AKÎDE
Kelime-i Tevhid'in Ehli Sünnet'e Göre Mânası
Allah Teâlâ, zatı itibarıyla Vâhid'tir, birdir, ortağı yoktur. Ferd'tir, benzeri, zıddı ve karşıtı yoktur. Samed'tir, herkes ve her şey O'na muhtaçtır, O ise hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç değildir. Kadîm'dir, hep var olmuştur. Ezelî'dir, başlangıcı yoktur. Ebedî'dir, varlığı süreklidir, sonu, nihayeti, bitimi yoktur. Kayyûm ve dâim'dir, ayrılması ve kesintiye uğraması yoktur. Ezelden beri celâl ve yücelik sıfatlarıyla vasıflıdır. Zaman ve asırların geçmesiyle eskimez ve inkiraz bulmaz. Her şeyden öncedir. Her şeyden sonradır. (Görenler için) her şeyden daha açıktır. (Göremeyenler için) her şeyden daha gizlidir. Sıfat ve tasarruflarıyla açık, mahiyeti ve hakikatiyle gizlidir. Her şeyi bilendir.
Münezzehtir, her türlü kusur ve eksiklikten beridir. Suret ve şekli olan bir cisim veya ölçülüp tartılabilen bir madde değildir. Cisimler gibi boyutları yoktur. Onlar gibi parçalardan mürekkep değildir. Madde değildir ve madde O'na yapışmaz. Araz (Araz, maddenin keyfiyet ve halleridir. Sertlik-yumuşaklık, kuruluk-yaşlık, sıcaklık-soğukluk, genişlemek-buruşmak, hastalanmak-sağlık bulmak, siyah, beyaz gibi bir renk taşımak cismin arazlarıdır. Eski filozoflar ve kelâmcılar, âlemi madde ve araz olmak üzere iki kısma ayırırlardı. Kelâmcılar, maddenin ölü, arazın da zayıf (hadis ve değişken) olduğunu söyleyerek bunlar için bir yaratıcı bulunması gerektiğini ispata çalışırlardı.) değildir ve araz O'na karışmaz. O'nun gibi bir şey yoktur. Her hangi bir şey O'na benzemez. O da her hangi bir şeye benzemez. Ölçülerle sınırlı değildir. Yönler ve cihetler O'nu çerçevelemezler. Yerler ve gökler O'nu içinde taşımazlar.
O, yalnızca kendisinin bildiği bir şekilde Arş'ın üzerindedir. Bizim bilmemiz lâzım gelen şey ise, bunun Arş'la temas etmek, içine yerleşmek, üstünde oturmak, onunla kuşatılmak şeklinde olmadığıdır. Arş O'nu taşımaz. O'nun kudreti Arş'ı ve Arş'ı taşıyan melekleri taşır. O, Arş ve göklerin üstündedir; fakat yer ve yerin derinliklerine de ilim ve kudretiyle aynı derecede yakındır. O bu ve diğer sıfatlarıyla her şeye yakın ve her şeyin yanında hazırdır. İnsana can damarından daha yakındır. O'nun yakınlığı cisimlerin yakınlığı gibi değildir. O bir şeye hulul etmez (içine girmez); bir şey de O'na hulul etmez. Zaman ve mekân O'nu sınırlandırmazlar. O bunlardan önce vardı. Şimdi de ezelde olduğu gibidir. O yarattığı şeylerden ayrıdır. Bunlarla birleşmez ve terkip oluşturmaz. O değişmez ve değişen hallere uğramaz. O zeval bulmaz ve kendinden bir şey kaybetmez. Mükemmelliğin son çizgisinde olduğu için yeni mükemmellikler kazanmaz. Varlığı dünyada akıl ile idrâk edilir, âhirette ise gözle görülür. O'nu görmek, cennet ehline verilen en büyük nimettir.
O hayy (diri), kudretli, cebbar ve kahhârdır. Kendisinde eksiklik ve acizlik yoktur ve böyle şeyler ona arız olmazlar. Uyku ve uyuklama O'nu tutmazlar. Ölüm ve yokluk O'na yanaşmaz. O, âlemin dış ve iç yüzünün sahibidir. Sultanlık, izzet, yaratmak, emretmek, istediği şeyi yapmak ve yaratmak O'nun ayrılmaz özellikleridir. Gökler O'nun avucundadır. Mahluklar O'nun hükmü altındadır. Yaratmak ve yoktan var etmek işinde birdir. İcad etmek ve ortaya koymak fiilinde tektir. Mahlukları, onların amel ve işlerini yaratmış, rızk ve ecellerini takdir etmiştir. Bunlardan hiç bir şey O'nun tasarrufunun dışında kalmaz ve O'nun kudretinin haricine çıkmaz. Gücünün yettiği ve kendisinin bildiği şeyler sayı ve hesaba sığmaz. Gücü ve ilmi sınırsızdır. O, bilinebilen her şeyi bilir. Yerin derinliklerinden göklerin üstüne kadar her şeyi görür ve gözetir. Ne yerde, ne göklerde bir tek zerre O'nun bilgisi, kudreti ve tasarrufu dışında değildir. O, karanlık bir gecede siyah bir kayada yürüyen siyah bir kancayı görür; geniş fezada küçük bir toz parçasının hareketini gözetler.
O, gizli (sır) ve gizliden de daha gizli (ahfâ) olanları, kalplerde ve tasavvurlarda olup biten ve gelip geçenleri bilir. O'nun ilmi kadîm ve ezelî'dir. O ezelden beri bu ilimle vasıflıdır. O'nun ilminde yenilik, değişiklik, çoğalma ve azalma olmaz. O'nun ilmine bilgisizlik, belirsizlik ve yanılma karışmaz. (Şiîler, Allah Teâlâ’nın bazı şeyleri sonradan bilebileceğini söylerler. "Bedâ" dedikleri bu bozuk inançla Allah Teâlâ'ya zımnen cehalet isnâd ederler.)
O irade sahibidir. Vücuda gelen varlıkları ve hâdiseleri irade etmiştir. Onun mülkünde olup biten az-çok, büyük-küçük, hayır-şer, fayda-zarar, iman-küfür, ilim-cehalet, hidayet-dalalet, itâat-masiyet, kâr-zarar, artış-eksilme cinsinden ne varsa; hepsi O'nun iradesi, takdiri, tedbiri, hikmet ve meşiyeti ile olur. O'nun istediği her şey olur. O'nun istemediği hiçbir şey olmaz. Süratli bir bakış ve bir anlık bir tasavvur ve tahayyül de O'nun meşiyeti dahilindedir. O yaratmayı bu dünyada başlatan, âhirette onu yenileyen ve her istediğini yapandır. O'nun emrini geri çeviren, takdirini bozan hiçbir güç yoktur. Günahlardan sakınmak O'nun tevfik'i (muvaffak etmesi) ve rahmetiyledir. Tâat ve ibadet etmek O'nun meşiyeti ve iradesiyledir. Bütün güçler birleşseler, O'nun durdurduğu bir zerreyi hareket ettiremez ve O'nun hareket ettirdiği bir zerreyi durduramazlar. Yaratıkların bütün yaptıkları O'nun iradesi dahilindedir. Ancak O kötü işlere razı değildir. Bunlara müsâade etmesi ise imtihan içindir. O'nun iradesi de diğer sıfatları gibi, zâtıyla kaimdir. Bu sebeple O, ezelden beri irade sahibidir. Eşyanın varlığını ezelde irade etmiş, zaman ve keyfiyetlerini de belirlemiştir. Bunlar, O'nun irade ve takdir ettiğinden ne önce, ne sonra, ne daha çok, ne daha az, ne de farklı bir şekilde vücut bulmazlar. İşleri irade ve takdir etmesi, sonra da yaratması; fikir yürütme, sıraya koyma, zamana yayma, vasıta kullanma şeklinde değildir. Bu yüzden, O'nu bir iş diğer bir işten alıkoymaz. O bütün işleri beraber ve bir anda yürütür.
O, İşiten ve Gören'dir. Her sesi işitir ve her şeyi görür. İşitilebilen hiçbir şey O'nun işitmesinden ve görülebilen hiçbir şey O'nun görmesinden kaçmaz. Uzaklık, O'nun işitmesi, karanlık O'nun görmesi için engel değildir. O'nun görmesi, işitmesi, bilmesi, yaratması mahluklarınki gibi organ ve âletlerle değildir. Çünkü O, bunlardan müstağnidir (bu yardımcı vasıtalara ihtiyacı yoktur.).
O konuşandır. Kendisi, ezelî olan ve mahluklarınkine benzemeyen bir konuşma tarzı ile konuşur, emreder, nehyeder, va'd ve tehdid eder. Ancak O'nun konuşması, hava yardımı, gırtlak, dudak ve dil hareketleriyle değildir. Çünkü bunlar maddî ve arızî şeylerdir.
Kur'ân, Tevrat, Zebur ve İncil O'nun peygamberlere gönderdiği büyük kitaplardır. Kur'ân dille okunan, mushaflarda yazılan, zihinlerde hıfzedilen kitaptır. O, aynı zamanda, Allah Teâlâ’nın zâtıyla kaim olan kadîm bir kelâmdır. (Ehl-i Sünnet ulemâsının büyük bir kısmı Kur'ân-ı Kerim'in kadîm olduğunu söylemişlerdir. Bir kısmı ise, onun kadîm olması üzerinde ısrar etmenin anlamı bulunmadığını ileri sürmüşlerdir. Çünkü, kadîm olması, Allah Teâlâ’nın onu ezelde konuşmuş olması demektir. Halbuki, ezelde Kur’ân'a muhatap olan insanlar, cinler ve melekler mevcut değillerdi. Muhatap bulunmadan konuşmak ise, pek anlamlı görünmüyor. Kur'ân-ı Kerim'de de, onun için "muhdes" sıfatı kullanılmıştır. (Enbiyâ, 2) Muhdes'in bir mânası da kadîm olmayandır. İmana (ve daha genel bir anlamda dine) taalluk eden konularda muteber İslâm âlimleri arasındaki ihtilâflarda taraf tutmamak ve işin doğrusunu Allah Teâlâ’nın ilmine havale etmek en doğru yoldur. Hiç şüphe yoktur ki, Kur'ân Allah Teâlâ’nın ilminden olması yönüyle kadîm ve ezelîdir. Fakat, kelâm sadece ilim değildir. O, ilmin ifade edilmiş ve anlatılmış halidir. Bunun yanında kesin olarak bilinen husus şudur ki, Kur'ân-ı Kerim, Mutezile'nin iddia ettiği gibi, mahluk değildir. Çünkü o Allah Teâlâ’nın kendi konuşmasıdır. Allah Teâlâ konuşur, fakat konuşmasını yaratmaz. Konuşması O'nun zatî ve ezelî bir sıfatıdır. Mutezile ise, Allah Teâlâ’nın konuşma sıfatını inkâr etmişlerdir. Bu ise bir sapıklık ve dalâlettir.)
Musa (as), O'nun konuşmasını harf ve savt dışı bir keyfiyetle duymuş ve dinlemiştir. Müslümanlar da O'nu cennette böyle duyup dinleyeceklerdir.
Allah Teâlâ Hayy olduğu için hayatı vardır; Alîm olduğu için ilmi, Kadîr olduğu için kudreti, Mürid olduğu için iradesi, Semî' olduğu için işitmesi, Basîr olduğu için görmesi, Mütekellim olduğu için de kelâmı ve konuşması vardır. Bunlardan birincileri O'nun isimleri, ikincileri ise sıfatlarıdır. Sıfatları da isimleri ve zâtı gibi haktırlar.
Allah Teâlâ’nın dışındaki bütün varlıklar O'nun fiili ile vücut bulurlar. Bunlar O'nun adalet ve hikmetinin eserleridir. O, fiillerinde hakîm (hikmet, gaye, maslahat, hayır gözeten) ve hükümlerinde âdildir. O'nun adaleti şaibesiz ve mutlaktır.
O, ezelde vardı; O'nunla birlikte hiç bir şey yoktu. Sonra, kudretini göstermek ve iradesini gerçekleştirmek için mahlukları yarattı. Kendisi bunları yaratmaya mecbur değildi. Yarattıktan sonra da onlara muhtaç değildir. O'na itaat etmek akılla değil, peygamberlerin bildirmesiyle vacip olur.
İ.GAZALİ- İHYA