, İncil ve İslâmî kaynaklarda yazılanlardan yola çıkacak olursak bu tipin temel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:



1- Bel'am ırkçı bir tiptir: Müslüman İsrâiloğullarına ve Hz. Mûsâ'ya karşı putperest Moab' lıları ve onların putçu yöneticisi Balak'ı sırf kendi kavmi ve ülkesi olduğu için destekledi. Hakka karşı, "bizden" gerekçesiyle bâtılın yanında yer aldı.



2- Dünyacı bir tiptir: Kendisine verilen İlâhî emânete ihânet ederek, şöhret, servet gibi geçici dünya nimetleri uğruna onları fedâ etti. Dinini satıp dünyasını aldı. Bir çanak yal uğruna, sahibinin onca itip kakmasına kuyruk sallayan köpek gibi, bir miktar dünyalık uğruna ilminin izzetini sattı.



3- İlmini zâlim/kâfir yöneticilerin hizmetine veren resmî ulemâ tipidir: Kendisine "yukardan" gelen emirleri, Allah'tan gelen emirlere karşı da olsa uygulayan, bu yüzden de âyette "tutsan da itsen de dilini sarkıtıp soluyan köpek" olarak tanımlanan yüzsüz ve onursuz, "evet efendim"ci bir tip. Şairin "Köpektir zevk alan sayyâd-ı bî-insâfa hizmetten" mısraında ifâde ettiği gibi, sadâkati cinâyet derecesinde midesine bağlı bir tip.



4- İlkesiz, makyavelist bir tip: Ulusal birliği ve ülkenin bütünlüğünü korumak için, kendi kutsal değerlerini de hiçe sayarak, her yolu meşrû gördü. Bu cümleden, muhtemelen zührevî ve bulaşıcı hastalığa yakalanmış Moab’lı fâhişelerin İsrâiloğulları’yla zinâ yapması fikrini ortaya attı. Harp halinde dahi, yöneticileri, ilkeli, insan hak ve onuruna saygılı davranmaya dâvet edeceği yerde, önce o hak ve onuru kendisi çiğnedi. Kendisine verilen akıl âyetini, şeytanın hizmetinde kullandı.



Bu sayılan özellikler, kimde bulunursa, o kendi yaşadığı çağın ve toplumun Bel'am'ıdır. Kur'an, onun için yer, zaman ve şahıs ismi vermez. Çünkü bu tipler, her yerde ve her zamanda bulunabilir. Onları görünce tanımamız için özelliklerini sıralar. (3)







Bel’am; Bir Din Tüccarı


Sahip bulunduğu ilim hazinelerine karşılık, “dünya” için “din”ini satan, âhiretini dünyaya değişen ve bu doğrultuda azgın yöneticiler ve tâğutlarla işbirliği yapan, onlara hizmet veren, dini ve bilimi âlet edip kullanarak insanları zâlimlerin buyruğuna ve boyunduruğuna sokan kimliği simgeleyen bir addır Bel’am.



Tâbiri câizse, Allah’ın peygamberine, Allah'ın dinine karşı, Allah adına mücâdele veren ve halk katındaki itibarını bahane ederek tevhid mücâdelesine karşı direnen bir azgın! Bir kısım müfessirler, bu âyetin, Ümeyye bin Ebi’s-Salt hakkında nâzil olduğunu beyan etmişlerdir. Bu kişinin de, Hz. Muhammed (s.a.s.)’e nübüvvet görevi verilmeden önce “hanif”lerden olduğu, Allah’ın kısa bir süre içerisinde peygamber göndereceğini söyleyip durduğu halde, gurura kapılıp ona iman etmediği bilinmektedir. Rivâyetlerdeki ortak yön, muayyen bir şahsı tariften çok, onun prototip karakterini ortaya koymasıdır. Nüzul sebebinin husûsî olması, hükmün umûmî olmasına engel değildir. Kıyâmete kadar Bel’am’ın vazifesini yapan “Bel’am” tipi, bu karakterin yapısı ortaya konulmaktadır. İnsanları “Allah adını kullanarak” aldatan, hevâ ve heveslerini tatmin için tevhid akidesini tahrip eden Bel’am’ın etkisi korkunçtur.



Bel’am; Firavun’un ilkelerini Allah’ın dini adına muhâfaza eden bir mel’undur. Her düzenin bir sâdık bekçisi vardır. Tâğûtî düzenin sâdık bekçisi ise hiç şüphesiz Bel’am’dır. Câhiliyye düzeninde Bel’am sadece bir kişi değil; bir çetedir. Evet, Bel’amlar çetesi tâğûtî düzen tarafından örgütlenmiş bulunan bir haydutlar çetesidir. Bel'amlar çetesi, tâğûtî düzen içerisindeki kiralık din bezirgânlarıdır. Tabii ki bunları kiralayan tâğûtî düzenin kendisidir. Bu Bel'amlar çetesinin kökü Firavun düzenine dayanır. Bel'amlar çetesinin ilk reisi Bel'am bin Baura'dır.



7/A'râf sûresindeki âyetleri dikkate alarak Bel'am'ın vasıflarını şöyle sıralamak mümkündür:



Bel'am, Allah'ın âyetlerini bilen bir âlimdir.

Bel'am, Bildiği Allah'ın âyetleriyle amel etmekten vazgeçip, bunların yerine şeytanın rehberliğine sığınan kimsedir.

Bel'am, Allah'ın rızâsı yerine, gazâbına müstahak olmuştur.

Bel'am, dünyevî menfaat için imanını ve ilmini satan bir din hâinidir.

Bel'am, Firavunî düzeni devirmeye çalışan muvahhidlere hırlayan bir köpektir.

Bel'am, Allah'a tâbi olmak yerine kendi hevâsına tâbi olmuştur.

Bel'am, Allah'ın yasalarını yalanlaması nedeniyle köpeğe benzetilmiştir.

Bel'am, sadece Firavun dönemine mahsus bir şahsiyet değildir. Aksine ümmet-i Muhammed içerisinde de ortaya çıkmış ve daha da çıkacak olan bir şahsiyettir.

Bel'am, ümmet-i Muhammed'e düşman, ümmet-i Muhammed de Bel'am'a düşmandır.

Bel'am, Hz. Muhammed (s.a.s.) tarafından kötülüğü beşeriyete bildirilen bir fitne ve fesad odağıdır.



Bu vasıflar kimde bulunursa o bir Bel'am'dır. Câhiliyye düzeninin kuşatması altındaki toplumlarda devlete bağlı bir din vardır. Bu devlete bağlı dinin mümessilleri Bel'amlardır. Bu Bel'amlar, her yerde ve her zaman dine bağlı devlet anlayışına karşı savaşırlar. Tâğûtî düzenin her türlü icraatını İslâm'ın mührüyle mühürlemeye çalışırlar. Tâğûtî düzenin kapılarında ev sahibinden kemik bekleyen köpekler gibi kuyruk sallarlar. Tâğûtî düzenin hatırı için İslâm dinine eklemede ve çıkarmada bulunurlar.



Bel'amlar çetesi, İslâm coğrafyasında küfrün iktidar olması ve iktidarının devam etmesinin en büyük destekçisidir. Bugün İslâm coğrafyasının siyasî iktidarı İslâm'ın elinde değildir. Devlete bağlı din serbest, dine bağlı devlet yasaktır. Dine bağlı devletin zarûretinden bahsedenler zindanlarda, devlete bağlı dini anlatanlar ise kürsülerdedir.



Kur'an, Bel'amları köpeğe benzetir. Köpek, ev sahibinin itikadî yapısına bakmadan sadece kendisine verilen kemikler karşılığında evi bekler ve eve girmek isteyen yabancılara/aileden sayılmayanlara karşı direnir.



Câhiliyye düzeni için Bel'amlar büyük bir silâhtır. Her ne zaman câhiliyye bir kanun uydurursa Bel'amlar bu kanunun İslâm dinine uygun olduğunu iddia ederek halkı itaate mecbur etmeye çalışırlar. Câhiliyye düzeninde tâğutlar kanun uydururlar; Bel'amlar ise bu uydurulan kanunları müslüman halka kabul ettirler. Tâğutlar emir verirler, Bel'amlar emre itaati sağlarlar. Câhiliyye düzeni için Bel'amlara duyulan ihtiyaç, düşman sahibi bir kişinin kapısını bekleyen bir yırtıcı köpeğe olan ihtiyaç gibidir. Yani, câhiliyye düzeninin ayakta kalması için, bu düzenlerde Bel'amların bulunması zarûridir.



İslâm coğrafyasında siyasî otoriteyi elinde bulunduran müşrik otoriteler, bu otoritelerini Bel'amlara borçludurlar. Bazen topun, tüfeğin yapamadığını Bel'amlar yapar. Çünkü Bel'am, Firavun'un siyasî ihtirasını ve Karun'un câhilî sermayesini; insanları Allah adına aldatarak koruyan mel'undur. Bel'am, bir anlamda bilimin mücessem put haline gelmesidir. Çünkü Bel'am, Hz. Mûsâ ile karşı karşıyadır. Allah'ın peygamberi ile, Allah adını kullanarak mücâdele etmekten çekinmemiştir. Bu işin mâhiyeti düşünülürse; hem Karun, hem Firavun, kitleler üzerindeki gücünü Bel'am'dan almıştır denebilir. Câhiliyye düzenine karşı savaşan muvahhidlerin önündeki en büyük engel, köpek sıfatlı Bel'amlardır. Bu gün tâğûtî düzeni devirmeye çalışan muvahhidlere "ehl-i fitne" sıfatını verenler Bel'amlardır. Halbuki tâğûtî düzenin kendisi bir fitnedir. Bu fitneyi muhâfaza etmeye çalışan Bel'am ise başlı başına bir pisliktir. Bu konuda bir tâğutun katili Muhammed bin Mesleme (r.a.) şöyle diyor: "Zâlim idarecilerin kapısındaki âlimlerden, pislik üzerindeki sinek daha güzeldir." (Zemahşeri, Keşşâf II/434) (4)







Kur’ân-ı Kerim’de Bel’am Karakteri; Sorumlu ve Sorunlu Âlimler


"...Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız Benden korkun. Hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bilip dururken hakkı gizlemeyin." (2/Bakara, 41-42)



"(Ey bilginler!) Siz Kitab'ı okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?" (2/Bakara, 44)



"Ey iman edenler, onların (yahûdilerin) size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa ki onlardan bir zümre, Allah'ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi/değiştirirlerdi." (2/Bakara, 75)



"Elleriyle Kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için 'Bu Allah katındandır' diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü yazıklar olsun onlara!" (2/Bakara, 79)



“Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında ancak rezilliktir. Kıyâmet gününde ise (onlar) azâbın en şiddetlisine itilirler. Allah, yapmakta olduklarınızdan asla gâfil değildir.” (2/Bakara, 85)



“İşte onlar, âhireti verip dünya hayatını satın alan kimselerdir. Onlardan azap hiç hafifletilmez ve onlara hiç yardım edilmez.” (2/Bakara, 86)



"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyeti Biz kitap'da insanlara açıkça belirttikten sonra gizleyenler var ya; işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet edebilenler lânet eder. Ancak, tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıklayanlar başkadır; onları bağışlarım. Çünkü Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça merhamet edenim." (2/Bakara, 159-160)



"Allah'ın indirdiği Kitap'tan bir şeyi gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyâmet günü Allah, ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır. Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfiret bedeli olarak da azâbı satın almış kimselerdir. Onlar, ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar! O azâbın sebebi, Allah'ın, Kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. (Buna rağmen farklı yorum yapıp) Kitap'ta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir." (2/Bakara, 174-176)



"Ey ehl-i kitap! Neden hakka bâtılı karıştırıyor ve bile bile hakkı/gerçeği gizliyorsunuz?" (3/Âl-i İmran, 71)



"Allah, kendilerine Kitap verilenlerden, 'Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz' diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü!" (3/Âl-i İmran, 187)



"Ehl-i Kitap'tan öyleleri var ki, Allah'a, size ve kendilerine indirilene, tam bir samimiyet-le ve Allah'a boyun eğerek iman ederler. Allah'ın âyetlerini az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında ücretleri/ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır." (3/Âl-i İmran, 199)



"...İnsanlardan korkmayın, Benden korkun. Âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir." (5/Mâide, 44)



"Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna hidâyet etmez/rehberlik yapmaz." (5/Mâide, 67)



“İsrâiloğullarından kâfir olanlar, Dâvud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıdır. Onlar, işledikleri münkerden/kötülükten, birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun, yaptıkları ne kötüdür!” (5/Maide, 78-79)



"Âyetlerimiz hakkında (ileri geri konuşmaya) dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak ol (meclislerini terket). Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra (hemen kalk), o zâlimler topluluğu ile oturma." (6/En'âm, 68) bk. 4/Nisâ, 140



"İçlerinden bir topluluk, 'Allah'ın helâk edeceği, yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?' dedi. (Öğüt verenler de) dediler ki: 'Rabbinize mâzeret (beyan etmek) için, bir de belki sakınırlar diye (öğüt veriyoruz). Onlar, kendilerine verilen öğütleri unutunca, Biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık." (7/A'râf, 164-165)



"Onların ardından (âyetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp, 'nasıl olsa bağışlanacağız' diyerek Kitab'a vâris olan birtakım kötü kimseler geldi. Onlara ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Acaba Allah'a karşı haktan/gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair kendilerinden, o Kitabın hükmü üzere mîsak/kuvvetli söz alınmamış mıydı ve onlar Kitab'ın içindekini ders edinip okumadılar mı? Halbuki âhiret yurdu, takvâ sahipleri/Allah'tan korkanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?" (7/A'râf, 169)



“Onlara (Yahûdilere) kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın tâkibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin (Bel’am’ın) haberini oku.

Dileseydik elbette onu âyetlerle yükseltirdik. Fakat o, yere saplandı ve hevâsınınn/hevesinin peşine düştü. Onun durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu budur. Bu kıssayı anlat, umulur ki düşünür, ibret alırlar.”

Âyetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmetmekte olan kavmin durumu ne kötüdür!”

Allah kimi hidâyete erdirirse, doğru yolu bulan odur. Kimi de saptırırsa, işte onlar ziyana uğrayanlardır.” (7/A’râf, 175-178)



"Ey iman edenler, (biliniz ki) hahamlardan (yahûdi bilginlerinden) ve (hıristiyan) râhiplerden birçoğu insanların mallarını bâtıl/haksız yollarla yerler ve onları Allah'ın yolundan men ederler. Altın ve gümüşü yığıp biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlara hemen acıklı bir azâbı müjdele!" (9/Tevbe, 34)



"(Sizden olduklarına dair yemin eden) Münâfık erkekler ve münâfık kadınlar (sizden değil), birbirlerindendir. Çünkü onlar münkeri/kötülüğü emreder, ma'rûftan/iyilikten alıkorlar (siz ise iyiliği emreder, kötülükten alıkorsunuz) ve onlar ellerini sıkı tutarlar (Allah için infak edip harcamak husûsunda cimrilik gösterirler). Allah'ı unuttular, Allah da onları unuttu. Çünkü münâfıklar fâsıkların ta kendileridir." (9/Tevbe, 67)



"Dediler ki 'Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları), yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terketmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu ve çok akıllısın.' Dedi ki: 'Ey kavmim! Eğer benim, Rabbim tarafından (verilmiş) apaçık bir delilim varsa ve O bana tarafından güzel bir rızık vermişse buna ne dersiniz? Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah'ın yardımı iledir. Yalnız O'na dayandım ve yalnız O'na döneceğim." (11/Hûd, 87-88)



"(Ey Rasûlüm) Buna karşı (yaptığın tebliğ ve imana dâvetten dolayı) onlardan bir ücret de istemiyorsun. O Kur'an, bütün âlemlere ancak bir nasihattir." (12/Yûsuf, 104). Rasûlullah'ın tebliğine karşı ücret istememesi ile ilgili olarak benzer ifadeler için bkz. 42/Şûrâ, 23; 38/Sâd, 86; 34/Sebe', 47; 6/En'am, 90.



"(Müşrikler,) sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere Bize isnat etmen için seni, neredeyse sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi. Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, neredeyse onlara birazcık meyledecek-tin. O takdirde hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat tattırırdık; sonra Bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın." (17/İsrâ, 73-75)



"Sabah-akşam Rablerine, sırf O'nun rızâsını dileyerek duâ edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının zînetini/süsünü isteyerek gözlerini onlara çevirme. Kalbini, Bizi zikretmekten/anmaktan gâfil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme." (18/Kehf, 28)



"(Ey Rasülüm) de ki: 'Ben bu yaptığım tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum, ancak Rabbine bir iman ve itaat yolu tutmak isteyen kimseler istiyorum." (25/Furkan, 57)



"Onlar ki, Allah'ın gönderdiği emirleri duyururlar, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olara Allah (herkese) yeter." (33/Ahzâb, 39)



“Kim izzet ve şeref istiyorsa, (bilsin ki) izzet ve şerefin hepsi Allah’ındır (onu dilediğine verir). O’na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah’a amel-i sâlih ulaştırır...” (35/Fâtır, 10)



"Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, onların sözlerine kulak verin; çünkü onlar hidâyete (doğru yola) ermiş kimselerdir." (36/Yâsin, 21)



"Onların bu konuda ilmi yok; sadece atıp tutuyorlar." (43/Zuhruf, 20)



"Hevâsını ilâh edinen ve Allah'ın bir ilim üzere sapıtıp, kulağını ve kalbini mühürleyip gözü üzerine de perde çektiği kimseyi gördün mü?" (45/Câsiye, 23)



"Yoksa sen, onlardan bir ücret istiyorsun da, borçlu kalmaktan, yük altında ezilmişler midir?" (52/Tûr, 40; 68/Kalem, 46)



"Onların hiç ilimleri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise, hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez." (53/Necm, 28)



"Ey iman edenler, niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanan en sevilmeyen bir şeydir." (61/Saff, 2-3)



“Kendilerine Tevrat yükletilen, sonra onu, taşımayanların (Kitab'ın hükümleriyle amel etmeyenlerin) durumu, koca koca kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (62/Cum’a, 5)



"Asra yemin olsun ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip sâlih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hâriçtir." (103/Asr, 1-3)







Hadislerde Bel’am Tipli Kötü Âlimler ve İlmin Sorumluluğu


"İlim aramak, her müslüman üzerine farzdır. Ehil olmayan insanlara ilim öğretmeye kalkan kimse, domuzların boynuna cevher, inci ve altın gerdanlık takan adama benzer." (İbn Mâce, Mukaddime 17, hadis no: 224)



"Ne âlimlere karşı iftihar edip övünmek için, ne câhillerle münakaşa etmek ve ne de meclislerin seçkin köşelerinde yer almak için ilim talep edin. Bu yasağa rağmen kim böyle yaparsa ateşe (müstahaktır), ateşe (müstahaktır)." (İbn Mâce, Mukaddime 23; hadis no: 254)



"Allah'ım, huşûu olmayan (korkmayan) kalpten, kabul olmayan duâdan, doymayan nefisten ve fayda vermeyen ilimden Sana sığınırım." (Tirmizî, Kitabu'd-Deavât 68, hadis no: 3711)



"İlmin kaldırılması, câhilliğin kökleşmesi, şarabın içilmesi, zinânın çoğalması kıyâmet alâmetlerindendir." (S. Buhâri, İlm 22, hadis no: 22; S. Müslim, İlm 5, hadis no: 8 -2671-)



"Şüphesiz Allah, ilmi kullardan silmek sûretiyle değil, âlimlerin ruhlarını kabzetmek sûretiyle giderecektir. Nihâyet hiçbir âlim bırakmayınca insanlar, câhil kişileri başlarına geçireceklerdir. Bunlara meseleler sorulacak; onlar da bilgileri olmadığı halde fetvâ verecekler. Onlar bu sûretle hem kendileri sapıklığa düşerler, hem de halkı sapıtırlar." (Buhâri, İlm 35, hadis no: 41; Müslim, İlm 5, hadis no: 13 -2673-)



"Kendisine bir ilim sorulup da bunu gizleyen kimseye kıyâmet gününde ateşten bir gem vurulacaktır." (İbn Mâce, Mukaddime 24, hadis no: 261; Tirmizi, İlm 3, hadis no: 2651, 2787; Ebû Dâvud, İlm 9, hadis no: 3658)



"Kıyâmet gününde bir adam getirilir ve cehenneme atılır da cehennem değirmen merkebinin taşlarıyla (buğday) öğütmesi gibi onu öğütür. Bunun üzerine cehennem halkı onun başına toplanır da: 'Ey filan, sen ma'rufla emrediyor ve münkerden nehyediyor değil miydin?' derler. O da: 'Evet, ben ma'rufla emrederdim de onu kendim yapmazdım ve yine ben, münkerden nehyederdim de, onu kendim işlerdim' der." (Buhâri, Fiten, 17, hadis no: 46, Bed’u’l-Halk 10; Müslim, Zühd 7, hadis no: 51 -2989-; Ahmed bin Hanbel, Müsned, V/205, 206, 207, 209)



"Allah'ın benim vâsıtamla gönderdiği hidâyet ve ilim, bol yağmura benzer. Bu yağmur bazen öyle verimli bir toprağa düşer ki, onun bir kısmı toprağı suya doyurur ve çayırda bol ot yetişir. Bir kısım toprak kurak olur, suyu üstünde tutar, gölcük olur da Allah onunla insanları yine faydalandırır; ondan hem kendileri içerler, hem de hayvanlarını sularlar, ekin ekerler. Bu yağmur bir de diğer bir çeşit toprağa isâbet eder ki, kıraç ve kaygandır; ne suyu üstünde tutar, ne de ot bitirir. İşte Allah'ın dinini anlayıp da Allah'ın benim vâsıtamla gönderdiği hidâyet ve ilimden faydalanan ve bunu bilip de başkasına bildiren kimse ile; bunu duyduğu vakit kibrinden başını bile kaldırmayan ve Allah'ın benimle gönderilen hidâyetini kabul etmeyen kimse böyledir." (S. Buhâri, İlm 21, hadis no: 21; S. Müslim, Kitabu'l-Fedâil 5, hadis no: 15 -2282-)



“İyiliği emir ve kötülüğü yasaklamaktan ve Allah’ı zikirden başka insanoğlunun her sözü aleyhinedir.” (İbn Mâce, Fiten 12)



“Cihâdın en faziletlisi, zâlim idarecinin karşısında doğru ve adâletli sözü, hakkı haykırmaktır.” (Ebû Dâvud; Melâhim 17; Tirmizî, Bey'at 37)



Peygamber (s.a.s.) ayağını bineceği hayvanın üzengisine koymuş vaziyette iken bir adam: "Hangi cihadın sevabı daha çoktur? diye sordu. Peygamberimiz: "Zâlim idârecinin karşısında doğru ve adâletli sözü haykırmaktır" buyurdular. (Nesâî, Bey'at 37)



“Allah’ın çizdiği sınırları aşmayarak onları koruyanlarla yasaklarını hiçe sayarak hudûdu çiğneyenlerin durumu aynen şöyledir: Bir gemideki yerlerini almak üzere bir toplum aralarında kur’a çektiler. Bunlardan bir kısmı geminin alt katına bir kısmı da üst katına yerleşmişlerdi. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçiyorlardı. Alt katta oturanlar hissemize düşen alt kattan bir delik açsak da, üst katımızda oturanlara su almak için eziyet etmemiş olsak, dediler. Eğer üstte oturanlar bu isteklerini yerine getirmek için alttakileri serbest bırakırlarsa hepsi birlikte batar, helâk olurlar. Eğer buna engel olurlarsa hem kendileri kurtulur, hem de onları kurtarmış olurlar.” (Buhârî, Şirket 6)



Kendisine: "Ey Allah’ın Rasûlü, içimizde iyiler de olduğu halde felâkete uğrar mıyız?" denildi. Rasûlullah (s.a.s.) de şöyle cevap verdi: “Kötülükler ve fenâlıklar çoğaldığı vakit evet.” (Buhârî, Fiten 4; Müslim, Fiten 1)



“Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki; ya iyilikleri emreder, kötülüklerden sakındırırsınız ya da Allah size yakında üzerinize bir belâ gönderir de sonra Allah’a duâ edersiniz de duânız kabul edilmez.” (Tirmizi, Fiten 9)



“İsrâiloğullarının dindeki bozuklukları şöyle başlamıştır. Bir adam başka birine rastlar ve: 'Hey arkadaş, Allah’tan kork ve yapmakta olduğun şeyi terket, zira o işi yapmak sana helâl değildir' derdi. Ertesi gün aynı işi yaparken tekrar o adamla karşılaşır ve onu yaptığı kötülükten yasaklamadığı gibi onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah, onların kalplerini birbirine benzetti.” Sonra Rasûlullah (s.a.s.) şu âyeti okudu: "Allah’tan gelen gerçekleri örtbas etmeye şartlanmış olan şu İsrâiloğulları Dâvud ve Meryemoğlu İsa’nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bu, onların isyan etmeleri ve hak, adâlet sınırlarını aşmalarındandır. Onlar birbirlerini işledikleri kötülüklerden vazgeçirmeye çalışmadılar. Yaptıkları şey gerçekten ne kötü idi ve şimdi onlardan birçoğunun Allah’tan gelen gerçekleri örtbas edenlerle dost olduklarını görebilirsin. Nefislerinin onlar için önceden hazırladığı şey ne kadar kötüdür ki Allah onlara gazap etmiştir, onlar azapta ebedî kalacaklardır. Eğer onlar Allah’a ve kendilerine gönderilen peygambere ve ona indirilen her şeye gerçekten inansalardı bu; Allah’tan gelen gerçekleri örtbas edenleri dost edinmezlerdi. Ama onların çoğu İlâhî sınırları aşan kimselerdir." (5/Mâide, 78-81). Bu âyeti okuduktan sonra Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Hayır Allah’a yemin ederim ki ya iyiliği emreder kötülüklerden sakındırır, zâlimin elini tutup zulmünden el çektirir, hakka döndürüp hak üzerinde tutarsınız, ya da Allah kalplerinizi birbirine benzetir de İsrâiloğullarına lânet ettiği gibi size de lânet eder.” (Ebû Dâvud, Melâhim 17)

Tirmizî’nin rivâyeti ise şöyledir: Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “İsrâiloğulları günahlara daldıklarında âlimler onları sakındırdılarsa da onlar izledikleri günahlara devam ettiler. Bu sefer âlimleri de onlarla birlikte oturdular, beraberce yediler, içtiler. Bunun üzerine Allah da onların kalblerini birbirine benzetti de Dâvud ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle onlara lânet etti. Bu, onların isyan etmeleri ve sınırları aşmaları sebebiyle idi.” Rasûlullah (s.a.s.) dayanmakta olduğu yerden doğrulup oturdu ve: “Hayır, canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, dil ile yasaklama yetmez, siz onları hakka boyun eğdirip hak üzere tutmadıkça bu lânetleme de devam edecektir.” (Tirmizî, Tefsiru Sûre-i Mâide 6)



Ebû Bekir es-Sıddık (r.a.) şöyle demiştir: "Ey insanlar şüphesiz siz şu âyeti okuyor (fakat, yanlış anlıyor)sunuz: “Ey iman edenler! Siz yalnız kendinizden sorumlusunuz. Eğer siz doğru yolda iseniz sapıklığa düşenler size hiçbir zarar vermezler. Hepinizin dönüşü Allah’a olacaktır ve o zaman Allah size hayatta yapmış oluğunuz şeyleri bildirecektir.” (5/Mâide, 105). Zira ben Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyururken işittim: “Şüphesiz ki insanlar zâlimi görüp de onun zulmüne engel olmazlarsa Allah’ın bütün insanları gazâba uğratması pek yakındır.” (Ebû Dâvud, Melâhim 17; Tirmizî, Fiten



“Kıyâmet gününde azâbı insanlar arasında en çetin olacak kimse Yüce Allah’ın kendisini bilgisiyle faydalandırmadığı ilim adamı olacaktır.” (İbn Mâce, Sünen; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid I/185)



“Cenâb-ı Hakk’ın benden önce, ümmetler arasında gönderdiği her peygamberin ashâbı ve havârileri (kendi sünnetine uyan ve emrine sarılan samimi ve seçkin çevresi) vardır. Bunlar o peygamberin sünnetine ittibâ eder, emirlerine uyarlar. Fakat onlardan sonra öyle nesiller gelir ki yapmadıklarını söyler ve emr olunmadıklarını işlerler. Kim onlara karşı eliyle mücâhede ederse mü’mindir, kim diliyle mücâhede ederse mü’mindir. Bunun ötesinde ise zerre kadar iman yoktur.” (Müslim, İman 80; Ahmed bin Hanbel, I/458, 461)



“Şu muhakkak ki sizin üzerinize birtakım âmirler/yöneticiler tâyin olunacak da siz onların yaptıklarından bazısını mâruf ve güzel göreceksiniz. Kim münker işi çirkin görürse onun günahından berî (uzak) olur. İnkâr edip ondan sakındıran, (günaha katılmaktan) uzak olur. Ancak kim ona râzı olur ve (onu işleyenlere) uyarsa günahından kurtulamaz.” (Sahâbîler) dediler ki: ‘O idarecilerle savaşmayalım mı?’ Buyurdu ki: “Namaz kıldıkları müddetçe hayır!” (Müslim, İmâre 63)



“İnsanları doğru yola çağıran kimseye kendisine uyanların sevabı gibi sevap verilir. Ona uyanların sevaplarından da hiçbir şey eksilmez. Başkalarını dalâlete/sapıklığa çağıran kimseye de kendisine uyanların günahı gibi günah yazılır, ona uyanların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.” (Müslim, İlim 16; Tirmizî, İlm 15; Ebû Dâvud, Sünnet 6)



“İslâm'da iyi bir çığır açan kimseye, açtığı o çığırın sevâbı verileceği gibi, o yolda gidenlerin sevabı da verilir ve onların sevabından da hiç bir şey eksilmez. Her kim de İslâm'da kötü bir çığır açarsa, o kimseye açtığı çığırın günahı yükletildiği gibi, kendisinden sonra o yoldan gidenlerin günahı da yükletilir. Fakat onların günahlarından da hiçbir şey noksanlaşmaz.” (Müslim, Zekât 69)



“Mü’min dil uzatıcı değildir, lânet okuyucu değildir, kötü iş yapan değildir, kötü, kaba ve çirkin söz söyleyen değildir.” (Tirmizî, Birr 48, hadis no: 1978)



“Bir kimse, başka bir kimseyi fıskla veya küfürle itham etmesin. Aksi takdirde, itham edilen arkadaşında bunlar yoksa, kelime (itham ettiği sıfat) kendine döndürülür.” (Buhârî, Edeb 44)



“Bir mü’mine şer olarak, müslüman kardeşine hakaret etmesi kâfidir.” (Riyâzu’s-Sâlihîn, III/156)



"Kendisinin yapmadığı bir davranışa veya söze insanları çağıran kişi ya vazgeçinceye veya çağırdığı şeyi yapıncaya kadar Allah'ın azâbının gölgesi altındadır." (Taberânî, naklen İbn Kesir, II/325-326)



"Cehennemde, cehennem ehlinin kokusundan bîzâr/şikâyetçi oldukları bir adam vardır." Denildi ki: "O kimdir ey Allah'ın Rasûlü?" Hz. Peygamber (s.a.s.) de: "İlminden kendisi istifâde etmeyen âlimdir" buyurdu. (Tefsir-i Kebir, II/482)



"Kendisi yapmadığı halde insanlara hayrı (iyiliği) öğreten kimse tıpkı insanları aydınlatırken kendisini yakıp tüketen bir kandil gibidir." (Tefsir-i Kebir, II/482)



“Muhakkak ki Allah sığır cinsinin otu yerken ağzında evirip çevirdiği gibi sözü ağzında evirip, çevirerek lugat parçalayan kimselere buğzeder.” (Ebû Dâvud, Edeb 94; Tirmizî, Edeb 72)



“İçinizden en çok sevdiklerim ve kıyâmet gününde bana en yakın olacak olanlar güzel ahlâk sahibi olanlarınızdır. Güzel konuşuyor dedirtmek için uzun uzun ve edebiyat yaparak konuşanlar, sözünü beğendirmek için avurdunu şişire şişire laf edenler, bilgiçlik taslayarak lügat parçalayanlar ise hiç sevmediğim ve kıyâmet günü bana en uzak olan kimselerdir.” (Tirmizi, Birr 71)



"Şâyet Nebînizin Sünnetini terkederseniz sapıtırsınız." (İbn Mâce, Mesâcid 14)



"Benim Sünnetimle amel etmeyen, benden değildir." (Buhârî, Nikâh I ; Müslim, Nikâh 5)



"Kur'an- Kerim'i okuyun, onu (dünya menfaatlerine vesile kılmak sûretiyle) yemeyin!" (Ahmed bin Hanbel, Müsned; Heysemî, M. Zevâid, VI/168)



"Kur'an okuyun, onunla amel edin, On(u okumak)dan asla uzaklaşmayın, onun hakkında haddi aşmayın; onun karşılığında ücret alıp yemeyin, onunla dünya menfaati artırmayı talep etmeyin." (Ahmed bin Hanbel, Müsned II/428; Heysemî, VI/167); Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V/322; Aynî, Umdetü'l-Kaarî, XII/95; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/46)



Übeyy bin Kâ'b: "Bir adama Kur'ân-ı Kerim öğrettiydim de, bana bir yay hediye etmişti. Durumu Rasûlullah'a söylediğimde: "Onu alırsan, ateşten bir yay almış olursun demektir" buyurdular, ben de sahibine geri verdim. (İbn Mâce, II/157; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/47-48)



Ubâde bin Sâmit: Ehl-i Suffe'den bir çok kimselere Kur'an öğrettim. Bu öğrencilerimden birisi bana ok atılan bir yay hediye etti. -Kendi kendime- 'Bu bir mal/para değildir. Özellikle bununla ben savaşlarda Allah yolunda ok atacağım' dedim. Bununla beraber, Nebî (s.a.s.)'e bu olayı arz ettim. Rasül-i Ekrem cevaben şöyle buyurdu: "Allah Teâlâ'nın Kıyâmet gününde boynuna ateşten bir halka takmasını arzu edersen kabul et!" (Ebû Dâvud; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/47)



"Kim Kur'an öğretmesi karşılığında bir kavs/yay alırsa, Allah ona ateşten bir yay kılâde yapıp boynuna takar." (Dârimî; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48) (Bu hadislerin çoğunda Suffe talebelerinin, öğretmenlerine hep kavs, ok yayı hediye ettikleri zikredilmiştir. 'Bunların hediye edecek başka şeyleri yok mu idi? Bunların hepsi de ok, yay sahibi mi idi?' Evet, başka şeyleri yoktu. Bunların tümü, fakir ve ihtiyaç sahibi kimselerdi. Ayrıca, bunların hepsi mücâhid idi. Hepsinin de mâlik olduğu dünya malı okla yaydan ibaret idi. Ekserisi bâdiye (çöl) halkından idi. En güzel yay bunlarda bulunurdu. Birbirini görerek hocalarına yay hediye etmek istedikleri anlaşılıyor. -S. Buhâri, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48-)



"Kim Kur'an okuyup Kur'an'ı insanların malını yemeye vesile edinirse, Kıyâmet gününde yüzü etten soyulmuş bir kemikten ibaret olarak Arasat meydanına gelir." (Aynî, Umdetü'l-Kaarî, XII/96; Beyhakî; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48)



"Kur'an okuyan, onunla Allah'tan istesin. Zira birtakım insanlar gelecek, Kur'an'ı okuyacaklar ve onunla insanlardan menfaat temin edeceklerdir." (Tirmizî, V/179, hadis no: 2917; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48-49; Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V/322; Aynî, Umdetü'l-Kaarî, XII/96)



İmam Buhârî, Sahih-i Buhârî'nin "Fedâilu'l-Kur'an" bölümünde "Kur'ân'ı; gösteriş, yeme ve övünme için okuyanlar" diye bir başlık açmış ve ilk olarak şu hadis-i şerifi almıştır: "Dünyanın sonunda birtakım insanlar gelecek ki, onlar basit akıllıdırlar. Allah&#